YENİDEN “ÇÖZÜM SÜRECİ”ne KOŞ VATANDAŞ!
Önce “Sayın Öcalan” dediler…
Tutmadı, çok itici geldi!.. Binlerce kişinin infaz emrini vermiş, 40 bini aşkın insanın ölümünden sorumlu bir ağırlaştırılmış müebbet mahkumuna “sayın” diye hitap edilmesi halkın vicdanını yaralıyordu… Bu sözcüğü süratle eski solcu, yeni “liberal” takımı ile BDP’lilere terk edip yeni bir sözcük yarattılar:
–İmralı!..
Hem gizem içeriyordu, hem ulaşılmazlık!.. Artık tüm görüşmeler İmralı ile yapılıyor, seyir defteri İmralı ile birlikte yazılıyor, misafirlerini İmralı ağırlıyor, LCD televizyon İmralı’nın odasına konuyor, direktifler İmralı’dan muhataplara iletiliyordu… Artık isim yoktu; yeni “algılatma metodu” başarıya ulaşmış, bir mahkûma tahsis edilmiş olan ada, önemli karar merkezlerinden biri olup çıkmıştı…
– Devlet artık Öcalan’la değil, İmralı ile müzakere yapıyordu!..
Peki, yeterli miydi?..
Tabii ki hayır!.. Yeni adımlar atılması, yeni “algılama metotları” yaratılması gerekiyordu. O adımlar da bir bir atılmaya başlandı… Öncelikle Öcalan’ın gençliğinde nasıl da namazında, niyazında biri olduğu, “kaderin sillesini yediği” masalları anlatılmaya başlandı. Lisede beraber okuduğu yakın arkadaşının nasıl Merkez Bankası Başkanlığı’na dek yükseldiği, o karanlık yıllarda çevresine kanmasa onun da bugün bu tür bir makamda oturuyor olabileceği pompalandı gayet profesyonelce…
Diğer yandan “özel tarihçi” takım, harıl harıl 90 yıllık Cumhuriyet tarihini linç etmeyi sürdürüyordu… Bize öğretilen tarih baştan aşağı yalandı, Şeyh Sait heykeli dikilmesi gereken bir kahramandı mesela… Dersim isyanı mı? Hiç öyle bir şey olmamıştı, devlet orada keyfi bir soykırım uygulamıştı… Cumhuriyetin kurucuları koskoca Osmanlı İmparatorluğu’nu(!) yıkmış, Lozan’da milyonlarca metrekare toprağı hediye etmişlerdi. Zaten Kurtuluş Savaşı diye bir şey de olmamıştı ki, Türkler Yunan ordusuyla savaşmıştı, o kadar!..
İngilizler, Fransızlar, İtalyanlar Anadolu’yu işgal etmişti etmesine ama o Birinci Dünya Savaşı’nın sonucuydu, zaten paşa paşa gideceklerdi ama ahh o Mustafa Kemal yok muydu, o güzelim Sevr Antlaşması’nı yırtıp bir de Düvel-i Muazzama’ya kafa tutunca her şey berbat olmuş, zavallı Vahdettin’in harika barış planı suya düşmüştü!..
“Sayın” Öcalan’ı parlatmak!
Özel tarih zırvaları katlanarak sürerken bir CHP milletvekili, bu mide bulandırıcı “haysiyet cellatlığının” üzerine tüy dikiverdi…
Yunanistan’da pek makbul olan Dido Soturiyu’nun 50 yıllık “Benden Selam Söyle Anadolu’ya” romanını yeni okumuş, “Kurtuluş Savaşı’nın aslında Ege’de Rumlara etnik temizlik” olduğunu kavramıştı, iyi mi! Sevgili Yılmaz Özdil bu sefil aymazlığa yanıt verdiği yazısında şöyle diyordu:
– Pasaport’tan karaya çıkan Yunan askerlerinin çizmelerini öpüp “Ne kadar Türk kanı içerseniz o kadar sevaba girersiniz” diye takdis eden Hrisostomos, Türk-Yunan Dostluk Derneği başkanıydı demek ki!
Hiç kuşkunuz olmasın, “özel tarihçi güruh” bunu da yalanlayacaktır!..
Cumhuriyet tarihi böylesine katledilirken “Abdullah Öcalan tarihi” özenle yeniden kaleme alınıyordu…
–1980 ve 90’larda, Türk kitleler şiddet taraflısı devletin, yani askerin propagandasına maruz kalmıştı. Başta Abdullah Öcalan olmak üzere Kürt siyasetçiler, medya üzerinden şeytanlaştırılmıştı!.. Apo’nun şeytan olduğuna inandırılanlar şimdi, “Öcalan barış yapılacak makul bir politikacıdır” fikrini kabul edemiyorlardı. Elbette Apo “zeki ve serinkanlı bir politikacıydı”. Ulus devletçi, merkeziyetçi, nasyonalist bir kafaya sahip olanlar, burnunun dibini göremiyordu… PKK bir terör örgütü değildi… Halktan destek alan, 30 bin ölüme rağmen varlığını sürdüren bir örgüte terör örgütü demek kendini kandırmaktı… Dolayısıyla, Öcalan’a terörist demek, denize göl demek gibi bir şeydi… Bir Kürt ulusalcısı olarak, siyasi amacına ulaşmak için şiddeti kullanan bir politikacıydı Apo… (Emre Aköz, Sabah 16.01.2013)
Bekleyin, sıra “Beyefendi” ye de gelecek!..
Havuç ve sopa!
Yukarıdaki yazım yaklaşık 10 yıl önce kaleme alındı…
Çözüm Süreci’nin iktidarın felaketiyle sonuçlanacağını anlayan en büyük Türk büyükleri yıllardır sürdürdükleri “al gülüm, ver gülüm” görüşmelerini apar topar bitirdiler; yeni rota, bir zamanlar “ayaklarının altına aldıklarını” ilan ettikleri milliyetçilik olmuştu bu kez! MHP ile flört, 2015 seçimlerinden sonra yani AKP’nin iktidardan düşmesine ramak kaldığı süreçte giderek ittifaka dönüştü…
Ama Öcalan hep el altındaydı ve de “el üstünde” tutuldu! Zaman geldi, İstanbul seçimlerini kaybedeceğini anlayan iktidar, “bu sayın zatı!” yeniden sahneye sürdü. Öcalan’ın “muhalefete oy vermeyin” mektubu devletin televizyonunda okundu. Sonuç ne oldu peki?
–İlk seçimde 13 bin oy farkıyla kazanan Ekrem İmamoğlu, bu kez 806 bin oy farkla rakibini hezimete uğrattı!
Şimdi, neredeyse tüm araştırma ve anketlerin ağır bir yenilgiyi işaret ettiği seçimleri “acaba talihimi çevirebilir miyim” umuduyla “yeniden çözüm süreci” senaryosuna dönme işaretlerini görmeye başladık!
Yıllardır, Kürt sorununu “sopa politikasıyla” yürüttüler. Selahattin Demirtaş 5 yılı aşkın süredir hapiste. HDP’nin belediye başkanlarının neredeyse tümü görevden alınıp kayyuma devredildi, çoğu hapiste… Partinin kapatılma davası Anayasa Mahkemesi’nin önünde!
Bu şartlar altında, hangi kıvrak politika ile “havuç politikası”na dönüş yapabilecekler, gerçekten merakla bekliyorum doğrusu! İktidar, hangi “sihirli tavşanı” çıkaracak şapkadan göreceğiz!
–Haa, bu ülkenin Kürt asıllı yurttaşları bunu yiyecek mi, onu da göreceğiz tabii!
https://twitter.com/umit_zileli