Bİ SORALIM BAKALIM
Bu sefer “Apo ne diyor?” sorusu akıllara gelmedi mi?
Yerel seçimler 31 Mart günü yapılmış AKP küçük yerlerde kazanırken başta Ankara, İstanbul, Adana, Antalya olmak üzere büyükşehirlerin çoğunda yenilgiye uğramıştı.
Ancak asıl hedef elbette İstanbul'du, buradaki yenilgiyi bir tür kabullenemedi saray ve seçimin tekrarlanması talimatını verdi.
Araştırmacıları, danışmanları ve YSK bu kez seçimin kesinlikle kazanılacağı müjdesini veriyordu.
Buna rağmen yine de önlem almak gerekiyordu, bu nedenle devletin bütün gücü Binali Yıldırım'ın arkasına yığıldı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ne atanan kayyum ağustos ayının paralarını bile AKP adayının kampanyası için harcadı.
Saray kesin kazanacağına inandığı halde yine de içinde bir kuşku kalmış olmalı ki 21 Haziran günü yani tekrarlattığı İstanbul seçiminden sadece iki gün önce İmralı'da ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını çeken teröristbaşı Abdullah Öcalan'a bir elçi gönderdi.
Tunceli Munzur Üniversitesi Sosyoloji Bölüm Başkanı Doçent Dr. Ali Kemal Özcan isimli bu elçi terör örgütü liderinden aldığı mektubu getirdi ve Anadolu Ajansı aracılığı ile görüntülü biçimde kamuoyuna duyurdu.
Terör liderine gönderilen elçinin açıkladığı mektupta HDP'nin İstanbul seçimlerinde tarafsız kalması isteniyordu.
HDP'nin tarafsız kalması İstanbul'da 500 bini aşkın olan seçmenin seçime gitmemesi ve dolayısıyla muhalefetin adayının AKP adayından hayli geride kalması anlamına geliyordu.
Terör örgütü liderinin bu mektubu doğal olarak AKP'de çok büyük bir sevinç ve mutluluk yarattı.
Aynı gece a-ekrana çıkan Erdoğan mektubu bizzat okuyarak “(Apo) Yaptığı açıklamada, ‘eğer siz beni destekliyorsanız, eğer benim arkamda olan bir partiyseniz, ben sizin ne oraya ne şuraya değil, siz kendi gücünüzü ortaya koymalısınız ve burada bunların herhangi birinden yana değil, kendi tarafsızlığınızı ortaya koymalısınız' gibi bir hava içinde” dedi.
Erdoğan açıkça Apo'nun “CHP'ye oy vermeyin” dediğini cümle aleme ilan ediyor ve bundan medet umuyordu.
AKP'nin bu sevincine TRT de bir başka aranan teröristi ekranına çıkartarak katılmıştı.
Aranan terörist Osman Öcalan çıkarıldığı TRT Kürt'te HDP'lileri CHP'ye oy vermemeye çağırarak “Kandil artık Kürtlerin temsilcisi değil. Kimse Kürtleri yedeğinde göremez” dedi.
Elbette bu açıklama aslında AKP'yi de kapsıyordu ama önemli olan HDP'lilerin seçime katılmamasıydı, bu sayede AKP seçimi kazanmayı garantiliyordu.
AKP adeta zafer sevinci yaşarken yandaş yalaka tetikçi takımı da boş durmadı, Apo'nun terörist olmakla birlikte Kürt'lerin sevdiği saydığı bir isim olduğunu belirterek “Bu sayede Kürt seçmenler denge unsuru olacak” diye analizler döşendiler.
Ekranları dolduranlar tıpkı açılım denilen süreçteki gibi Öcalan güzellemeleri yaptılar.
Ama beklenen olmadı.
HDP seçmeni Apo'nun iktidar tezgahı ile yaptığı çağrıya kulak asmadı.
AKP'nin Apo'dan medet umması kendi seçmenini de kızdırdı büyük ihtimalle ve 23 Haziran'da iktidar partisi çok ağır bir hezimete uğradı.
Şimdi iktidar bunun intikamını alıyor.
Operasyona HDP'lilerin seçildiği üç büyükşehir belediye başkanından başladılar.
Kimilerine göre arkası gelecek hatta bazı CHP'li belediyeler bile sırada.
Peki bu süreçte daha önce “Apo'nun fikri alınmalıdır, onun görüşleri değerlidir” diyenler bu operasyonlarla ilgili de Apo'nun ne dediğini merak ediyor mu acaba?
Bu sefer de İmralı'ya bir elçi gönderilerek terör örgütü liderinden bir mektup istenecek mi?
Bu soruya sakın gülmeyin, lüzumsuz da bulmayın.
Çünkü son günlerde “1 Eyül Dünya Barış Günü nedeniyle yeni bir barış süreci başlatılacak” sözleri dolaştırılıyor ortalıkta.
Bunları söyleyenler Apo'dan “Silahları bırakın, barış için adım atın” mesajı getirileceğini söylüyorlar.
Tam bunun öncesinde yapılan HDP operasyonu ister istemez kafaları karıştırıyor.
Yoksa Apo'dan “silah bırakma” mesajı yerine “Benim sözümü dinlemeyenlere ders verin” mesajı mı geldi?
ANALİZ
Barolar Birliği Başkanı'nın içinde bulunduğu durum çok üzücü
Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu sanki Stockholm Sendromu yaşıyor.
Erdoğan henüz başbakanken, bundan 5 yıl önce 10 Mayıs 2014'te Danıştay'ın kuruluş yıldönümü törenlerinde konuşan Metin Feyzioğlu'nu azarlayarak kürsüden indirmiş sonra da Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'e “haydi gidiyoruz” talimatı verdikten sonra töreni terk etmişti.
Erdoğan hemen ardından “Bundan böyle baro başkanları bu tür toplantılarda konuşmayacak” diye kanun çıkarmıştı.
5 yıl sonra Erdoğan insafa geldi ve Feyzioğlu'na 2 Eylül'de yapılacak Adli Yıl açılışında 15 dakika konuşma izni verdi.
Ancak bu yıl adli yıl açılışı sarayda yapılacak.
50'ya yakın ilin barosu Adli Yıl açılışının sarayda yapılmasının yargı bağımsızlığına aykırı olduğunu belirterek davete katılmayacaklarını açıkladılar.
Buna karşı Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu ise davete katılacağını bildirdi.
Elbette bütün barolara rağmen davete katılması kendi kararıdır, ama benim dikkatimi çeken Feyzioğlu'nun üslubu.
Baralor Birliği Başkanı kendisini eleştirenleri teröristlikle suçlayarak şöyle diyor; “Bizim adli yıl açılışına gidiyor olmamızı hedef tahtasına koyanın FETÖ'nün kaçak olan şakirtlerinden biri olduğunu da hatırlayalım, işaret edelim. Aynı merkezden saldırı başladı. Bütün trol hesapları devreye girdi. Ardından iyi niyetli insanların zihinleri karıştırıldı. Ve algı operasyonu…”
Feyzioğlu'nun dikkatimi çeken bir diğer vurgusu ise “Sorunları kavgayla çözemeyiz” sözleri.
Bu klişe sözlerden de bana fenalık geliyor artık.
Sanki başkaları hep kavga etmek istiyor da Feyzioğlu ve benzerleri sorunları barış ve karşılıklı görüşmelerle çözmekten yana.
Feyzioğlu anladığım kadarıyla kavga ile mücadele arasındaki farkı bilmiyor.
Bu nedenle “Türkiye artık gerçekten kavgadan bıktı. Kavga sonuç almıyor. Hiç kimseye faydası yok” diyebiliyor.
Açıkçası Feyzioğlu'nu izlerken üzülüyorum.
Hele kendisini önce CHP'nin sonra bütün muhalefetin başına getirmek, cumhurbaşkanı seçtirmek isteyenlerin çabası aklıma geldikçe daha da üzülüyorum.
Hukuk alanındaki en önemli kurumlardan birinin başındaki birinin bu kadar yabancılaşmış olmasını da hazmedemiyorum.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Ormanlar yanıyor, uçaklar yatıyor
Bu iktidarın en kötü özelliklerinden biri doğru olsun ya da olmasın her türlü eleştiriye kapalı olması.
Çünkü iktidarı kendilerine Allah'ın bahşettiği bir mucize gibi görüyorlar.
Bu nedenle çok kibirliler.
Burunlarından kıl aldırmamayı marifet sanıyorlar.
Oysa git gide batağa saplanıyorlar.
Son örneklerinden biri yangın uçakları ile ilgili gelişmeler.
Özellikle batı illerimizde büyük orman yangıları var.
Bunların bir kısmı ağır hasar verdikten sonra söndürüldü bir kısmı ise devam ediyor.
Milletin yüreği de yanıyor bu yangınlarla.
Ama en önemlisi yangınla mücadelede etkisiz kalındığı iddiaları.
Çünkü yangınla mücadele etmek için özel bir şirketle anlaşma yapıldığı bu nedenle yangın söndürmeye havadan yapılacak her türlü yardıma karşı çıkıldığı ileri sürülüyor.
Türk Hava Kurumu'nun elindeki yangın uçaklarının kullanılmadığı, ayrıca ordunun elinde de dev yangın söndürme uçaklarının bulunduğu ama asla yardım istenmediği söyleniyor.
Peki neden?
Orman yanıyorsa, bunu söndürün de nasıl söndürürseniz söndürün.
Eğer elinizde yangın söndürmeye yarayacak araç gerek olduğu halde bunu kullanmıyorsanız hem suç işliyorsunuz hem de ülkeye ihanet ediyorsunuz demektir.
Oysa AKP iktidarının kılı bile kıpırdamıyor.
Onca iddia var, hatta öyle ki “yangınları elindeki söndürme araçlarını kullanmak için ve çok para kazanmak için ihaleyi kazananlar çıkarıyor” suçlamalarına karşı bile cevap verilmiyor.
Bu iddiaların doğruluğuna inanmak mümkün değil.
Bu durumda sorun AKP'nin kibirinden kaynaklanıyor.
Ormanlar yanabilir ama AKP'li yöneticiler asla eleştiri kabul etmez.
Ne talihsiz ülkeyiz değil mi?
KOMİK
Bu bakanın hiç mantığı yok anlaşılan
Bana göre dün günün en komik haberi şöyleydi; “Bilecik Gölpazarı Belediyesi, Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Aytaç Yalman'ın adını taşıyan caddenin adını ‘Bakan Fatih Dönmez' olarak değiştirdi.”
Bilecik Gölpazarı Belediyesi bu kişinin sadece adı ile yetinmemiş “bakan” sıfatını eklemeyi uygun bulmuş.
Baktım bu adam ne bakanı niye, Enerji Bakanı imiş.
Açmış Gölpazarı Belediyesi'ne telefonu ve gösterdikleri sevgi ve ilgiye teşekkür etmiş.
Ne garip değil mi?
Adam bakan olmuş ama bana göre mantık sıfır.
AKP'li belediye yağcılık yapmak için böyle bir girişimde bulunabilir.
Ama koskoca bakan önüne “bakan” sıfatı da eklenerek bir caddeye adının verilmesine nasıl razı olur, nasıl teşekkür eder? O bakanlık her an bitebilir.
O zaman o yağcı belediye ne yapacak, yerine bakan olan kişinin adını caddeye vermeye kalkacak.
İki üç günlük ego tatmini için insanlar nasıl razı gelir bunlara anlamıyorum.
Çünkü bu tür yağcılıklar bana göre iyi bir şey değil tam tersine aşağılamadır aslında.
BUNU YAZMAK GEREK
Erdoğan bunu yapacağını saklamamıştı ki
Üç büyükşehir belediye başkanının görevden alınıp yerlerine kayyum atanması pek çok kişi için şaşırtıcı geldi.
Yandaş tetikçi medyanın sözcüleri kararı hararetle alkışladıkları halde “Böyle bir gelişmeyi bu kadar erken beklemediklerini” de itiraf ediyorlar.
Liberallerden AKP'ye devşirilenler ise “Tam da yeni açılım süreci başlatılacağı sırada nereden çıktı bu operasyon” şaşkınlığı içinde.
Oysa şaşıracak bir şey yok.
AKP Genel Başkanı Erdoğan 31 Mart seçiminden hemen bir kaç gün önce HDP'den seçilecek belediye başkanlarının görev yapamayacağını açık biçimde söylemişti.
O sırada bu sözleri muhalif çevrelerde biraz eleştirilmişti tabii ama seçim heyecanı içinde kaynayıp gitmişti.
Erdoğan 27 Mart akşamı, yani seçimlerden sadece 4 gün önce televizyonların ortak yayınında şunları söylemişti; “Seçim akşamı, iş bitti neticeler belli oldu. Bunların içinde terörle iltisaklı, ilgili olanlar varsa biz artık öyle 5, 6, 7 sene bekleyemeyiz. Anında gereğini yasal olarak, savcılıklar inanıyorum ki yapacaktır. Bu milletin parasını çarçur edecek olanlara buralar teslim edilmeyecektir.”
Erdoğan söylediğini yaptı.
Üstelik o günün koşullarından “savcıların harekete geçeceğine inanıyorum” demişti. İşi onlara bile bırakmadan direk Süleyman Soylu vasıtasıyla operasyonu başlattı.
https://twitter.com/can_atakli_