ÇEVRE DENİNCE; SİYASİ, KİŞİSEL, MESLEKİ EGOSU SINIR TANIMAYANLARIN DİKKATİNE! (2)

Pek çok ülke yıllar önce uyanarak, tepkilerini ortaya koymuşken, ancak ülkemizde çevre kirliliği ve halk sağlığı konusuna duyarlı bir siyaset ve siyasi güç ne yazık ki yokken! Kanadalı altın arayıcıları siyanür kullanarak bölgedeki suları içilemez hale getirip, Kirazlıyı yıkıyorken!

Dünyanın 3.oksijen deposu Kazdağlarında doğa delik deşik edildiği için “su ve vicdan nöbeti!” tutuluyorken! Flamingo’ların, martıların, ördeklerin kuş cenneti sayılan Kırşehir Seyfe Gölü tamamen kurumuş ve hakkında onlarca dava açılan Mersin AK Kuyu’da 200 bin ağaç kesiliyorken! Bursa İznik gölünde maden aramak için 750 bin ağacın hayatı tehlikedeyken!

Ordu Fatsa’da altın aradığı için yemyeşil ormanı adeta çöle döndüren, firma 5 yıl daha ek süre isterken! Hollandalı şirket Uşak’ta siyanürle altın çıkardığı için 2 köyün suları içilemez hale gelirken! Tokat- Zile’de ki maden rezervleri yabancıların iştahını kabartırken! Yozgat Çekerek’de bölgeye hayat veren ırmaklar kururken, baraj çevresi imara açılırken çiftçiler; “HES projesinden önce çok iyi verim alıyorduk” derken! Kavak ve Havza ilçelerini mesken tutan Kanadalı şirket 2024 yılına kadar sürecek ağaç katliamı için özel izin alırken!

12 bin yıllık insanlık tarihi olan Hasankeyf ve Dicle vadisi baraj suları altında yok edilerek, tarihin ve doğanın çığlığı duymazdan gelinirken! Sinop İnceburun’da nükleer santral için 650 bin ağaç kesilmişken! Kazdağlarında, Karadeniz yaylalarında, Toroslarda Eskişehir’de Muğla’da, Kuş Cenneti’nde insanlar doğa için direniyorken!

Hele de Marmaris Okluk koyunda 3 yıldır yapımı devam eden 300 odalı yazlık saray için binlerce ağaç kesilip, bölgedeki evler ve işletmeler boşaltılınca halkın; “70 yıllık ata topraklarımızdan zorla çıkarılıyoruz.” şeklindeki yakınmaları dikkat çektiği halde, dikkate alınmazken! ÇED (Çevresel Etki Değerleri) raporları önemsenmeden HES’lerin  (Hidroelektrik Santralleri) önü açılarak; toplu balık ölümleri yaşanırken, çevre dengesi alt üst olurken, Karadeniz’de kanser vakaları artarken, bitki çeşitleri yok olup arılar tozdan ölürken!

Çok yıprattığımız doğanın, acilen yardımımıza ihtiyacı varken! Ülkeler düzeyinde değil, bireyler düzeyinde de hepimize iş düşerken! Ülkenin geleceği satılırken, dertlerine çare bulmak için yollara dökülenlerin üzerine kimyasal gazlar sıkılırken! Uluslararası kıdemli uzmanlar; suların yükselmesi, su sıcaklığının artması, oksijen seviyesinin düşmesi gibi nedenlerle İstanbul ve İzmir’in çok zarar göreceğini açıklarken!

Doktorlar; Kirlettiğimiz havadan çektiğimiz her bir nefesin sağlığımıza kalıcı zararlar verdiğine; artan düşükler, erken doğumlar, Alzheimer, kalp, karaciğer, akciğer ve giderek tüm organlarda yarattığı hasara dikkat çekerken! Hayatı ve doğayı savunanlarla yönetim arasına hep kalın duvarlar örülürken! Çevre duyarlığının ve doğayı korumanın partisi olur mu diye sormayalım mı?

İlham veren, hikâyesi olan, örnek olan, örnek alınan ve iyi ki var dedirten ÇEKÜL, TEMA ve benzeri kurum ve kuruluşların yanında yer almayalım mı? Geç kalmış bir uygulama da olsa; Marketlerde poşetler 25 kuruşa çıkınca kullanımın yüzde 75 azaldığını görüp,  “aman bana ne demek!” yerine, bu duruşu sürdürmeyelim mi?

Bu listeyi uzatmak mümkün ama yeri gelmişken, her ülkeye değil, her eve lazım olan iki gence 11 yaşındaki doğa aktivisti Atlas Sarrafoğlu ve 16 yaşındaki İsveçli iklim aktivisti Greta Thunberg’e teşekkür ediyorum! Deniz diyen, iklim diyen, doğa diyen ve konunun en yakıcı noktalarına dikkat çeken dünya ve ülkemiz gençlerinin oluşturduğu bu takım ruhu girişimini çok değerli ve anlamlı buluyorum.

Bir yanda gelecek bizim, gelecek hepimizin diyen, “Siz para ve ekonomi derdinde iken insanlar acı çekiyor, insanlar ölüyor görmüyor musunuz?” diye haykıran çevre eylemcisi 15 arkadaşıyla küresel ısınmaya karşı mücadeleye başlayan gençlerle gurur duyuyor, alkışın ötesinde, yanaklarımın umut ve gururla ıslanmasına mani olamıyorum.

Bir yanda günlük ve sıradan politikaların ülkeleri getirdiği yere bakarken! Diğer yanda; New York iklim zirvesine katılarak liderleri sert bir şekilde eleştiren; “Boş sözlerinizle çocukluğumuzu ve hayallerimizi çaldınız. Bizi hayal kırıklığına uğrattınız, ama gençler artık sizin ihanetinizin farkında, gelecek nesillerin gözü sizin üzerinizde olacak diye kafa tutan pırıl pırıl gençleri görünce heyecanlanıyorum.

Hele de yargının güçlüden yana olduğu bazı ülkelerde, en değerli kupon arazileri ranta kurban edenleri “tarih ve doğa affetmeyecektir!” diyen, “ihtiyacımızdan çoğunu tüketmeyelim, plastik kullanımına son verelim, çöplerimizi ayrıştıralım, kampanyalara destek olalım!” çağrısı yapan Greenpeace üyelerini ve çevreci kuruluşları, doğa direnişçilerini yürekten alkışlıyorum.

Duyduğum günden beri yüreğime yerleşen ve beni hiç terk etmeyen bir konu daha var ki o da şu! Uluslararası harp cerrahisi kurallarına göre; savaşta aynı oranda yaralı iki asker, hekimin önüne geldiğinde önce düşman safında yer alan tedavi edilirmiş. Son derece hümanist, insancıl, insanı darmadağın eden bir kural! Da! Dası şu! İnsanın gönül tellerini sızlatacak ölçüde ve ölçekte duyarlı olan bu BATI! Neden kendi doğası değil de başkalarının havası- suyu- dağı - ovası söz konusu olunca bu kadar acımasız ve zorba olabiliyor? Bu kadar uygar bir düşünce nasıl oluyor da doğayı tahripte birbiriyle adeta yarışıyor? Bunu anlamakta zorlanıyorum! “Silah severler, doğayı ve sanatı sevmezler!” atasözü geçerli olduğu için mi? Bölgesel aktörler tatlı sert çıkışlarla günü kurtardığı için mi? Bu sorulara yanıt bulamıyorum…

Son dakika notu: Başta Afşin Elbistan olmak üzere Kardemir, Tunçbilek, Seyitömer, Çan, Silopi, Soma, Kangal, Çatalağzı, Çayırhan, Yeniköy, Kemerköy, Orhaneli termik santrallerinin zehir solumasını;  çevreyi- doğayı- insanı- börtü böceği zehirlemesini yönetim eliyle, vekillerin onayıyla bir süre daha uzatma! Termik santrallere filtre takılmasını 2.5 yıl daha uzatarak halkının ve doğanın zehirlenmesini isteyen bir yönetim! Bu son derece yaşamsal oturuma katılmayan her partiden vekiller! Baca filtrelerinin takılma sürecini 2022’ye kadar uzatırken neyi hedeflediği anlaşılmayan bir sorumsuzluk! Sözün bittiği yer bu olsa gerek dedirten bir boş vermişlik! Vardı ya! Bakın neler oldu…

Şok! Şok! Şok! Birkaç gün önce termik santraller için filtre takma zorunluluğunu Külliye’nin haberi ve onayı olmadan (!) 2.5 yıl erteleyen TBMM, 2 gün sonra Beştepe’nin, partili CB’nin vetosuyla karşılaşmaz mı? Bu vetoyu AKP’li vekiller ayakta alkışlamaz mı? Hal böyle iken konu masaya yatırılmaz mı? Artık bunun adı algı yönetiminde komedi mi sayılır? Siyasi iradenin dramı diye mi izlenir? “Ben yaptım oldu, ben vazgeçtim olmadı!” şeklindeki yönetim şeklimizin iki perdelik müsameresi olarak mı tiyatro tarihimize geçer? Onu bilemem!

Hatırlatma Notu: Bu çok kapsamlı (!) yazı dizisinin Cuma günü 3.ve son bölümünü okuyacaksınız.