ANALİZ

CHP’de “10 GÜNLÜK KURULTAY” TALEBİ

Önce Haluk Pekşen'le konuştum.
Seçim gecesi için ilginç bir mesaj göndermişti.
Özel mesaj olduğu için içeriğini şu anda paylaşmak istemiyorum.
Ancak artık herkes biliyor ki “o gece” bir şeyler döndü.
Ne olduğu konusunda aşağı yukarı görüşler ve bilgiler var elimizde.
Ama belli ki bütün bunların net içimde açığa çıkması için biraz daha zaman gerekecek.
CHP yönetimi ve adayı “o gece” çok çekingen davranınca aslında tren kaçtı.
Erdoğan bugün “tek adamlığını” dünyanın çeşitli ülkelerinden gelen devlet bakanı, cumhurbaşkanı ve diğer önemli devlet adamlarının katılımıyla ve görkemli bir törenle başlatıyor.
Böyle bir ortamda zaten kimsenin bazı gerçekleri öğrenmeyi bırakın dinlemeyi bile istemeyeceği kesin.
Ama ne olursa gerçekler günün birinde mutlaka açıklığa çıkacak. İşte o zaman kopacak asıl fırtına.
Muharrem İnce “o gece” çekip gittiğini unutarak hâlâ arkasında çok büyük bir toplumsal destek olduğunu düşünerek “kurultayın toplanmasını” istiyor.
İstediği bir hesaplaşma yapmak değil.
“Ben” diyor “hepinizin üzerine çıktım, tek başıma 15 milyon oy aldım, halk beni istiyor” diye devam ediyor ve sonunda da şunu söylüyor; “Çekilin kenara, ben başkan olacağım, o kadar.”
Elbette CHP'de bir hesaplaşma gerekiyor, bu yönetimin de çok yıprandığı, beceriksiz ve yetersiz olduğu da görülüyor, ama bir genel başkan değişimi de bu kadar kaba biçimde olmaz.
Nitekim bu nedenle CHP'nin aklı başında bütün üyeleri “Durun bakalım” dediler.
Muhtemelen İnce'nin beklediği kurultay toplanmayacak ve genel başkan olamayacak ama CHP'de çok uzun olmayan bir süre sonunda mutlaka büyük bir değişim yaşanacak.
Geleyim Haluk Pekşen'le konuşmamıza. İnce ortalığı “başkan olacağım” diye karıştırınca CHP içinde “başka alternatiflerin de olduğu” ortaya çıkmaya başladı.
Örneğin Haluk Pekşen'in de aday olacağı söylendi.
Konuşmamız bunun üzere oldu. Sordum “Doğru mu?” diye.
Haluk Pekşen “Ben her şeyden anlayan, her şeyi bilen, partiyi tek başına kurtaracağını söyleyen, bir tür HeMan değilim, olmam da” dedikten sonra şunu söyledi;
“CHP'de bir kurultay toplanmalı. Ama bu sırf genel başkan seçimi için olmaz. 10 günlük bir Kurultay toplanmalı. Partinin geleceği, vizyonu, iktidara gelmesi halinde neler yapacağı ortaya konmalı, bunun için ekipler oluşturulmalı ondan sonra bu ekipler seçime girmeli, sonra da genel başkan seçilmeli.”
Bana göre doğru bir yaklaşım.
Bugün için Pekşen'le konuşmamızı yazmaya karar vermişken cumartesi günü Umut Oran'dan bir mesaj aldım.
Kamuoyuna açıklama yapan Oran da “aklın yolu bir” prensibine uygun olarak “10 günlük kurultay” önerisi getiriyor.
Umut Oran'ın açıklamasındaki önemli başlıklar şunlar;
– Genel başkan arayışından önce ortak aklı bulalım
– Acilen kurultay kararı alalım ama genel başkan seçiminden önce CHP'yi baştan aşağıya çağa uygun hale getirelim!
– En az 10 gün sürecek kurultayda CHP'yi 21. yüzyıla uyumlu kılacak reformları yapalım.
– Siyaset sistemi baştan aşağıya değiştirildikten, parti içi demokrasi egemen kılındıktan ve ortak akıl kullanılmaya başlandıktan sonra partimize değer katacak pek çok yeni yüz siyaset saflarına katılacaktır.
– Elbette zamanın gerçeklerine uygun olarak kurumsal anlamda yenilenen CHP'ye genel başkan olarak hizmet etmek isteyen adaylar da olacaktır. Bu ihtiyaç ortaya çıktığında ben de üzerime düşen ve partililerimin uygun gördüğü hiçbir görevden kaçmayacağım ve gereğini büyük bir kararlılıkla yapacağım!
CHP'de aklı selimin öne çıkacağı kesindir. Bu nedenle kimse telaşlı dav-ranmazsa sonuca daha hızlı ve güçlü biçimde gidilir.

Bİ SORALIM BAKALIM

İSTANBUL'da KAÇ SANDIĞA İTİRAZ EDİLDİ?

Bu sorunun cevabını bilmiyorum. CHP belki itirazlar yapmıştır. Sonuç alamamış da olabilir.
Ancak kişisel kanaatim odur ki hiçbir yerde olmadığı gibi İstanbul'da da seçim sonuçları büyük bir “tevekkülle” karşılanmıştır.
Konuyu niye merak ediyorum.
Bilmem dikkat ettiniz mi?
Erdoğan'ın İstanbul'da yüzde 50'yi geçtiği söylendi.
Referandumda Hayır oyları yüzde 50'nin üzerindeydi.
Erdoğan referandumun rövanşını almış gibi sunuldu bu sonuçlar.
Ama açın bakın sonuçlara. Erdoğan için oran “Yüzde 50” olarak görülüyor.
Ne eksiği ne fazlası var.
Çünkü biliyor musunuz; Erdoğan'ın İstanbul'da yüzde 50 artı biri sadece 454 oyla geçti.
Kullanılan 9 milyonun üzerindeki oya kıyasla “On binde Yarım” farkla İstanbul alınmış görünüyor.
Diyorum ki hepsine değil, biraz kuşkulu görünen üç beş sandığa itiraz edilerek bile Erdoğan'ın “İstanbul'da yüzde 50 aldı” psikolojik propagandasının önüne geçilebilirdi.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

GAZİ KOŞUSU'nda BİLE ATATÜRK'ün ADINI ANMIYORLAR

Aradan bir hafta geçti aslında ama ben yeni öğrendim.
Çünkü konu Gazi Koşusu ile ilgili. Geçen hafta koşuldu. Ben de izlemedim.
Ama her yıl olduğu gibi bu yıl da Gazi Koşusuna giden bir dostum aradı hafta sonunda.
“Bunlar” dedi “Yakında Gazi Koşusu'nu da kaldırırlar.”
Şaşırdım “Hayrola” dedim “Ne oldu?”
Dostum “Ne olacak?” diye söze girdi. “Gazi Koşusu at yarışlarının en önemli koşusudur. Adını Atatürk'ten alır. Bu koşu halkın moralini yükseltmek için Kurtuluş Savaşı sırasında Ankara'da başlatılmıştı” diye devam etti ve soluklandı.
Sonra tekrar devam etti; “Hükümet bu koşu için Tarım Bakanı Fakıbaba isimli birini görevlendirmiş. Adam çıktı konuştu. Yahu Allah'ın adamı bir kere olsun Atatürk'ten söz et, adını söyleme, Gazi de bari. O da yeter. Onu bile yapmadı.”
Dostum sonra da bir gözlemini aktardı; “Ama ne oldu biliyor musun, koşuyu anlatan spiker çok büyük heyecanla defalarca Atatürk'ü andı. Yaşı biraz daha büyük olanların çoğunun gözyaşlarını tutamadığını gördüm.”

BUNU YAZMAK GEREK

HIZ TÜMSEKLERİNİN STANDARDI YOK

Geçenlerde hız tümsekleri ile ilgili yazdığım yazı pek çok siyasi yazıdan daha fazla ilgi gördü.
Kim bilir belki siyasetten artık umudunu kesenler fazlalaştı veya siyasi görüşü ne olursa olsun herkesin ortak derdi olunca tepkisi de daha ciddi geldi.
O yazımda annemi hastaneye ambulansla götürürken sürekli hız tümseklerinin üzerinden geçtiğimizi belirterek “Ambulansın içinde olunca insan daha farklı hissediyor. Biz rahattık ama her tümsek geçişinde annemin kırık kalçası daha da büyük acı veriyordu” demiştim.
Birçok okurum hız tümseklerinden yakınan mesajlar gönderdiler.
Gördüğüm kadarıyla en büyük şikâyet hız tümseklerinin bir standardının olmamasından kaynaklanıyor.
Yükseklikler birbirini tutmuyor. Bazı tümsekler kalın bir halat gibi ama bu da araçlara çok zarar veriyor.
Ayrıca bu tümseklerin yerleştirme planı da yok. Belediyeler kafalarına göre tümsek yapıyor. Böylelikle bazı yerlerde her 50 metrede bir hız tümseği olabiliyor.
En önemli sorunlardan biri de bu tümseklerin çoğunun uzaktan görülmemesi.
Üzerine beyaz boya vuruluyor esasında ama bu boya çok kısa sürede silinip gidiyor.
Sürücülerin çoğu onları fark edemiyor ve sert geçiş yapıyor.
Böylece araçlarda ön takım, burçlar, kol lastikleri, frenler, diskler, viraj kolları, arka kol lastikleri, rotiller, motor bağlantı kolları gibi daha birçok parçaları büyük zarar görüyor.
Sadece hız tümsekleri yüzünden araçlarda oluşan hasarların maddi kaybının ne kadar yüksek olabileceğini tahmin etmek bile zor.
Sonuçta kurallara uymayan üç beş maganda yüzünden konuyor bu hız tümsekleri.
Oysa eğitimli ve medeni bir ülke olunabilse “küçük gibi görünen” böyle bir sorunumuz hiç olmayacak.

ÜZÜLDÜM

SAYGI ÖZTÜRK YAZMIŞ MEĞER

Hafta içinde, seçim günü YSK'nın önünde Muharrem İnce'nin hemen arkasında duran kişinin kimliğinin 15 gündür meçhul olduğunu ileri sürmüştüm.
“Kafamı bozan şeyler” başlığı altındaki yazımda “Ankaralı sözde gazetecilerin bunu sormadığını” ileri sürmüştüm.
Buradan kastım bir kişi ya da bazı kişileri hedef almak değildi elbette.
Okurlarım bilirler, yandaş medyayı tarif ediyorum bu tür yazılarda.
Ama işe bakın ki Sözcü Gazetesi yazarı Saygı Öztürk meğer seçimden 5 gün sonra o kişinin kimliğini yazmış.
Tabii ben “kimse yazmadı” deyince alınmış, bana da bir mesaj göndermiş.
Şöyle diyor mesajında Saygı Öztürk;
Sayın Can Ataklı, “Aradan geçmiş 15 gün” geçmeden o adamın kim olduğunu 29 Haziran tarihli “Muharrem İnce'nin kayıp saatleri” başlıklı yazımda açıkladım. O yazıda da bu kişinin YSK'de CHP Temsilcisi olduğunu belirttim. Yazında “Ankara'da gazeteciyim diye gezenler kim bu adam diye sormadığını ” belirtiyor, “15 gün sonra biri lütfedip yazıyor” diyorsun. İlk gün olduğu gibi 15 gün sonra da olayı farklı boyutlarıyla da gündeme getirdim. Haksızlık yaptığını, hatta aşağıladığını düşündüğüm için bu notu gönderdim. İyi günler dilerim. Saygı Öztürk
Haksızlık mutlaka olmuştur ama aşağılamak mümkün değil elbette.
Hemen Saygı Öztürk'e bir mesaj göndererek özür diledim.
Ankaralı gazetecilerden oldum olası korkarım. Siz bazılarını kendiniz gibi zannedersiniz ama öyle bir operasyon çekerler, hakkınızda öyle şeyler yaparlar ki feleğiniz şaşar.
Umarım dilediğim özür kabul edilir de yine “dost ateşine” maruz kalmam.

https://twitter.com/can_atakli_