ÇOK ŞÜKÜR DİYE DİYE…
 
Yazmak ve paylaşmak bizim mesleğin olmazsa olmazıyken hangi birini yazacağımızı şaşırdığımız günlerden geçiyoruz.  O derece yani!
 
Bir yanda sayıları 1 milyon 150 bine ulaşan İHL’ler ve o okullarda okuyan öğrencilerin Nurettin Canikli’ye göre; “Bu okullarda okuyan öğrencilerden korkmayınız onlar bu ülkeye fayda ve hizmet getirir” şeklindeki açıklaması. Diğer yanda İHL dışındaki okullarda yetişenlerin ülkeye ne getirdiğinin hiç anlatılamaması!
 
Bir yanda Libya’dan Mısır’a, İsrail’den Suriye’ye, Irak’tan İran’a, Rusya’dan Ermenistan’a, Çin’den Avrupa’ya uzanan, bazılarıyla limoni, bazılarıyla restleşmeli, bazılarıyla kavgalı, bazılarıyla da ayar çekmeli dış ilişkilerimiz. Diğer yanda yüzünü ve yönünü AB’den, Avrupa Topluluğundan çevirip Körfez’e, yani Katar Emirliği, Suudi Arabistan Krallığına çeviren, bugünlerde de sık sık ŞİÖ diyen bir ülke.
 
Bir yanda TRT World Kanalı’nın açılış töreninde Erdoğan’ın; “Türkiye’nin bizim dönemimizdeki dış politikasının ana ekseni insani değerlerin ve milli çıkarların tam uyumu üzerine kurulu olmasıdır. Aslanlar kendi hikâyelerini yazmaya devam edecek” şeklindeki güne ve haftaya damgasını vuran sözleri. Diğer yanda bu süreci hızlandırmak için Avrupa Parlamento Başkanı Schulz’a; “Kimsin sen ya! Sen kimsin? Terbiyesize bak ya!” diye ayar çekmemiz.
 
Bir yanda 5 gençten 1’inin evde oturduğu, resmi rakamlara göre 3.5 milyon, gayri resmi rakamlara göre 6.5 milyon, fısıltı gazetesine göre 18 milyonu bulan işsiz sayımız. Ve 15-24 yaş arası genç işsizlikte rekora koşuyor olmamız. Bu oranla da dünyada ilk 10’a girerek, Nijerya, Mısır, Güney Afrika ile birlikte anılmamız. Diğer yanda 6.5 milyon işsizi olan bir ülkenin örtülü ödenekten yaptığı sınırsız harcamalar, temsil- ağırlama giderlerinde kırılan rekor, devletin ödediği fahiş kira bedelleri.
 
Bir yanda 35 televizyonun Ankara’dan naklen verdiği ve içinde; mezarlık çevre düzenlemesinden, basketbol potalarının dikilmesine, oturma banklarının açılışından dekoratif cadde lambalarına, taş toplama makinesinden merdiven yapımına kadar çok amaçlı ve göz yaşartan 88 dev eserin(!) toplu açılış töreni. Diğer yanda dünyada bir eşi daha olmayan gurur tablosunun yarattığı toplumsal sevinç! Dünyanın saygın üniversitelerinden en son olarak da Uganda’dan aldığı 44 fahri doktorası ve Kazakistan’dan verilen fahri profesörlüğüyle ulaşılmaz bir lider.
 
Biz iç ve dış siyasetle boğuşurken, yaşamın ve sanatın her dalında tıkanma yaşanırken, Unkapanı’dan gelen haberle 128 müzik şirketinden 124’ünün kapandığını öğreniyoruz. Bunun adı emek hırsızlığı mıdır?  Sanatın her alanına çöken karanlık mıdır? Bazı şeylerin el altından yürütülmesi midir? Bilmiyorum. Bildiğim o ki bir zamanlar yolu oradan geçenlerin kendini tahtına kurulmuş kral ve kraliçeler gibi gördüğü o piyasanın da artık yerinde yeller esiyor…
 
Özetle, fotoğrafın bütününe bakarken insan düşünmeden edemiyor doğrusu! “Müesses nizamdan ve nizamı mülklerinden sual olunmaz” dedikleri acaba bu mu?