DİLİMİZİN DÖNDÜĞÜ, AKLIMIZIN YETTİĞİNCE SORALIM!

Bizim gibi ileri demokrasiyle yönetilmeyen(!) az gelişmiş “Ey Batı!” ülkelerinde; Toplumun istekleri ve haklı talepleri için devlet kaynak yok demez, kaynak yaratır, çözüm bulur, çareler üretir, sonuca ulaşır. Çünkü ülkeyi yönetenlerin temel ve öncelikli sorumluluğu halkının refahıdır ve çünkü kamu kaynakları; AVM’ler yapmak, saraylar inşa etmek, dağı taşı toprağa çimentoya boğmak, sükseli çılgın projeler için değil, insanlar içindir…

Yine yabancı yatırımcı ülkeye neden yatırım yapmıyor, yerli yatırımcı neden ülkesinden gitmenin yollarını arıyor gibi sorulara ülkeyi yönetenlerin kaçamak olmayan yanıtlar vermesi birincil görevidir. “Yine’nin” anlamına gelince; Adı sanı belli olan, ancak yarın ne getireceği pek de belli olmayan ekonomik ortam ve güvensizlik iklimi varken, etkili ve yetkililerin abartılı ifadelerle her şeyi güllük gülistanlık gibi göstermemesi yöneticilerin başat sorumluluğudur.

Gelelim çözüm odaklı saptama ve sorulara!

Çocukların çocuk doğurduğu(!), kadına yüklenen rollerin, ondan beklenenlerin dünden bugüne hiç değişmediği, erkeğe “seviyorsan öldürebilirsin” hakkının verildiği ve gerçeklerin görmezden gelindiği ülkelerde çözüm odaklı düşünerek eylem planları yapılamaz mı?

“Başımın tacıdır” dediği karısını öldüren koca; “seviyordum öldürdüm!” dediğinde, “öldürerek nasıl sevilir?” diye sorulmaz mı? Kadının yaşamının olduğu kadar toplumsal, siyasal konumunun da erkek egemen toplumun iki dudağının arasında olduğunun farkında olunmaz mı? Kadının; fedakârlığının, anneliğinin, evlatlığının yaşam boyu hep sürdüğünü bilmek ve görmek gerekmez mi? Bu arada toplum, uyanın dedikçe uykuya dalanlara; kadınların arkasındaki yürek gücünü kabul etmek size niye bu kadar ağır ve zor geliyor diye sormak uygun olmaz mı?

Ayrıca işsizlik sorununun çok küçümsendiği, baskıların insanları haklarından vaz geçmeye zorladığı,  kadına yönelik cinsel, fiziksel, ruhsal, psikolojik, ekonomik ve sanal şiddetin arttığı bir iklimde ülkeyi yönetenlerin bu sorunlara acilen eğilmesi gerekmez mi?

İlgili bakanın “1144 define arama izni verdik hiçbir şey bulunamadı” şeklindeki itirafı! Bunları dert edinmeyen meclisin nelerle uğraştığı, iş zehir solumak, define ruhsatı vermek, vekil araçlarına trafikte geçiş üstünlüğü, vekil yakınlarına sağlık hizmetlerinde ayrıcalık sağlamak, TBMM’ye yeni lokanta ilave etmek olduğunda, nasıl da hızlı karar verildiğinin, ülke gündemini daha çok meşgul(!) etmesi, muhalefet ve basın tarafından daha sık eleştirilmesi beklenmez mi?

“AKP döneminde yıllık muayene sayısı 209 milyondan 800 milyona, yıllık ameliyat sayısı 3 milyondan 15 milyona çıkmıştır!” diye övünerek meclis kürsüsünden açıklama yapan AKP genel başkan yardımcısına! Şehir hastaneleriyle övünen bakanlara! Şu örnekler verilerek sormak gerekir! Sayenizde toplum bayağı hastalanmış, 2001 yılında da tek bir şehit cenazesi gelmemişti, 17 yılda ülkede ne ruh sağlığı, ne akıl sağlığı, ne de beden sağlığı kaldı diye hatırlatmak yerinde bir uyarı olmaz mı?

Yine farkında mısınız bilinmez ama hepsi ortada! İşsizlik, yoksulluk, kadın cinayetleri, intihar eden yurttaşlar tüm bunların oluşturduğu ruhsal bunalımlar ve gençlerin ülkeyi terk etmesi sonucu oluşan beyin göçü mesela! Yönetimin ilgi alanınıza girmez mi?

AKP iktidara geldiğinde MEB bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17.18 iken, 2020’de yüzde 4.65’e indi, bu arada ülkenin dış borcu 130 milyar dolardan 450 milyar dolara çıktı “ne söylemek istersiniz?” diye mikrofon uzatmak yerinde bir çıkış olmaz mı?

Konuyu açmak ve kadın sorununa getirmek adına şu soruyu sormaktan kendimi alamıyorum! Teknoloji sektöründe çalışan 245 bin kişinin 24 bin 500’ü kadın! Neden? Aynı eğitimi alıyor, aynı sıralarda okuyor, aynı hocalardan ders alıyor ama sektörde yüzde 10 oranında iş buluyoruz! Kadın işsizlik oranı yüzde 37’ye dayanmış! Niçin?  Bu sorunun cevabını biz bilmeyiz büyüklerimiz mi bilir? Dünyaca kabul görmüş dünya liderleri mi yanıtlar? Yoksa kadının yeri evidir diyenler mi belirler? İnsan bu noktada söz bulamıyor ve kararsız kalıyor doğrusu…

Ülkemize ait bu örnekler ve sorulardan sonra demem o ki; İyisiyle kötüsüyle akıllısıyla akılsızıyla, uyumlusuyla uyumsuzuyla, romantiğiyle, realistiyle, korkağıyla cesuruyla,  acıyla tokuyla, eğitimlisiyle eğitimsiziyle, askeriyle siviliyle, kadınıyla erkeğiyle, yaşlısıyla genciyle herkesin hepimizin yöneticiler bilmese de bayağı tasarruf ettiğimiz bilinmelidir.

Görüp anlamasalar da kimimiz giyiminden, kimimiz boğazından, kimimiz sık sık zam gelen doğalgazdan, kimimiz gideceğimiz filmden, alacağımız kitaptan, beğendiğimiz eşyadan, çocuğun ihtiyacı olan paltodan, evin zorunlu gereksinimlerinden tasarruf ediyoruz. Keşke duruma bir de bu açıdan baksanız, bakabilseniz ne iyi olur…

“Burda Neler Yok” şiirinin şairi İlhan Sami Çomak hapishane ortamını anlatırken şöyle diyor: “Bahçe duvarını aşıp okulu asan çocuklar yok/ Simit kokusunun kalabalığı çağıran tazeliği yok/ Mevsim dönümleri, ay tutulması yok/ Kedinin patisi, atın terleyen hızı yok!”

İyi de! Ya! Ülkenin tümüne aynı hava hâkimse ona ne demeli?