DOĞU SİNEMASI*

Başlık beni alıp çocukluğumun Kars’ına, gençliğimin Erzurum’una, anılarımın ana vatanına götüren Yazar Nermin Ergenekon’un ilk öykü kitabının adı…

Erzurum doğumlu olan yazar, bir süre öğretmenlik yaptıktan sonra yerel, bölgesel, ulusal gazete ve dergilerde yazılar yazmış, Mersin Gazeteciler Cemiyeti tarafından verilen “Korkusuz, Yılmayan Kadın Gazeteci Ödülü’nü” almış, sonrada oturup bu kitabı yazmış. İyi etmiş, iyi ki yazmış…

Şimdi kitabın sayfalarında dolaşma zamanıdır…

Yazar; “Doğu Sineması, günümüzden 60 yıl önce adeta hayatın, dünyanın, Erzurum’un merkeziydi.” Diyor! Çok doğru bir saptama bana göre. Çünkü tüm Anadolu illeri için bu tanım geçerlidir.

Kendi açımdan bakarsam; Doğu Sineması, hem çocukluğumun Kars’ının unutamadığım mekânlarından biridir. Hem de öğrencilik yılarımın geçtiği Erzurum’un unutulmaz filmleri izlediğim sinema salonlarındandır. O nedenle geçmişime ait neler bulacağım merakıyla okuduğum kitabı bir solukta bitirdim ve yargımda yanılmadım…

Doğu geleneklerine ve yerel dil ve deyimlere son derece hâkim olduğunu kanıtladığı kitabında yazar şöyle diyor; “Kahvenin çaycısı Kemal Emi, çay tabakları bardaklara kapatılmış halde kıtlama çay taşırken, kulağının arkasından eksik olmayan tebeşirle dağıttığı çayların sayısını dükkânların kapısına işaretlerdi.(s,10)

“Kemal Emi!”, kıtlama çay, döşek üzü, tek atlı yaylı, fayton, “uşağı yoldan çıkarma!”, “anan gurban”, sımışka, (çekirdek), geven (saman), peşkir (havlu), çerçi (seyyar satıcı), sinemanın ahşap çıkış kapısına delik açıp film izleyen mahalleli çocuklar” vb gibi tanım ve sıfatlar beni alıp çocukluğuma ve Kars’a götürdü…  

“Tereklerde dizili sayısız bakırlar, ne kadar özenilirse özenilsin her yemeğe mutlaka kulp bulan erkeklerin; ‘tuzlu, tuzsuz, çok pişmiş, az pişmiş, çiğ, sıcak, soğuk’ şeklindeki sözlerine bin kez susup bin kez ölerek dayanan kadınlar” bölümü hep tanık olduğumuz ve hiç şaşırmadığımız davranış kalıplarına götürdü…(s, 19)

Filmlerin esas kızlarını izlerken dönemin ünlü artistleri olan Muhterem Nur gibi bakmaya, Belgin Doruk gibi giyinmeye, Neriman Köksal gibi davranmaya çalışan kadınların özlem dolu iç dünyasına götürdü…(s, 27)

O halde satırlarda dolaşırken, hissettiklerimi, özellikle vurgulamak istediğim noktaları ve bana duygu fırtınaları yaşatan bölümleri paylaşmalıyım…

 “Sinemanın ışığını daha Cumhuriyet’in on altıncı yılında şehre yayma çabalarına girişen, geleneksel halk dindarlığı içinde insana saygısını asla bozmadan, şehir insanını sinemaya çekmeyi başaran, eğitim görmemiş, diploması olmayan, alaylı bir halk ilişkiler uzmanı sayılan, çalışkan, özgüvenli, yürekli Refik için ancak ‘fenomen” tanımı yapılabilir. Bilinen bir gerçek varsa, Refik, hikâyesi olan bir adamdı.”(s,29)

Sarıkamış bozgununda hayatın kaybedenler için; “O gün evlerin hiçbirinde tandır yanmadı, tahta siniler sofralar kurulmadı, yemeğe kimse oturmadı. Kadınlar acı dolu ağıt yakmaktan bitkin düşmüşlerdi.” (s, 37)

“Evden ölü çıkmışsa o ev artık hasta yatağıydı, yüzlere kül elenmişti. “Ağam! Biraz sus. Zaten ciğerim köze, kömüre kesmiş” diyen kadınların sayısı artmıştı. Gökten hem ölüm, hem zulüm yağıyordu. Giden canların yokluğundan ötürü gülüşler yüze uğramaz olmuştu, yürekler susmuştu.” (s, 58)

“Ervahı ezelden, Levh-i kalemden/ Şu benim bahtımı kara yazmışlar.” Çobanın söylediği bu türkü ona fena dokunmuş, sanki yarasına tuz basmıştı. Türküyü yüreğine yazarak yürüdü gitti.” (s, 74)

Yazar kitabında sık sık ilginç metaforlar kullanarak, yerel dilin inceliklerine vurgu yapıyor. Doğu kadınının doğuştan kaderinin ve kederinin ortak olduğunu, onların gözlerinin ve kulaklarının önce babaya, baba yoksa erkek kardeşe, sonra kocaya, kocadan sonra kocanın babasına dönük olduğunu ifade ediyor. “Acı yaşanan evlerde kadınların ağzından söz, sevinç çıkmazdı.” şeklinde acıyı tanımlıyor…

Özetle: Kitap vardır, sayfalarını içer gibi, sık sık fren yaparak okursunuz. Kitap vardır, tadına vararak, altını çizerek, bitmesini istemeyerek yavaş yavaş okursunuz. Bu kitabı bitirdiğimde aklımdan ve yüreğimden kolay kolay silinmeyecek bölümler deyim yerindeyse kızamık dökmüşe dönmüştü…

Demem o ki; Yazarını kitaba akıttığı ter, verdiği emek için kutluyorum. Kitabında bazen altını çizerek, bazen ağlayarak, bazen gülümseyerek, bazen eğlenerek, kendimi evimde, öğrenci yurdunda hissettirdiği için ona teşekkür ediyorum. En çok da beni alıp çok eskilere götürdüğü için, unuttuğum deyim ve sözcükleri yeniden hatırlattığı için onu tebrik ediyorum…

Dilek ve temenni notu: Yazarın sahici ve samimi bir anlatımla okuru eşsiz bir yolculuğu çıkardığı kitabının yolu açık, iç içe geçmiş evlerde yaşayan insanların umutlarını, öfkelerini, hayallerini başarıyla yansıttığı kitabının okuru bol olsun…