MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Erdoğan bunları söyleyecek de Trump neler söyleyecek acaba?
İktidar açısından bugün “tarihi bir gün” olarak niteleniyor.
Çünkü AKP Genel Başkanı Erdoğan, Amerika’da ve bize göre bugünün akşamında Trump ile görüşecek.
Erdoğan, Amerika’ya hareket etmeden önce her zaman olduğu gibi havaalanında açıklamalar yaptı.
Amerika’daki gündemini anlattı.
Erdoğan’ın, Amerika ile ilişkimizi tanımlarken “sancılı” ve ardından “sisli” kelimelerini kullanması çok ilginç geldi bana.
Bu, daha baştan bir gerginliğin kabulü gibi.
Ya da önce durumu çok gergin gibi gösterip sonra bahar havası yaymanın hazırlığı da olabilir tabii.
Erdoğan, Trump’la iki tür görüşme olacağını söyledi.
Biri dar kapsamlı bir özel görüşme, diğeri de heyetler arası görüşme olacakmış.
Terörle mücadele, görüşmelerin ağırlıklı konusuymuş.
Terör denince elbette FETÖ konusu da konuşulacakmış.
Suriye meselesi de enine boyuna ele alınacakmış.
Erdoğan açıklamalarında DEAŞ militanlarının da ülkelerine gönderilmeye başlandığını belirterek, “Bundan sonra onlar düşünsün” dedi.
Merakım şu ki, bugüne kadar biz ne düşünüyorduk acaba?
Öyle ya bu teröristler hep bizim elimizde miydi ki?
Erdoğan açıklamalarında, açıkça söz etmemekle beraber, o rezil mektupta adı geçen teröristin nasıl bir katil olduğunun belgeleriyle Trump’a takdim edeceğini söyledi.
Buraya bir parantez açayım; Erdoğan konuşmasında birkaç kere “takdim etmek” tanımını kullandı. Takdim etmek sunmak demektir. Kelime olarak karşılığı olmasa da “takdimin” dilimizdeki kullanımı genellikle astın üste bir şeyi sunması gibidir. Erdoğan ısrarla niye bu kelimeyi kullanıyor, pek anlamadım. Takdim edeceğim yerine “Vereceğim, göstereceğim” gibi kelimeleri kullanabilirdi.
AKP Genel Başkanı, Trump’a verdikleri sözlerin tutulmadığını anlatacağını, daha önce çizilen Güvenli Bölge’nin henüz bizim için geçerliği olduğunu da söyledikten sonra “Dönüşte Putin’e de bilgi vereceğini” kaydetti.
Erdoğan ayrıca 100 milyar dolarlık ticaret hacmi konusunu da dile getirdi.
Buna da bayılıyorum ayrıca, sanki her şey düzgünmüş gibi ille de ticari konuların konuşulacağını anlatmıyorlar mı, bana çok komik geliyor.
Buraya kadar güzel.
Ancak herhalde farkındasınızdır sizler de bu dış ilişkilerde çoğu kez sadece bizim taraftan yapılan bilgilendirmelerle yetiniyoruz.
Erdoğan ve adamları, yabancı liderlerle ilişkilerde hep kendilerinin neler söylediklerini anlatıyorlar.
Ama sıra karşı tarafın ne söylediğine gelince pek bilgi alamıyoruz.
Çünkü karşı taraf basın toplantılarında konuşuyor. Bu toplantılardaki açıklamalar da siyasi ve diplomatik nezakete göre olduğu için ayrıntıları öğrenemiyoruz.
Erdoğan, Suriye’de verilen sözlerin tutulmadığını söyleyecek de Trump buna ne cevap verecek?
Trump mektubunda, “Bununla konuş” dediği ama Erdoğan’ın “kanlı katil” olarak belgelerini ortaya koyacağı teröristle ilgili nasıl bir tavır takınacak?
Erdoğan, Amerika’ya giderken S-400ler veya F-35’lerle ilgili hiçbir şey söylemedi.
Ankara’dan ayrılırken yaptığı konuşma tonuna bakınca Erdoğan’ın Beyaz Saray’da masaya yumruğunu vuracağı hissine kapılıyoruz, peki Trump alttan mı alacak, yoksa masaya daha mı hızlı vuracak?
Bunları bilmemiz belki mümkün bile değil, ama bildiğimiz bir şey var;
orada ne olursa olsun, 14 Kasım tarihinde yandaş medya kamuoyuna “Muhteşem zafer” haberleri verecek. Kuşkunuz olmasın.
BUNU YAZMAK GEREK
Sen kimsin yaa, sana mı soracaktık?
Erdoğan iktidarının, 17 yıllık sürecinde en çok duyduğumuz sözlerden biri bu biliyorsunuz.
Anayasa konusunda bir tartışma çıkıyor, bir anayasa profesörü görüş bildiriyor, bu görüş Erdoğan’ın hoşuna gitmiyor “Sana ne yaaa, sana mı soracağız?” deyiveriyor.
İnşaatlarla ilgili bir konuda mühendisler Erdoğan’ın söylediklerinin aksini mi söylediler, cevap anında geliyor “Sen kimsin yaaa, sana mı soracağım?”
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi bir konuda Erdoğan’ın aleyhine bir karar mı aldı, aynı sözden onlar da nasibini alıyorlar “Biz ulemaya sorarız, sen kimsin yaaa?”
Önceki gün ağaç dikme seferberliği yapıldı.
11’inci ayın 11’inde saat 11’de Türkiye’nin 81 ilinde 11 milyon fidan dikildi.
Erdoğan bunun gerçek çevrecilik olduğunu söyleyerek yine Gezi göndermesi yaptı, “Nerede bu çevreciler?” diye sordu.
Çevreyi katleden, yeşili yok eden, üç kuruş para için on binlerce ağacı kesen bir iktidarın çevreci kesilmesi, ağaç dikmesi ne kadar inandırıcı bilemiyorum artık.
Tabii fidan dikmenin nasıl olacağını, ne zaman dikilmesi gerektiğini de bilemem. Ama bilenler var.
Bu ülkenin orman mühendisleri, bitki uzmanları, ziraatçıları elbette bu konuyu biliyorlar.
Onlardan öğrendiğime göre ağaç dikmenin en elverişli zamanı ilkbaharmış.
Çok soğuk hatta don olma ihtimali olan dönemlerde dikilen fidanlar tutmazmış.
Ormancılar ve konunun bilimsel uzmanları dikilen 11 milyon fidanın yarıdan fazlasının heba olabileceğini söylüyor.
Uzman olması gerekip de bunun aksini söyleyen bir kişiye rastladım.
Orman Genel Müdürü Bekir Karacabey, ağaç dikmenin tam da bu günlerde en iyi zaman olduğunu söyledi.
Orman Genel Müdürü’nün en azından orman ya da ziraat mühendisi olduğunu varsayıyorum ve bu açıklamayı nasıl yaptığını çok merak ediyorum.
Sanıyorum saraydan “Ağaç dikilecek” talimatı gelince, söyleyecek fazla da lafı yoktu.
Ayrıca orman mühendisi, ziraat mühendisi de neymiş, onlar da kim oluyormuş, onlara mı soracaklardı yaaa?
Bİ SORALIM BAKALIM
Siyasi bir isme, koruma vermek lütuf mudur?
CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’na, İçişleri Bakanlığı tarafından tahsis edilen iki koruma görevlisi geri çekilmiş.
Herhangi bir gerekçe gösterilmemiş.
Ancak anladığım kadarıyla koruma polisleri seçimlerden önce Kaftancıoğlu’na yönelik bazı tehditler üzerine verilmiş, görev süresi olarak da 9 Kasım belirlenmiş.
Buna karşı her nedense koruma polisleri, görevlerinin bittiğini belirterek vedalaşmamışlar, gün ortasında Kaftancıoğlu’nun katıldığı bir etkinlik sırasında başka polisler gelerek, polislerin geri çekildiğini bir tutanakla bildirmişler.
Belli ki Süleyman Soylu, “Ben siyasi rakibimiz olan bu kadına niye koruma vereyim?” diye düşünmüştür.
Devletin sahibi ya, polisin de sahibi olarak görüyor kendini haliyle.
Canan Kaftancıoğlu polis tarafından korunmazsa ne olur?
Herhalde bir şey olmaz. Ama burada benim anlamadığım bazı noktalar var, onları sormak istiyorum.
Birincisi, bir partinin il başkanına neden koruma polisi tahsis edilir?
İkincisi herhalde can güvenliği riski görüldüğü için verilen bu polisler, aynı kişinin görevi aynen devam ettiği halde hangi kritere göre geri çekilir?
Güvenlik riskinin ortadan kalktığı düşünülüyorsa bunun da kriteri nedir? İstanbul’da hangi parti il başkanlarına koruma tahsis edilmiştir? Biri hariç, diğer il başkanlarının güvenliği ile ilgili riskler devam mı etmektedir?
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Anıtkabir, tarihinde ilk kez bu 10 Kasım’da siyasi bir gösteriye sahne olmuştu.
Anıtkabir Komutanlığı tarafından önceden içeri alınan bir grup, AKP Genel Başkanı için tezahürat yapmıştı.
Ben de dünkü yazımda “Daha önce İmamoğlu’nun mazbatasını almadan Anıtkabir Özel Defteri’ne İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı imzası atmasından çok rahatsız olan ve bu nedenle Anıtkabir Komutanı’nı görevden alan” askerlere, bu son olaydan da rahatsızlık duyup duymadıklarını sormuştum.
Belli ki askerler bu siyasi gösteriden hiç rahatsız olmamışlar. Çünkü hiçbir medya organında “Askeri çevreler çok rahatsız oldu” türü bir haber görmedim. Şu ana kadar Milli Savunma Bakanlığı da “rahatsızlık” açıklaması yapmadı.
Anıtkabir Komutanı da yerinde oturuyor. Aferin hepinize.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Yukarıdaki başlık bana ait değil.
Adalet Partisi Genel Başkanı Vecdet Öz, kendi uzmanlık alanına giren bilimsel bir konuda yazı yazmış, başlık o yazının başlığı.
Bana çok ilginç gelen bu yazıyı sizlerle aynen paylaşmak istedim:
Birikmiş, varoş kininin ete kemiğe bürünmüş halidir Recep Tayyip Erdoğan…
Ezeli kinin intikam hissine dönüşmesi ve birikerek sıçramasıdır AKP iktidarı…
İtildim kakıldım, cahil bırakıldım artık güç bende diyebilmenin neticesidir 17 yıllık safahat…
Görmezden gelinen kitlenin, kendinden yüksek gördüğü güruha had bildirmenin dış destekli tezahürüdür olanlar…
Saray’da oturan Tayyip Bey’in ailesi değil, ezilmişlerin tümüdür…
40 bin Euro’luk çanta Emine Hanım’ın değil, tüm ezilen kadınlarının kolunda takılıdır…
Ekonominin kötüye gitmesi, eğitimin kevgire çevrilmesi, adalet duygusunun yok olması zerre umurlarında değildir…
Aristokratlara mal olmuş ‘Atatürk’ kompleksi, karşısında artık ‘bizim de bir Atatürkümüz ve kahramanımız var, bizim de kurtuluş mücadelemiz var’ demenin fırsatı olmuştur 15 Temmuz..
Bu imajı güçlendirme çabalarıdır ‘ey Amerika’ söylemleri, sınır ötesi faaliyetler ve kafa tutmalar..
Kendi Atatürklerini ve kurdukları kara düzeni öne çıkarma arzusudur Anıtkabir’e olan dil uzatmalar, Cumhuriyet düşmanlığı ve parantezi kapattık söylemleri…
Artık devir onların devri, sultan onların sultanıdır!!
Öyle bir ekonomik kriz oldu diye giderler mi sanıyorsunuz?
Böylesi manevi bir tatmin bir daha geçer mi ele?
Böylesi bir fırsatı yakalamışken işin peşini bırakır mı hiç emperyalizm??
Öyle lümpen lümpen bakmayın yazdığım yazıya!!
Oturun düşünün ve artık aklınızı başınıza alın!! Gerçek bu!!
Sonra da bu işin çözüm sosyolojisini bilen ve yıllarca bu konuda ilmi çalışma yapmış bendenize kulak verin!!
YOKSA, GEÇMİŞ OLSUN TÜRKİYE’M....
Dr. Vecdet Öz-Adalet Partisi Genel Başkanı
https://twitter.com/can_atakli_