ÖNERİ
Erdoğan gitmesin, Trump gelsin
Tayyip Erdoğan'ın Amerika Başkanı Trump ile konuştuğunun açıklandığı andan itibaren çok garip olaylar yaşadık.
Yaşamaya devam da ediyoruz bir anlamda.
Neler söylemedi Amerikan Başkanı.
Önce Erdoğan'la telefon konuşması yaptı. Ortada henüz operasyon yoktu ama Erdoğan, “Yapıyoruz” bilgisi vermiş bu görüşmede.
Nitekim önce bizim saray açıklama yaptı, Erdoğan'ın, kasımda Amerika'ya gideceği belirtildi. Ardından Beyaz Saray açıklaması geldi.
Türkiye'nin Suriye'ye askeri operasyona başlayacağının anlaşıldığı ama Amerika'nın buna destek vermeyeceği gibi, katılmayacağı da belirtiliyordu.
Nedense Erdoğan'ın, Amerika'ya gidecek olması Beyaz Saray açıklamasında yoktu.
Buna rağmen muhtemelen Amerika'dan izin alındığı için operasyon başlatıldı.
İşte Trump'ın tuhaf şovları da o zaman başladı.
Önce bizi aşağılayan bir tweet atarak “Benim çizgimi geçerlerse Türkiye ekonomisini mahvederim” dedi.
Saraydan buna tepki gelmedi. Bir telefon trafiği ile belli ki alttan alındı.
Sonra Trump, sanki yumuşamış gibi “Erdoğan'dan dostu olarak” söz etti, kasımda davet ettiğini söyledi bu kez.
Trump, tarih de vererek “13 Kasım'da gelecek, konuşacağız” dedi.
Elbette her zaman olduğu gibi AKP ve yandaş tetikçileri havalara zıpladılar.
Amerikan Başkanı, Erdoğan'ı davet etmişti, daha ne olsundu.
Ama Trump tuhaf konuşmalarına devam etti.
“Kürtlerle Türklerin 100 yıldır savaştığını, kendisinin bunu son üç yıldır engellediğini” söyledi.
Sonra Kürtlerin, Normandiya Çıkarması'na yardım etmediklerini, bu nedenle kızgın olduğunu ifade etti.
Bunlar yetmedi bir daha tweet attı, ekonomik baskı uygulamaktan söz etti Türkiye'ye.
Ardından bir baktım Trump, gazetecilerin önüne geçmiş “üç olasılıktan” söz ediyor.
Ya Türkiye'ye asker gönderip bizi yenecekmiş, ya çok ağır ekonomik yaptırımlar uygulayacakmış ya da arabuluculuk yapıp Kürtlerle bizi barıştıracakmış.
Ama üçüncü şıkkı tercih ediyormuş, ne kadar iyi bir insan değil mi?
Şimdi kafama takılıyor.
Nedense kimsenin aklına, “Nereden çıktı bu davet, Erdoğan neden hiç düşünmeden bu daveti kabul etti, neden gidiyor, Trump hangi hakla tarih de vererek yapıyor bu daveti?” diye sormak gelmedi, gelmiyor da hâlâ.
Bana göre Erdoğan Amerika'ya gitmemeli. Tam tersine Trump'ı Türkiye'ye davet etmeli.
Şu sıralar ağır bir milliyetçilik ve hamaset sağanağı altında galiba kimse gerçeği görmek istemiyor.
Türkiye'ye her türlü hakareti yapan, bizi aşağılayan, küçük düşüren Trump'ın, Türkiye Cumhurbaşkanı'na “Gel, burada görüşelim” demesi terbiyesizliğin dik alasıdır. Hepsinin ötesinde bu davetten hemen sonra Amerikan Senatosu, başta Erdoğan'ın mal varlığının ortaya çıkarılması ve varsa Amerika'daki mal varlığının dondurulması olmak üzere
Türkiye'ye bir dizi yaptırım yapılması
için harekete geçti.
Böyle bir ülkenin davetine katılmak, Türkiye'yi sadece küçük düşürür.
Erdoğan'ın yapması gereken bu daveti kabul etmediğini açıklaması ve Amerikan Başkanı Trump'ı, aynen onun yaptığı gibi tarih vererek Türkiye'ye davet etmesidir.Erdoğan, Trump'a; “Şu sıralar çok yoğun bir tempo içindeyim, gelmem mümkün değil, ne konuşacaksanız siz gelin, bekliyorum” diyebilmelidir.
YENİ ÖĞRENDİM
Büyükelçi, Çin'le ilişkileri bozmak üzereymiş
İşleri gereği Çin'e çok sık gidip gelen bir arkadaşım, “Bu Pekin'deki büyükelçi var ya” dedi; “Türk-Çin ilişkilerinde bir sorun çıkarırsa hiç şaşırma.”
Çin'in başkenti Pekin'deki büyükelçimiz eski bir AKP milletvekili.
Adı Abdülkadir Emin Önen.
Türkiye'nin Çin'le ticaretini koordine edebilmek için çok yoğun çaba harcıyormuş. Söylenene göre, elçimiz gece gündüz çalışıyormuş.
Tabii insan ilk anda, “Ne güzel, keşke bütün elçilerimiz böyle olsa, bulundukları ülkelerle ticaretimizi geliştirmek, Türkiye'ye daha fazla kazandırmak için gece gündüz demeden çalışsa” diyor.
Ama arkadaşım, “Öyle değil işte” dedikten sonra devam etti;
“Elçimiz, Türkiye'de bir şirket kurdu. Bu şirket Çinlilere Türkiye'de ev pazarlıyor. Bu da iyi bir şey ama Türkiye-Çin arasındaki ticareti de yine kendi şirketi ya da yakınları aracılığı ile yürütmeye çalışıyor. Başta turizm şirketleri olmak üzere Çin'le iş yapan pek çok şirket bu durumdan hem çok rahatsız, hem de çok şikayetçi. Çünkü devletin hakim gücünü kullanıyor.”
Çin'i yakından tanıyan arkadaşım “Bu durumdan elbette Çin şirketleri de rahatsız duyuyor, ayrıca Çin yönetiminin de durumdan pek hoşnut olmadığını duydum. Yakında Ankara'ya bir uyarı yaparlarsa şaşırmam” diye ekledi. Daha sonra Çin'le iş yaptığını bildiğim birkaç tanıdığıma da sordum bu bilgiyi.
“Aman bizden söz etme” kaydını koyduktan sonra, “Büyükelçi belki de kendi şirketini kollamak için biraz fazla gayretkeşlik yapıyor, bu kadarını söyleyelim” dediler.
BUNU YAZMAK GEREK
“Dünya beşten büyüktür” derken, Amerika ile Rusya'nın bizim için birleştiğini görmezden geldik
Erdoğan, özellikle Birleşmiş Milletler toplantılarında kürsüye çıkarsa mutlaka “Dünya beşten büyüktür” sloganını söylüyor. Neden?
Çünkü Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, herhangi bir konuda bir karar aldığında Amerika, Çin, Rusya, İngiltere ve Fransa'dan herhangi biri bunu veto edebiliyor.
Erdoğan da “Bütün dünya ülkeleri bir araya gelse bile, bu beş ülkenin kararına boyun eğmek zorunda kalıyor” diyor.
Ve sloganını atıyor; “Dünya beşten büyüktür” diye şamar gibi elini de kaldırıp gösteriyor.
Nedense, “Hiçbir ülke benim bu söylediklerime destek vermiyor, neden acaba?” diye sormak gelmiyor aklına.
O sormadığı gibi, her biri on binlerce lira maaş alan danışmanları da “Efendim bu söyledikleriniz kulaklara hoş gelebilir ama doğru değil” demiyor. “Başkan'a böyle bir hatırlatma yapmak onu bilgisizlikle suçlamak olabilir” diye düşünüyorlar sanki. Önceki gün, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, Türkiye'yi kınayan bir kararı oyladı.
Amerika ve Rusya, diğer 13 ülkenin verdiği “kınama kararını” kabul etmediler ve “veto” haklarını kullandılar. Bu galiba iktidar çevrelerinde “sevinçle” karşılandı.
Çünkü ne saraydan ne de yandaş tetikçi medyadan bir kişi bile “Dünya beşten büyüktür” sloganını kullanmadı bu “veto” olayından sonra.
Tabii bu vetonun bir başka anlamı daha var bana göre. Ben veto beklemiyordum açıkçası ancak Rusya'nın veto edeceğini ise hiç düşünmemiştim. Türkiye'nin kınanmasına hem Amerika, hem Rusya veto hakkını kullanarak karşı çıkıyorsa demek ki yaptığımız destansı operasyon aslında Amerika ve Rusya'nın ortak kararıyla başlamış.
Bir başka deyişle Amerika ve Rusya bölgede anlaşmış, bundan yararlanan iktidar da gücünü artırmak için savaştan yararlanma yolunu seçmiş.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Urfa'daki Amerikan karargahı boşaltıldı mı?
Hesapta Suriye'ye yönelik askeri operasyonu Amerika'ya rağmen yapıyoruz değil mi?
En azından yandaş tetikçi medya, Erdoğan'ı eleştirenlere bu argümanı kullanarak saldırıyor.
“Hani” diye parmak sallıyor iktidar tetikçileri, “Hani Amerika'ya rağmen bu operasyonu yapamazdık, hani Suriye'ye giremezdik, şimdi girdik işte” diye çemkiriyor.
Oysa iktidarın tepe noktasının tavrından da anlaşıldığı gibi, bu operasyon aslında Amerika'nın çizdiği çerçeve içinde yapılıyor.
Zaten öyle olmasa, Amerika gerçekten bu operasyona karşı çıkıyor olsa, Türkiye'nin başka önemli önlemler alması gerekirdi.
Örneğin İncirlik, kapatılmasa bile, en azından denetim altına alınırdı.
Kürecik Radar Üssü de belli bir süre için etkisiz hale getirilirdi.
Daha da önemlisi Şanlıurfa'da kurulan Amerikan karargahı kapatılırdı.
Oysa bunların hiçbiri yapılmadı.
Yapılmadığı gibi iktidar kanadında kimse dilden dudağa bile getirmiyor bunları.
Örneğin Şanlıurfa'daki karargah niye hâlâ duruyor?
Amerika, Türkiye'nin uyarılarını dinlemediği için Suriye'ye girdik ve Güvenli Bölge'yi kontrol altına almaya karar vermedik mi?
Demek ki artık bu bölgede Amerikan askerleriyle birlikte devriye gezmemize gerek kalmadı.
O halde bu karargaha zaten pratikte de gerek kalmadı.
Ayrıca oradaki Amerika komutanların, Türk komutanlarına talimatlar vermesi, başta Genelkurmay Başkanı olmak üzere kuvvet komutanlarının, Amerikalı subaylarla Ankara yerine kalkıp buraya kadar gelip görüşmeleri ve adeta emirleri alıyor gibi görünmeleri de açıkçası kanımıza dokunuyor.
Bu fırsattan yararlanarak bu ayıp da ortadan kaldırılmalı.
ŞAKA GİBİ
Filistin'in açıklamasına yandaşlar çok sevindi
Erdoğan'ın başlattığı Suriye operasyonu dünyada çok farklı tepkilere neden oldu.
Şu ana kadar Türkiye'ye açıktan destek veren tek ülke İspanya.
Macaristan da Avrupa Birliği'nin bildiri yayınlamasına engel oldu.
Kıbrıs Türk Cumhuriyeti elbette desteğini açıkladı.
Müslüman ülke olarak bir tek Katar var Türkiye'ye eleştiri oklarını atmayan.
Müslüman ülkelerin “fıtratında” olduğundan mı nedir, zaten ne Amerika'nın yanından ayrılırlar ne de bize yarar bir şey yaparlar.
Ama bu Müslüman ülkelerden biri var ki Türk halkı için çok önemlidir. O da Filistin.
Diğer Müslüman ülkelerle Filistin'in de Suriye operasyonuna karşı çıktığı haberleri çok şaşırttı birçok kişiyi.
“Filistin bunu nasıl yapar, ayıp değil mi, biz Filistin'in hakkı için neler yapıyoruz” sesleri yükseldi haklı olarak.
Bunun üzerine Filistin Dışişleri Bakanı Riyad el-Maliki bir yazılı açıklama yaptı.
Açıklamayı okuyunca, “Keşke hiç yapmasalardı” dedim kendi kendime.
Çünkü açıkçası güya düzeltme yaparken Türkiye'ye karşı daha kırıcı olmuşlar bu açıklama ile.
Filistin'in açıklaması aynen şöyle; “Filistin, Suriye'nin kuzey sınırında olanlara dair hiçbir açıklamada bulunmadı, bulunmayacak.”
Bazen hiç bir açıklamada bulunmamak ve bulunmayacağını söylemek daha fenadır.
Filistin cesurca Türkiye'nin yanında yer alacağına “hiçbir şey söylememe” kurnazlığının arkasına sığınıyor.
https://twitter.com/can_atakli_