ANALİZ

Erdoğan hep bu üslubu kullanmak zorunda mı?

Dünyada kendi vatandaşına en çok dava açan siyasetçi herhalde AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan'dır.
Kimseyi affetmiyor.
Facebook'ta, Twitter'da, Instagram'da, kahvede, sokakta hatta belki uykusunda sayıklarken kendisi hakkında hakaret olduğuna inandığı sözleri söyleyen herkesi dava ediyor.
Buna karşı, kendisi istediği herkese olabilecek en ağır hakaretleri etmekten çekinmiyor.
Üstelik eğer herhangi biri Erdoğan hakkında şikayetçi olmaya kalkarsa da başına olmadık işler açılıyor.
Aslına bakarsanız Erdoğan'ın üslubu genellikle hakarete dayalı.
Siyasette adını ilk duyurduğu yıllarda hakkında söylenen “Kasımpaşalı” yakıştırmasından muhtemelen çok mutlu oldu ve o gün bugün kendini çok kaptırmış olmalı ki; kaba, insanı aşağılayan, iki cümlede bir hakaret unsuru taşıyan üslubunu hiç değiştirmiyor.
AKP'li yöneticilerin deyimiyle partinin cahil kitlesi de bu üsluptan çok mutlu oluyor. Erdoğan'ın konuşmalarından, başkalarına ağır hakaretler etmesinden derin bir haz alıyor.
Tabii bu durum giderek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin neredeyse resmi üslubu haline geldi.
“Kimsin sen? Haddini bil, sana mı soracağız? Şerefsiz, hain, terörist, darbeci” gibi kelimeler sadece Erdoğan'ın değil, başta iktidar yetkilileri olmak üzere devlet bürokrasinin de ağzından düşmüyor.
Ancak şunu hatırlatayım: Çok güçlü olduğunuzda pek çok kişinin beğendiği, beğenmeyenlerin de karşı çıkamadığı tutum ve davranışlar, zayıflama eğilimi taşımaya başladığınız anda bir anda tersine dönüverir.
Hafta sonunda bir kahvede çay içerken, yan masada yüksek sesle konuşanların söylediklerine kulak misafiri oldum ister istemez.
Konuşmalarından AKP'ye oy vermiş olduklarını anladığım kişilerden biri “Ayıp oluyor ama… Faizleri emirle düşürttükten sonra Kılıçdaroğlu'na ‘Sana mı soracağım?' demek yakışıyor mu?” dedi.
Kafama takıldı, açıp Erdoğan'ın konuşmasına baktım.
Şöyle demiş; “Bugün yüksek faizle hükümetimizi devamlı sigaya çeken Bay Kemal, şimdi de faizlerin bu şekilde indirilmesinden rahatsız olmuş… Biz sana mı sorup da adım atacağız? Yeni yönetim sisteminden rahatsız. İlla parlamenter demokrasiye geçmek gerekiyormuş. Tek adam benmişim. Tek adamlığı sizden öğrendik ama biz tek adam değiliz.”
Erdoğan hızını alamamış şöyle devam etmiş; “Bay Kemal, Türkiye Cumhuriyeti'nin emir alır hale geldiğini söylüyor. Nerede? Tek adam rejiminde. Türkiye Cumhuriyeti asla ve kat'a emir almamıştır. O sizin cibilliyetinizde var. Biz bugüne kadar kimseden emir almadık….. Senin o güvendiğin teröristler seni kurtaramayacaktır. Onlarla el ele kol kola Ankara'dan İstanbul'a yürümen seni kurtarmayacaktır. IMF'ye borcu biz mi yaptık? Siz yaptınız.”
Valla ne diyeyim bilemiyorum.
Gerçi Erdoğan, bu üsluptaki konuşmalarını uzun yıllardan beri yapıyor.
Fark şu ki, artık kendi seçmeni bile tepki göstermeye başladı, tehlike bu.

BUNU YAZMAK GEREK

İhanet de darbe gibi bir şeydir

İktidar partisinin şu sıralardaki derdi, yeni parti ya da partilerin kurulacağının ortaya çıkması.
Ali Babacan-Abdullah Gül ikilisi, anlaşılan parti kurma aşamasının sonuna geldiler.
Ahmet Davutoğlu'nun bu ikili ile hareket etmediği, kendi partisini kurmak için kolları sıvadığı belirtiliyor.
Sonuçta ne olursa olsun, kurulacak partiler öncelikle AKP'den isimler alacaklar. Ya da “Yeni partiler parlamentoda en çok AKP'yi etkileyecek ve iktidar partisinin kaybı en büyük olacaktır” diyebiliriz.
Partinin Başkanı Erdoğan ise sanki parti kurma çabalarına hiç aldırmıyormuş gibi davranıyor.
Oysa durum hiç de öyle değil.
Erdoğan aslında çok telaşlı ve endişeli. Çükü hiç ciddiye almadığı parlamentoda sayısal olarak ağır hasar görürse tek adamlıkta başarı şansı da giderek azalır.
Meclis aritmetiğinin tersine dönmesi de saray iktidarının sonunu getirebilir.
Erdoğan umursamaz bir tavır takınarak, “Birileri parti kuruyormuş, hiç bunları kafanıza takmayın” dedikten sonra ekliyor; “Bu tür ihanetlerin içerisinde olanlar bu işin bedelini de ağır öderler.”
Bu söz gerçeği tam yansıtmıyor.
Çünkü bu bir kural değil.
“İhanet edip parti kuran” nice isim var ve çok başarılı oldular.
En güzel örneklerinden biri bizzat Erdoğan ve arkadaşları değil mi? Onlar “Biz gömlek değiştirdik” diyerek yeni parti için kolları sıvadıklarında Erbakan'a bir anlamda ihanet etmemişler miydi?
Siyasette ihanet belki darbe yapmaya benzetilebilir.
Başarırsanız kahraman olur ve ülkeyi yönetirsiniz, başaramazsanız hain kabul edilirsiniz.
Bu kadar basit.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Dedikoduları damat çıkarıyor olmasın

Gün geçmiyor ki hükümette revizyon konuşulmasın.
Kimi yandaş gazeteciler ekranlara çıkıp Erdoğan hükümetinde değişiklikler olacağını söylüyorlar.
Neye dayandırıyorlar bunu?
AKP içindeki çalkantıya.
Partililer rahatsızmış durumdan. Bazı bakanların değişmesini istiyormuş, en çok hedef yapılan bakansa damatmış.
Anlamadığım şu; bu ucube yönetim sisteminde, bakanlar değişse ne olacak, değişmese ne olacak hatta hiç bakan olmasa ne fark edecek?
Bugün hiçbir bakan, bakanlık yapmıyor ki.
Saraydan gelen talimatları yerine getiriyorlar o kadar.
Bu arada kendi işini yürütmeyi beceren varsa o da işin kârı oluyor o kadar.
Tabii bakan olanlar için bu görevin avantajlı tarafı olabilir ve bu nedenle bakan kalmakta ısrarcı olabilirler orası ayrı.
AKP takımı, sürekli kabine revizyonundan söz ettikçe, Erdoğan da çıkıp konuşuyor “Birileri istedi diye bakanlar değiştirilmez. Gerekirse ben yaparım” diyor.
Ama buna rağmen bu konudaki dedikoduların sonu gelmiyor.
İster misiniz bu dedikoduları bizzat adı geçenler ve tabii başta damat olmak üzere bakanların kendisi çıkarıyor olsun.
Erdoğan'ın üslubunu bilenler belki de bundan yararlanıp sürelerini uzatmak için “Damat değişiyormuş, Soylu gidiciymiş” söylentilerini çıkarıyorlardır.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Elbette batmadık ülkenin itibarı yerle bir oluyor sadece

Merkez Bankası başkanları ne kadar iktidar emrinde olurlarsa olsunlar kararlarını alırken dünya kurallarına da dikkat ederler.
Çünkü merkez bankaları uluslararası alanda ülkelerin en saygın kuruluşlarıdır.
Durum böyle olunca “en badem” olan başkan bile bugüne kadar saraydan gelen emirleri “istemeyerek de olsa” filtrelemek zorunda hissetti kendini.
Sonunda merkez bankalarının ne demek olduğunu hiç bilmeyen uysal biri bulundu ve o kişi şimdi sarayın emriyle Merkez Bankası'nı güya yönetmeye başladı.
Yeni başkan, ilk icraat olarak sarayın “Faizler düşecek” emrini yerine getirdi.
Ertesi gün Erdoğan, durumdan çok mutlu olduğunu belirten, bir devlet adamı olarak tarihe geçecek çok hazin bir konuşma yaptı.
Şöyle dedi; “Merkez Bankası faizlerde 4.25 puanlık bir düşüşe gitti. Peki ne oldu, battık mı, bittik mi? Her şey yerle yeksan oldu mu? Hayır. Piyasalar bu durumu gayet normal karşıladı.”
Erdoğan, ardından her zaman olduğu gibi ekonomi dersi verdi; faizlerin düşmesiyle birlikte enflasyonun da düşeceğini söyledi.
Erdoğan aslında haklı.
Elbette hiçbir şey olmadı.
Gerçi her ne olacağını bekliyorsa bunlar bir anda olmayabilir, acısı sonra da çıkabilir ama doğru, şu anda bir şey olmadı.
Piyasa durgun, döviz patlamadı.
Patlayan Türkiye'nin itibarı çünkü.
Kısa bir süre sonra bunun etkileri gelecektir.
O zaman yine “Dış güçler” edebiyatı başlayacaktır kuşkusuz.
Nasıl olsa her başarısızlık, beceriksizlik, bilgisizlik ve görgüsüzlük “dış güçlerin oyununa” bağlanıyor.
Sorun şu ki; bu kez en cahil diye niteledikleri kesim bile isyan edebilir işte o zaman ne olacak bakalım.

https://twitter.com/can_atakli_