“FAZLA YAĞ GÖZ ÇIKARMAZ!”

Bu vurucu ve çarpıcı başlık, Sivaslı bir babanın, Erzurumlu bir annenin, son çocuğu olan, uykuya ve tatlıya doyamayan, iki ablası olan, okuyan, izleyen, çizen, öğrenen, öğreten, seyreden, anlatan, oynayan ve bu kitabıyla da yazmaya başlayan oyuncu- eğitmen Duygu Karaca’nın Küsurat Yayınlarından çıkan kitabının adı…

Duygu Karaca MSM’den öğrencim. 2013 yılında mezun olmuş. Öğrencilik yıllarında derse katılımıyla, kendine özgü esprileriyle dikkatimi çekerdi. Dostluğumuz hiç kopmadı. Her oyunundan sonra arayıp kutladım, her kutlamadan sonra sımsıcak yanıtlar aldım. Geçenlerde izlediğim bir programda Duygu kitabından söz edince hemen mesaj atıp, yayınevini sordum, o da teşekkür ederek ev adresimi istedi. Birkaç gün sonra bana gelen paketten başlıktaki kitap ve ilk sayfadaki şu yazı çıktı:

“Fikirlerine daima önem verdiğim canım hocam! Her dersiniz benim için hayat dersiydi. Fikirlerinizi, bilgilerinizi bize aktarma biçiminiz benim en keyif alıp örnek aldığım şeydi. Keyifle okumanızı dilerim kocaman sevgiler.” Duygu Karaca

127 sayfalık kitabında Duygu, biz kadınları hassas noktamızdan vurmuş, bir kez daha kanayan ve kapanmayan yaramızla yüzleştirmiş, işin mantığını, psikolojik boyutunu atlamadan rejim, diyet, kilolar, yağlar ve şişmanlık gerçeğini satırlara yatırmış. Kişisel yaşamından esprili örnekler vererek diyet sürecinde yaşanan öfkeli, şaşkın, hırçın, niçin ve neden dedirten sorulara kendince yanıtlar aramış…

Şimdi ben kalkıp; Eski öğrencimin ekran başarısı, eğitmenlik kimliği, taklit yeteneğiyle yetinmeyip yazın dünyasına yaptığı geçiş ve seçtiği konu için kendisini sesli- sedalı kutlamaz mıyım?

Şimdi ben kalkıp; Kitabın adından kapak kompozisyonuna, sayfaları süsleyen ve birebir Duygu olan illüstrasyon ve resimlerden özgün özgeçmişine, teşekkür ve önsöz anlatımına kadar, içini dökerken kullandığı akıcı dilden ailesini anlattığı sıcacık bölümlere kadar yakaladığı mizahi üsluba, kıvrak dile, keskin gözlem gücüne şapka çıkarmaz mıyım?

Şimdi ben kalkıp; Bir yandan bilgiyse bilgi, anlatımsa anlatım, ironiyse ironi dedirten güçlü ifade zenginliğini alkışlarken, diğer yandan yılmadan, usanmadan, yorulmadan eğilmeden, bükülmeden kilolarıyla hep savaşan Duygu’nun kararlılığına, korkusuzluğuna bravo demez miyim?

Şimdi ben kalkıp; Bu çok çarpıcı adı “nasıl buldun?” diye kendisine sorarak, her kitap değerlendirmesinde izlediğim yol ve formatım gereği kitabı sayfa sayfa, satır satır ele alarak ilerlemez miyim?

Şimdi ben kalkıp; Senin baban Sivaslı, benim annem! Senin annen Erzurumlu, ben Erzurum’da okudum. Senin de iki ablan var benim de! Sen de ailenin en küçüğüsün ben de! Sen de tatlıyı çok seviyorsun ben de! Veee abimin kızının adı da Duygu diyerek, ortak paydalarımızın altını çizmez miyim?

Şimdi kitabın keskin bir zekayla harmanlanmış mizahi sayfalarında dolaşma zamanıdır!

Tam da burada kendimi ciddiyete davet ediyor, sorularıma ara veriyor kitabın beni derinden etkileyen, duygu yoğunluğu müthiş olan, nerede, niye, nasıl sorularına yanıt arayan bölümlerine geçiyorum.

“Anı bölümlerini kısa tuttum. Oysa yazacak daha çok şey var. Belki bir sonraki kitapta farklı anılarım olur. Allah’ım inşallah olur. N’olur olsun.” (s, 9)

“Ne yapalım, yaptığımız yemeği tatmayalım mı? Karbonhidrat bombası, küçük neşe kaynakları olmasın mı? Tansiyonumuz mu düşsün durduk yere. Ay çok yedik, patladık, cırıldık, şiştim.” (s, 14)

“Bilirkişi hemen size şefkat gösterir ve yapıştırır; ‘Ama senin de yüzün çok güzel tatlım!’ tanıdık uğultu başlar, benzer cümleler üzerinize yağmur gibi yağar.” (S, 22-23)

“Üzerimizde formamızla en asi zamanlarımızın hakkını veriyoruz. Jetonla çalışan tartıya çıkıyorum. Makine tane tane anlatıyor yedi kilo fazlanız var! Şeker görünen lanet makine! Allah seni kahretmesin!” (s, 36)

“Ay bayılıyorum sizin iştahla yemek yemenize, siz toku acıktırırsınız vallahi.” Bu cümleyi kurup martı cıyaklamasından hallice gülüşüyle masadan kalktı” (s, 49)

Sırada beni 12’den vuran tanım, benzetme ve metaforlar var!

(Ancak bu bölümde sayfa sayısını büyü bozulmasın, herkes merak edip okusun diye vermeyeceğim)  

“Yüz kişinin yüz yirmisi! Tam yalan sayılmaz yarı yalan! Fazla yağ göz çıkarmaz ama kan çıkarabilir! Benden söylemesi, sizden denemesi! Çalıştır kasları yak yağları! Allah o selfieyi çıkarandan bin yedi yüz kere razı olsun! Ah kıyamam kendime be! Tebessümüm yok oldu, yüzüm dondu, mimiksiz bir put gibi kaldım, kaşlarım alnıma yapışmış bir şekilde, kesik ve soğuk, sıfır mimikle!”

“O etin fermuara sıkışma acısı düşman başına, üf nasıl bir sızıdır, bildiniz değil mi? Bu sıkıntıdan mustarip binlerce dert ortağım olduğuna eminim! O elbiselerini içine girmem için bir gecede 13 kilo falan vermem gerekiyordu! Ceplerinde hazır bulundurdukları cümleleri sıralamak için hazır bekleyenler yaralanıyoruz, yapmayın. Biz özeliz, özneliz, özgünüz! Bırakın beğenmeyen beğenmesin, sevmeyen sevmesin, sizi sevmeyenlere görüşmezsiniz olur biter. Sahici bir aşk, sahici bir dost servet demektir.”

Kitabına ilişkin değerlendirmemden sonra sözüm yazarına, MSM’lilere ve izleyicilerinedir.

Okurken kitabın içeriğinin ne olduğuna karar veremedim. Bildiğim o ki Duygu KARACA anılarını yazarken, hem zamana tanıklık ediyor, hem kadınların korkulu rüyasına komik göndermelerle, düşündürerek ve gülümseterek neşter vuruyor…

Kitabın sihrini bozmamak için daha fazla ayrıntıya girmeyeceğim. O zaten size yaptıklarını ve yapamadıklarını satır aralarında anlatıyor. Ben,  sahnede gösterdiği titizliğini koruyarak kollarını sıvadığı kitabının tek ciltle kalmayacağını, gerisini getireceğini düşündüm…

Mesleği gereği belleğinde koskoca bir arşiv barındıran, yüreğine, beynine dizeler, şiirler, özlü sözler kazıyan Duygu’nun emeğine sayfalar dolusu teşekkür ederek…