HALK NE BİLİR ki! 

Yeni yılın bu ilk yazısında iç açıcı, umut veren, rahatlatan bir yazı yazmak isterdim! Ancak olup bitene, delip geçene, gerçekleşmeyen hayallere bakınca bu nasıl olacak, ya da olur mu deyip,  sizi yormadan özetleyelim…

Öncelikle bilime bakalım, sanata bakalım, sanatçıların başına gelenlere bakalım, tüketilen hayallere bakalım, donan doğuya bakalım. Kar kalınlığı 5 metreye ulaşan Muş’a, sıfırın altında 10 dereceye düşen Kars’a ve 23 dereceyi gören Ardahan’a, donan gölüyle Çıldır’a bakalım…

Yetinmeyip Siirt Üniversitesi rektörünün biri Ankara havaalanında, biri makamın kapısında, biri evinin önünde bekletilen araba sevdasına bakalım. Yine yetinmeyip ayakkabılarını danışmanların burnuna uzatan ve senatör olduğunu var sayan, motosiklet yarışçısı vekile bakalım.

Bilmem kaçıncı kez sil baştan düzenleneceği açıklanan MEB’in kırıklarla dolu 2018 karnesine bakalım. Eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanması için somut adımların atılmadığı çocuklarımıza, çocuk yaşta evliliklerin özendirildiği yayınlara, çocuk işçi sorununa, istismar ve şiddetin hız kesmediği kara tabloya bakalım.

Üniversite ve devlet hastanelerinden alacağını tahsil edemediği için kapanan ve tıbbi cihaz üretimi yapan 8 bin şirkete bakalım. Ekonomik kriz, hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluğun şaha kalktığı Yeni Türkiye’ye bakalım.

Temel ihtiyaç listesinin 235.sırasında kendisine ancak yer bulabilen kitabın ülkemizdeki kaderine(!), temel ihtiyaç olarak görüldüğü için Londra’da ücretsiz gezilen müzelere bakalım.

Maaşı yüz bin lirayı geçen spikerlerin, ayda 22 bin Euro ödenen muhabirlerin çalıştığı TRT’de; Bunca teknik alt yapı ve bunca yüksek maaşlı çalışana rağmen kurumun dışarıya yaptırdığı programlara kaç TL ödediğini soran vekile; yetkilinin “Ticari sırdır açıklanamaz!” şeklindeki yanıtına bakalım.

Boş hayaller uğruna harcanan milyarlarca dolara, yitip giden canlara, büyük yanlışlarla dolu olsa da ben yaptım oldu mantığıyla balıklama dalınan işlere, posta koyarak alındığı zannedilen yollara, düğüm üstüne düğüm atılan sorunlara, birbirini aratan aylara, yıllara bakalım.

Hiçbir makamdan feragat etmeyecek kadar fedakâr olanlara, “olay zaten benim dışımda diyenlere, olmasa da olur” diye dayatanlara, anahtar teslimi yeni makamlara layık görülenlere bakalım!

Sonrada dönüp CB’nin; “Üniversitelere her türlü fikrin, eleştirinin yapılabildiği, araştırmalara her türlü desteğin verildiği özgürlük ortamını biz tesis ettik. Hedefimiz Türkiye’yi kendi vatandaşları ve dünyadaki tüm bilim insanları için çekim merkezi haline getirmektir” sözünü kulağımıza küpe yapıp, aklımıza takılanlara, ülkemizin sanat iklimine bakalım. Usta sanatçıların çevirdikleri filmlere, hayat verdikleri rollere, halkın sevgisini, milletin nabzını nasıl da ellerinde tuttuklarına, sergiledikleri duruşlar yönetim tarafından sınanırken başlarına gelenlere, çevreye yaydıkları insan sıcaklığı ve insan sevgisine, onurlu duruşlarıyla, sıkı tavırlarıyla kimlik ve kişilik sınavlarından başarıyla geçişlerine bakalım…

Bekir Coşkun’un dediği gibi; “Yarasına bez sarıp yeniden cepheye koşanların kurduğu bu cumhuriyete” ve ona yapılanlara nasıl da cansiperane sahip çıkan milyonlara bakalım.

Cumhuriyet Gazetesi çizeri Behiç Ak’ın kare içinde konuşturduğu kişilerin dediklerine bakalım. Birinin; “Güçlüyüm çünkü haklıyım” dediği, diğerinin; “Haklıyım, çünkü güçlüyüm!” dediği ve tam da günümüzün resmini inceleyip, gücün verdiği hak, hakkın verdiği güç! (veremediği mi demeliydim?) gerçeğine bakarken baka kalalım.

Bu çizgilerin verdiği ilhamla ekranlara kitlenerek; durmadan göze sokulan parmaklara bakınca hiçbir şey bilmediğimizi, cehaletimizin boyutlarını fark edelim. Örneklerini sıkça gördüğümüz ve çok yaygın olan; “Ben bilmem beyim bilir, ben bilmem büyüklerim bilir, ben bilmem saray bilir” gibi sözlere hak vermemiz, inanmamız, gerekmiyor mu diye düşünelim!

Ankara’nın yapılan harcamalarla heba edilen kaynaklarına, İstanbul’a ihanet ettik diyenlerin vazgeçmedikleri beton aşklarına ve iştahlarına bakalım. Ülkenin sürüklendiği derin ekonomik krize ve sonuçlarına bakarken, içimizde biriken cam kırıklarına ve içimizin yandığı bozkırlara bakalım. Baktıklarımızın birine dahi hayır derseniz bi daha bakmayalım!

Sonrada sözü bilgelere bırakalım!

M.Ö 4.yüzyılda yaşamış olan Platon; “Bir insanın akıllı olmasına bir şey dediğimiz yok. Yeter ki aklını başkalarına kabul ettirmeye çalışmasın!” diyor…

M.Ö 5.yüzyılda yaşamış olan Sokrates’in suçları şöyle sıralanıyor; “Söyleneni kabul etmemek, bilineni sorgulamak, yanlışları görmezden gelmek, biat kültürüne karşı çıkmak!”

Jean Paul Sartre aydını şöyle tanımlıyor; “Aydın, düşünen sorgulayan, sorumluluk alan bireydir.”

Yüreğimin tam orta yerinde umut ışığı yakan bu sözlerden sonra öğrencilerimin ev ödevi şu!

Toplumu yönlendirecek bir felsefi söz, dağa taşa yazılacak unutulmaz bir söylem, insanı etkileyecek ve unutulmayacak bir görüş, herkesi kucaklayacak bir yaklaşım, akıllara kazınacak insani bir slogan, tarihe not düşecek bir nutuk, ses getirecek bir çıkış. Neyimize yarar ki demeyin! Eloğlu neler demiş deyin…