HİÇ YAZMAK İSTEMEDİĞİMİZ KONULAR, YAZILAR VAR! ANCAK…

AKP Şanlıurfa Milletvekili Zemzem Hanım; “Bayanlar için 2001’den sonra bir milat yaşandı. Kadınlar seçilme hakkını elde etti, partimiz sayesinde. 2002’de o günlerde kadınların sokağa çıkması, hele de siyaset yapması çok zor iken geldiğimiz duruma şükredin. Bu öyle bir milat ki sosyal hayatta, siyasette, kamuda, bürokraside olmayan kadınlar AKP döneminde seçilme hakkını elde etti!” diyor…

Şimdi adı geçen vekile bu veciz açıklamaları için sormak zamanıdır! İşin bir hazin tarafı var, bir de ekstra hazin tarafı var. Ortada ucu açık bir soru duruyor! Siz hiç bu ülke kadınlarına gelişmiş batıdan çok daha önce; Yani Fransa, Belçika, Yunanistan, İsviçre ve İtalya’dan yıllarca önce; 1924 Devrim Yasalarıyla, 1926 Medeni Kanunla, 1930 Muhtarlık, 1933 Yerel Yönetimler, 1934 yılında Seçme ve Seçilme hakkını veren Büyük Atatürk’ün kadınlar adına attığı adımları duydunuz mu?

Yoksa büyüklerinizin izinden giderek, siyasetin yıpratıcı ve inkârcı dilini tercih ederek, size göre eskiden hiçbir şeyi olmayan, şimdi her şeyi olan ve bütün dünyanın kıskandığı yalanına inananlardan mısınız? Siz kendinizle mi yarışıyorsunuz, geçen yıllarla mı hesaplaşıyorsunuz? Unutmayın! Anadolu’da bin yıllık bir tarih, millet olmak için akıtılan kanlar, verilen canlar ve harcanan emekler var. Bir de bugün var…

İktidardan ne bir ses, ne bir nefes…

YÖK verilerine göre; Ülkemizde 203 üniversite var. Bu üniversitelerde öğretim elamanlarının toplam sayısı 179 bin 685. Bunların 30 bin 562’si profesör.  17 bin 778’i doçent. 41 bin 508’i doktor öğretim üyesi, 38 bin 289’u öğretimi görevlisi, 51 bin 548’i araştırma görevlisi olarak çalışıyor.

AKP’nin 2002’den beri uyguladığı eğitim politikasının ülkemizi getirdiği yer eğitimde sınıfta kalan bir ülke! 8 kez bakan, 17 kez sistem değişmiş. Akademik özgürlük ortada! 204 vakıf ve devlet üniversitesi var. İlk 300’e, 400’e e giren yok. 465. sırada Koç, 500’lü sıralarda Sabancı- Bilkent. 600. Sırada ODTÜ, Boğaziçi var. Bu acı gerçekle yüzleşen bakan ve YÖK yok…

720 bin çocuk okul dışında ve eğitime erişemiyor. Üniversite mezunu 100 kişiden 34’ü işsiz. Bu duruma açıklama getirecek olan MEB ortada yok…

Yine YÖK verilerine göre 2020- 2021 öğretimi yılı üniversitelerde öğrenci sayısı 8 milyon 240 bin 997. Kısaca her 100 kişiden kabaca 10’u üniversite öğrencisi…

Ülke nüfusunun onda birinin üniversite öğrencisi olması, bu üniversitelerin evrensel ölçülere sahip olup olmaması, diploma dağıtan kurumlar olarak anılması başka bir yazının konusu olacak kadar uzun ve kapsamlı.

Gelelim ilk üniversitesi 1200 yılında kurulan Fransa’ya! Bugün üniversite sayısı 67. Öğrenci sayısı 2 milyon 551 bin. Gerçekten dünya çapında üniversitelere sahip…

Bu ve benzeri yazıları yüreğin sızlaması, gözlerin dolması sayarak, bir iç çekiş, bir iç döküş, bir dertleşme kabul ederek sorulara geçersek; Bunca sorun nasıl mı çözülür? Kiminle mi çözülür? Ne zaman mı çözülür? Niye hala çözülemiyor diye diye gece gündüz, sabah akşam, yatsı imsak kafa yoran ve ülkemizin sorunlarını dert edinen yetişmiş, deneyimli memleket sevdalılarıyla olabilir mi? Neden olmasın?

Bu arada durup dururken bunları hatırlatmanın âlemi var mı? Bilmiyorum. Bildiğim o ki CB; “Bu can bu bedende, bu fakir bu görevde olduğu sürece durmak yok yola devam!” diyor…

O halde “Benim öykülerim, benim mücadelem, benim memleket aşkım bitmez! En çok da cumhuriyet döneminde yapılanlar hep yanı başımdadır, her dara düştüğümde sarıldığım can simidimdir, pusulamdır!”  diyenlerle neden olmasın?

Önce baba, sonra kardeş, daha sonra eş, en son iktidarla hesaplaşan, yazan, konuşan, örgütlenen, sokağa çıkan, eylem yapan kadınlarla neden olmasın?

“Barış mutluluk, yaşama sevinci ve hayal demektir” diyenlerle, mesaiden çıkan emekçinin mutlu gülümsemesini, evine ekmek götüren babanın sevincini, arkadaşıyla buluşacak gencin yüzündeki heyecanı, okuldan çıkan çocukların neşe içindeki konuşmalarını önemseyenlerle neden olmasın?

Önemli olan yılmamak, ucuz - geçici çarelerle yetinmemek, cepheyi güçlendirmek, kaderin cumhuriyet kuşağına ve biz kadınlara yüklediği bu kutsal göreve yürekten ve kararlılıkla sahip çıkmaktır…

Çünkü Atatürkçü olmanın onurunu yüreğinde mühür gibi taşıyanlar bunu bilir! Sadece toprağa değil, yüreğe de gömülen aydınları, sanatçıları, yazarları, ozanları baş tacı yapan vefa küpü insanlar bunu bilir. Onlar da öyle yaptılar çünkü…