İŞARET FİŞEKLERİ…
Ağzından çıkanı kulağı duymayanların yoğun olduğu ülkemizde; Satır araları, satır başları dikkatle okunup, açık kapalı sinyallere ve belli belirsiz işaret fişeklerine pür dikkat bakılırsa ortaya ne çıkar, ya da geriye ne kalır? Yanıtlamaya çalışalım…
Bu sorunun cevabı baştan ve peşinen şudur! Giderek tükenen sabır, gülmeyen bir toplum, umutsuz bir gençlik, 17 milyon yoksul, belirsiz bir gelecek…
Bu toz duman arasında tabii ki içimizi açan, yüzümüzde güller açtıran haberler, yorumlar yok değil! Mesela batının durmadan bizi kıskanması bizi mutlu ediyor! Dış mihrakların durup oturup bizden söz etmesi hoşumuza gidiyor. ABD’den İngiltere’ye, Rusya’dan Fransa’ya uzanan saraylar zincirinde; Beyaz Saray’ın 6 misli, Buckingham Sarayı’nın 4 misli, Kremlin Sarayı’nın 8 misli, Elysee Sarayı’nın 25 misli büyüklüğündeki 1.150 odalı külliye saraylar arası şampiyonada gururumuzu okşuyor…
Ancak “Ekmek Parası” gibi acı gerçeklerle yüzleşince yüzümüzün asılmasına ne demeli?
Halkın derdi geçimken, ekmek biraz da kavram olarak kullanıldığından kastedilen; somun, francala, baget, tost, beyaz, tahıllı, tam buğday, çavdar ekmeği, Alman ekmeği, Alman çavdarı, siyez ekmeği değilken! Son 18 yılda özelde işlenen cinayetlerde, genelde 15 bin kadının öldürülme nedenlerinde işsizlik baş sırada iken!
Gel de bu uçsuz bucaksız konunun içerik ve sınırları üzerine kafa yorma! Gel de istemeden, fark etmeden, ya da mecburiyetten milyonuncu kez gündemden düşmeyen ve bu gidişle zor düşecek olan konuları yazma! Gel de ekonomik kriz, hayat pahalılığı, geçim sıkıntısı, gelecek kaygısı gibi çıkmaz sokaklara dalma! Gel de muhatabı belli, ilgi duyanları sınırlı, önlem alanları imkânsız konuları açma…
26 milyon icra dosyasının olduğu icra dairelerinin tık basa dolu raflarına girerek, sözü uzatmayayım! Çünkü olup biteni, konuşulup anlatılanı, parmak sallayarak ifade edileni siz zaten gayet iyi biliyorsunuz.
Biz yine yüksek perdeden açıklamalara değinelim!
Ülkenin gerçek gündemi bunca çok ve yoğunken, yönetimin niye ilgilenmediğini, ya da nelerle ilgilendiğini düşünmememiz için ortada hiçbir mantıklı gerekçe yokken, keşke tekdüze yaşamımıza arada sırada da olsa renk katacak bir şeyler söyleyebilseler, yazabilsek diye düşünürken önümüze iç açan iki açıklama gelmez mi?
Adı ve sanı çok uzun olan bakan A.Ç.V.S.H.B.Z.Z.S TBMM’de yaptığı konuşmada diyor ki; “Türkiye’de aşırı yoksulluğu sıfıra indirdik. Türkiye 2 yıldır çok yüksek insani gelişmeye çıktı.” (Bilgi notu: Bu müjdeyi merak edenler için açılımı şöyle; hem aile, hem çalışma, hem sosyal hizmetlerin başında olan Bakan Zehra Zümrüt Selçuk diyor)
İçişleri Bakanı ise; “Yol gösteren, cesaret veren, vizyon veren bu büyük siyaseti oluşturan; kişiliği, inancı, milletin ruhunu, tarihini anlama kabiliyeti, iradesi ve liderliğiyle pekiştiren Sn. Cumhurbaşkanımıza tarihin huzurunda teşekkür ediyorum” diyor.
Bize de ayağı yerden kesen bu açıklama ve saptamalar üzerine, ülkemizde hiçbir sorun kalmamış diyerek rahat bir nefes almak düşüyor…
Gelelim bellekte pencereler açan birikmiş notlara!
Bir yandan attığımız her adımda, yapacağımız her işte görünmez düşmanı hesaba katmak zorundayız. Diğer yanda belediye başkanlarının halk adına attığı adımlara taş koyanları, bankalardaki yardım paralarına el koyanları, bin bir zorlukla buldukları kredilere engel olanları, ihtiyaç sahiplerine yönelik icraatlarına meclis çoğunluğuna dayanarak dur diyenleri unutmamak zorundayız. Özetle yurtseverliğin onur ve haysiyetine geri dönerek, bu kâbus ve karabasandan uyanma zamanı gelmedi mi diye sormak zorundayız.
Bir yandan en can alıcı, en can yakıcı noktalara cesaretle dokunanları, el tutarak, göz açarak, başka hayatları yeşertenleri yalnız bırakmamak, diğer yanda sus pus oturup, olup biteni görmeyen, duymayan, aldırmayanları iyi bellemek zorundayız.
Bir yanda inandıklarını, inanmadıklarını, inanamadıklarını inanmış gibi görünerek can siperane savunanları unutmamak, diğer yanda toplumun büyük kesiminin siyasetteki kavgacı, suçlayıcı, dışlayıcı, azarlayan ve hakaret içeren üsluptan bıkıp, usanıp, yorulduğunu görmek zorundayız.
Bir yanda neden değil, sonuçlara kitlenerek bu iş nereye kadar gider sorusunu sorarak, çıkış yolları aramaya kafa yormak, diğer yanda Cumhuriyet Gazetesi’nden Erdinç Utku’nun dediği gibi; “Geçiş garantili ihaleler yerine geçim garantili asgari ücret verilse daha iyi olmaz mı?” diye sormak zorundayız.
Bir yanda gittiği yere kadar gider rahatlığına ve rehavetine dalmadan (ki dalıp gidersek söyleyecek söz zaten bitmiş demektir) diye düşünmek, diğer yanda başkaca yorumu olan var mı, yanıtı olan var mı, biz mi yanlış düşünüyoruz, bizler mi yanılmışız diye sormak zorundayız.
Bir yanda yıllardır cevabını bulmadığımız sorularımıza bıkıp usanmadan yanıt aramak, diğer yandan 17 milyon insanımız yoksulken kolay olanı değil zor ama gerekli olanı ve gerçek olanları söylemek zorundayız…
Sözün özüne gelince: Akıl vermek gibi olmasın ama aklıma geldi söylemeden geçemem. Gözlerimi iyice açarak, sesimin yettiğince haykırarak, ısrarla ve inatla soruyorum! Bizi durmadan kıskanan batının bizi kıskandıracak jestlerini bizler de görecek miyiz? Görürsem söz paylaşacağım…