İŞİN SIRRI mı? 
 

Öncelikle yazıma başta gazetelere, yazarlara olmak üzere, aydınlara, akademisyenlere yapılanları kınayarak başlıyorum. Hoş uzun süreden beri demokrasinin olanaklarını kullanarak, Cumhuriyetle üstü örtülü değil açık seçik hesaplaşarak yol almak ve prim yapmak artık alıştığımız ve şaşırmadığımız bir yöntem oldu ama! 
 

Gazeteciler ya hapiste ya da gözaltında imiş, öğretim üyeleri açlık grevindeymiş, pek çok kişi suçsuz yere mapus damlarında gün sayıyormuş aman sende! Utanç takviminin yaprakları artıyormuş. Pek çok kişi gökyüzünden, çocuklarından, eşlerinden, işlerinden, en insani ortamlardan yoksun bırakılmış. Dert ettiğin şeye bak, ne gam!
 

Bir yıl içinde 40 bin kadın sigortalı işini kaybetmiş, 3 milyonun üstünde emekli geçim sıkıntısı nedeniyle iş arıyormuş, işsiz sayısı 10 milyona vurmuş. Aman sende ülke uçuşa geçmiş haberin var mı?
 

Bazen açıkça isim vererek, bazen satır aralarında laf çakarak, bazen ayar çekip had bildirerek, bazen rakibi halka şikâyet ederek, bazen de ima yoluyla hizaya sokarak kısaca her yolu deneyerek siyaset gemisini yürütürsün olur biter… 
 

Hani halk arasında yaygın bir laf vardır. “Alan razı satan razı” diye! Tam da o hesap abartılı törenlerle açılışları yapılan köprülerden gelip geçen yok ya da çok az. Neden derseniz biri 65 lira 65 kuruş. Diğeri 18 lira 20 kuruş. Şimdi gel para üstü bekle, kuruşları hesap eden gişe memuruna diklen, saate bakarak geril dur! Boş ver sene, atı alan Üsküdar’ı geçiyor ya…
 

Yok, köprüleri bedavaya getirmişiz. Yok, hazineden para çıkmamış. Yok, ülkenin şanı artmış. İyi de günde kaç araç geçiyor? Yapımcı firmaya 40 bin araç üzerinden her gün ödenen dolarlar nereden geliyor? O artık büyük ekonomistlerin uzmanlık alanına girer…
 

Sorun şu ki;  olup bitene bakınca sanki hiç bitmeyecek bir girdaba düşmüşüz gibi. Tam kendimizi güzel günler göreceğiz düşüncesine (hayaline mi demeliydim?) alıştırırken birdenbire alay edercesine yaşam hakkımız, düşünme, gülümseme,   hakkımız, hele de yarınlarımız elimizden alınıyor. Bu moral çöküntüsüyle de dönüp eloğluna bakınca da nasıl yani deniyor!
 

39 yaşında “En Marche / haydi yürüyelim” sloganıyla Fransa’nın başına geçen E. Macron’un öyküsünde büyük boşluklar varmış.  Kime ne? Genç başkan iletişime ve siyaset teknolojisine abanmış. Bana ne? Önemli olan Fransız halkının soluğunu tutarak onu seçmesi değil mi? Hele de bir ay sonra yapılacak genel seçimde 214 kadın, 214 erkek vekille cinsiyet eşitliği sağlayacağı haberini duyunca…
 

Fransız halkı genç başkanlarının coşkusunu yaşaya dursun biz yine ülkemize dönelim ve piyasaların “hayali beyaz atlı prensi” beklediği ülkemizin ekonomi kurmaylarına göre uçuşa geçtiği gündeme dalalım! Ve hemen müjdeli haberi verelim! Efendim! Türkiye’nin cebinden bir şey çıkmayacak şekilde tüm masraflar Katar’a ait olmak üzere Katar’da askeri üs kuruyormuşuz. Mehmetçik bir süre sonra Katar’a gidecekmiş! Niye kuruyoruz? Bunun masrafını niye Katar karşılıyor? Mehmetçik orada kaç yıl kalacak? Bu işin ya da konuşlanmanın bize faydası ne olacak? Katar’ın stratejik önemi nedir? Bu ve benzeri sorular yoruma ve yanıta muhtaçtır ama şimdi gel de bu haberi duyup topa girme, amaç çizmeyi aşarak siyaset bilimi dersi vermek olmasa da bir ön bilgiyle konuya dalma…
 

Özetin özeti şu ki; Adına siyasi romantizm denilse de işin sırrı umut verebilmek ve umudu kitlelere aşılamaktır. Macron örneğinde olduğu gibi…