KAÇIRDIĞIMIZ ÖNEMLİ AYRINTILAR…

Batılı meslektaşlarımızla kendimizi kıyasladığımızda konu bolluğu açısından çok şanslıyız! Onlar ne yazmalı, nasıl yazmalı, kimler için yazmalı diye kıvranırken biz hangisini yazalım, hangi konuyu işleyelim, hangi sözcükleri kullanalım, bu arada başımıza da iş açmayalım diye kıvranıp duruyoruz.

Bu girişi yapmamın çok nedeni var! Bi kere ülkemizde ki bu kısır çekişme ortamında her şey çok çabuk ve kolay unutuluyor bir. Sık sık yazmak pek bi işe yaramıyor iki. Fikri sabitlerimiz var üç. Bizleri yepyeni bilgi ve buluşlarla besleyen- donatan siyaset dehalarımız fazlasıyla mevcut dört. Hele de piyasalar yangın yerine dönmüşken, İran’dan soğan, Suriye’den patates ithal ederken, iflaslar ardı ardına açıklanırken; “En  kötü geride kaldı!”  diyerek hepimizi rahatlatan, piyasalara güven, halka huzur veren damat bakanımız var beş.

Bu arada gözden kaçmasın sakın! Kendi partilerine oy verenlerin cennete gittiğini bangır bangır söyleyenler mi dersiniz? Vermeyenlerin beka sorunu olduğunu mu duyarsınız? Son derece tehlikeli, ayrıştırıcı, ötekileştirici bir dil kullananların çokluğuna mı şaşarsınız? Size kalmış!

Ancak tam da burada gözden kaçmaması gereken bir ayrıntı daha var! O da şu; Hani cennet anaların ayağı altında ya!  Bu durumda tüm analar yaşadı desenize!  Adı geçen partiye oy verse de vermese de cennet garanti analara! Yaşasın…

Tek sorun cennete gitmek değil kuşkusuz! “Ne olacak halimiz?” diyen emekçiler var. Zorlu yaşam koşulları altında inim inim inleyen halkımız var. Artan yakıt fiyatlarına baka kalan sürücüler, şaşa kalan araba sahipleri, saç baş yolan şoförler var.  Eşit olmayan gelir dağılımı karşısında bocalayan milyonlar var. Konuşurken çam değil çamlar devirenler görmese de bunlar ciddi olarak ve bol miktarda var...

Daha başka neler var derseniz tanıştırayım o zaman! Sebzedeki önlenemeyen yükseliş, her türlü gıdaya durmadan gelen zam, maaşlardaki artışı 5’e katlayan dur durak bilmeyen gıda fiyatları. Varlık kuyruklarında ömür tüketen halkımız var…

Yine aylardır meydanlara hakim olan, en üst perdeden ve durmadan yeri göğü inleten; “Bay Kemal, CEHAPE ve bunlar var ya bunlar!” söylemi var. Yine açlık sınırı 2.492 liraya, yoksulluk sınırı 8.782 liraya dayanmışken; “Aman sen de onu da biz mi düşüneceğiz Bay Kemal düşünsün!” diyenler var…

Aklıma gelen gelmeyen örneklerle yazıyı uzatırken, bu iç karartan yazıya renk katsın diye hayali olarak sokak röportajları yapmak istedim! Ben sordum, yurttaş yanıtladı. Ortaya daha çok iç acıtan bir tablo çıkmasın mı? Hani bir söyle bin ah işit derler ya! İşte öyle bir şey. Şimdi konuşulanları paylaşma zamanı…

“Toplu konut dediler, yeşil alan bırakmadılar, kıyıları, tarihi alanları yerle bir ederken, gökyüzüne bizi hasret ettiler. Çirkin beton yığınlarıyla bizi baş başa bırakıp, adına da hizmet yarışı, durmak yok yola devam diyerek çevreyi yaşanmaz hale getirdiler. Göz zevkimizden nefes alanlarımıza kadar her şeyimizi elimizden aldılar” (diyenler çıktı)

“Dar gelirli vatandaşa dağıtmak üzere üzerinde adayın resmi olan balonlar dağıttılar. Çoluk çocuğumuz açken ne işimize yarar diye elimize tutuşturulan balonlara baka kaldık! Çekindikleri tek konu pahalılığın ve ekonomik sıkıntının konuşulmaması ve  gerçeklerin dile getirilmemesi! İyi de;  fabrikalar, limanlar, bankalar gitti, çıraklık, kalfalık, ustalık bitti, biz de bittik” (diye yakınanlar çoktu)

“Yönetim yaptığı gökdelenlerle, duble yollarla, mega projelerle, karınların doymadığını neden görmek istemiyor? Hayat pahalılığının her şeyin önüne geçtiğini neden kabul etmiyor? Gündemi sık sık değiştirerek ve durmadan suçu muhalefete yükleyerek neyi çözmeye çalışıyor?” (diye kızanlar ve soranlar oldu)

Hayali röportajımın gerçekçi kahramanlarından ayrılırken onlara; “Bugün yerinde yeller esse de; Eskiden insanların biriktirdiklerinin ona sağladığı güven ortamı, gelecek güvencesi ve bunun toplumda bir karşılığı vardı. Günümüzde ise  kendi isteğiyle, kendi emeğiyle, kendi iradesiyle bir yere gelenler, nedensiz- gerekçesiz kapıya konulup hiçbir şey yapamaz hale gelince; havada uçuşan siyasi ve klişe söylemlerin, kolaycı, geçici, ithal formüllerin derde deva olmadığını görüp iki kere üzülüyorlar” dedim. Başlarıyla onayladılar. Taraflar dertli olduğu için sohbet su gibi akıp gitmiş, ortaya da bu yazı çıkmıştı. Kurgu benden, yorum sizden…