KADINA ŞİDDETİN ARA ve AMAN VERMEDİĞİ BİR 8 MART DAHA...
Bugün bizim günümüz ya! Ülkenin siyasi gündeminden uzaklaşıp bir kadın dosyası açmam gerekiyor. Kadına yönelik cinayet, taciz, tecavüz, dayak göz açtırmıyor, aman vermiyor, yaşlı- genç- öğrenci, çocuk tanımıyorsa aslında bu konuyu daha sık masaya yatırmak gerekmiyor mu?
Yerel yönetimler kadın dövme el teknikleri kitabı dağıtıyorsa, yargı iyi halden ceza indirimi uyguluyorsa, suçlular tutuksuz yargılanıyorsa, boşanmak isteyen kurşun yağmuruna tutuluyorsa bu konunun daha sık gündemi meşgul etmesi gerekmiyor mu?
“Ben anamın ayağının altını öperdim, siz de öyle yapın” tavsiyesinde bulunanlara, siz değil miydiniz? “Ananı da al git” diyen, meydanlarda bağrı yanık anaları yuhalatan, anaların anasını ağlatan diye sormak gerekmiyor mu?
Aslında kadınlara, çocuklara yönelik taciz eylemleri ne yaş ne meslek tanıyor! Yaşını başını almış öğretmenler, kendisine teslim edilen öğrencilerini taciz eden dernek- vakıf yöneticileri, geç saatte binen yolcusunu rahatsız eden sürücüler say sayabildiğin kadar…
Bu ayrıntılı girişi yapmamın nedeni; Kadın cinayetlerinin yangınının yüreğimde hep tütmesi, şarkıları türkülere, türküleri zamana katarak iş yapan kadınların seslerinin kulağımdan hiç gitmemesi, kadınlar gidince öksüz kalan çocukların, renksiz kalan evlerin, yalnız kalan çiçeklerin içimi acıtan görüntüsüdür.
Sayıları konuşturursak; 2002- 2016 yılları arasında öldürülen kadın sayısı 14 bin 293. Tercümesi şu ki; yılda bini aşkın, günde ortalama 5 kadın mezara sokuluyor. Sonra ne mi oluyor? Şu oluyor, adamlar delil yetersizliğinden sokaklara salınıyor!
Şimdi sorum net ve açıktır! Bu ülkede Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı var mıdır?
Varsa eğer başında bir kadın bakan bulunduğu doğru mudur?
Esas olan şu ki; Nikâh törenlerinde yerel yönetimlerce;“Karınızı nasıl dövmeniz gerekir?” el kitaplarının dağıtımı sürdükçe ülkenin yarısını oluşturan kadın nüfusu kitabi ve bilimsel olarak azalır! Sonra da kadınlar; yaka paça, ite kaka, dövüle, tekmelene yaşamaktansa, kavgasız, gürültüsüz, dayaksız, küfürsüz bir hayatı özlemektense, geçmişin anıları arasında sıkışıp kalmaktansa kendi elleriyle çekip gitmeyi tercih ederler…
Kadınların sırtına sopa, aba altından değil göstere göstere inecekse,
Şiddet gören kadınlar; “Aman çocuklarım görmesin, ailem duymasın” diye çektiklerini perdeleyip, gölgeleyecekse,
Un ufak olan hayatlar, en ufak bir ilgi görmeyecekse,
Kadınlar; evde, sokakta, işyerinde, otobüste, okulda, yurtta genç- yaşlı demeden şiddetin tacizin her türünü yaşayacaksa,
Kadınlara şiddet uygulayan erkeğin sırtını hem yasalar, hem toplum sıvazlarken, o da yaptıklarıyla gurur duyacaksa! Biz kadınların bu toplumda işi zor demektir!
Yine şiddetin, cengâverliğin, dayağın öne çıkarıldığı, taçlandırıldığı ve sıradanlaştırıldığı diziler birbiri ardına ekranlara getirilecekse, attığı dayakla övünen erkeklerin sayısının arttığı, sevmekle- şiddetin iç içe olduğu bir toplum ayıbından kurtulmamız daha da zor demektir!
Tüm bunların hız kesmeden sürmesi sonucunda ne mi olur? Kadınlar göçüp gider, erkekler kalır.
Daha sonra ne mi olur? Bahar biter kış değil, kara kış başlar.
Sonunda da; yaşadığı acıları içine atan, yaşadığı çağlayanları durgun göller gibi anlatan kadınlar ozanlara, söz yazarlarına, ustalara ilham verir ve dilden dile ulaşan şiirlere- türkülere, ezgilere yerleşir…
“Ben yoruldum hayat gelme üstüme,
Diz çöktüm dünyanın namert yüzüne,
Gözümden gönlümden düşen düşene,
Bu öksüz başıma gözdağı verme…
Ben yanıldım hayat vurma yüzüme
Yol verdim sevdanın en delisine
O yüzden ömrümden giden gidene,
Şu yalnız başımı eğdirme benim.
Ben pişmanım hayat sorguya çekme,
Dilersen infaz et, kar etmez dilme,
Sözlerim ağırdır dokunur kalbe,
Şu suskun ağzımı açtırma benim.”
Not: Konuşma yapmak için gittiğim İzmir’de gerek sahne hâkimiyeti, gerek dokunaklı ve etkili sesiyle ayakta alkışlanan hemşerimiz Faruk Demir’den dinlediğim bu türküyü tüm hemcinslerimle paylaşmak istedim.
Sözleri kadınların çilesini anlatmıyor mu?