KORONADAN SONRA KÜRESELLEŞME ve KAPİTALİZM KRİZE GİRER mi? - 3

Başlığı okuyan şu değerlendirmeyi yapabilir: Bizim korona sonrasında kapitalizme bir şey olmayacağını, küreselleşmenin devam edeceği ama bir kriz yaşayacağı kanaatinde olduğumuzu düşünebilirler.

Evet, peşinen söyleyelim ki, serbest piyasa ekonomisi sistemi bizce korona ve neoliberalizmin yarattığı yıkımlardan ders çıkartacak ve kendini tamir etmeye çalışacaktır. Küreselleşme ise 70-90 trilyon dolar civarında olan dünya ekonomik büyüklüğünde mal ve hizmet akışının ve fon akımlarının dolaşımı anlamında hız kesmeyecek. Sadece türev piyasalar dediğimiz karmaşık ve değer balonları yaratan menkul kıymetler de bir tıraşlama ve dikkatli olma hususunda önlemler geliştirilecektir. Kapitalizmin sürmesini isteyen ve sağlayan çok güçlü ülkeler ve ulus aşırı şirketler kendi lehlerine yaratılan katma değerden (karlardan) bir miktar vazgeçerek refah devlet-sosyal devlet politikalarına dönüş yapacaklar. Bu dönemin hâkim politikası Keynesçi politikalar ile enflasyona ağırlık verilen politikalar olacak. Bazı ulus devletler karma ekonomi politikaları izleyecek. Bizim düşüncelerimiz böyle. Peki, gerekçelerimiz nedir?

Küresel kapitalizm 19 ve 20. yüzyıllarda ve geçmişte coğrafi genişleme ile artan maliyetlerini baskı altında tutabiliyordu. Yani karlarının azalmasını önleyebiliyorlardı. Buna Marksist coğrafyacı David Harvey “mekânsal çözüm” adını vermişti. Keşifler, sömürgeler, bölgesel savaşlar mekânsal çözüm yolları idi. 21. yüzyılda coğrafi genişleme olanağı artık kalmadı. İki yüze yakın ulus devlet kapitalizmin coğrafi genişlemesine hem dur diyorlar hem de coğrafi genişlemenin artık maliyeti oldukça fazla. Bilgi çağına girdiğimiz bu yüzyılda teknoloji yayılma-biz de Harvey’den ilham alarak teknolojik çözüm diyelim- küresel kapitalizmin en büyük silahı olacak.

Korona ile de gördük ki artık dinler bilgi olmadan kapitalizme hizmet edemeyecek. Kapitalistler dini kullanarak sömürme yoluna eskisi gibi güvenemeyecekler. Bilgisiz kalan ve teknolojik gelişmesini sağlayamayan ulus devletler ise küreselleşmenin esaretinde yaşamaya devam edeceklerdir.

Küreselleşmenin en büyük silahı 1980’lerden sonra ulus devletlerin ve ulus devlette mukim bankaların ve şirketlerin aşırı borçlanmalarıdır. Bu borçlanmaya neden olan ulus devletlerin üretim yapısını ve biçimlerini küresel egemenlerin politikalarına göre tanzim etmeleridir. Örneğin Türkiye’de tarımın bitirilmesi. Devasa alt yapı, yol, tünel inşaatlarının karlarla değil dış borçla finanse edilmesi. Burada iki taraf var: kredi vericiler ve kredi alıcılar. Bugüne kadar doğan krizlerin birçoğu kötü kredi vericilerin-bankalardan yatırım fonlarına kadar-yol açtığı krizlerdir. Son yıllarda en kötü kredi vericilerin bir kısmı bankalar olmuştur. Bunun çarpıcı örneği şudur: Asya ekonomilerinde patlamanın doruğunda olduğu 1990’ların başında Alman Dresdner Bankası üst yöneticileri Asya yöneticilerine açıkça şu talimatı vermiştir: “Borç verin, daha çok, daha çok verin; yoksa pazar payımızı kaybederiz”. Çünkü bankalar borç para vererek para kazanırlar; her banka da Asya’yı kolay lokma görüyor, hiçbiri pazarı kaybetmek istemiyordu. Uyuşturucu satıcıları gibi parayı kürekle dağıtan bankaların Güneydoğu Asya-Rusya krizinden sonra bile, en büyük otuz sanayileşmiş ülkedeki beş büyük bankanın yaklaşık 2.5 trilyon dolar alacağı vardı.

AH KALDIRAÇ AH!

Bu kaldıraç sistemini bulanlar ekonomik krizlerin en büyük sorumlularından birileridir. Büyük koruma fonları (emeklilik, sigorta gibi) yatırımcılarından 1 dolar toplar, gider bankadan 9 dolar kredi alır. Kaldıraç gücünü kullanarak dünyanın her yerindeki hisse senetlerine, tahvillere, türevlere yatırarak parayı büyütüp 20 dolar kazanmaya çalışırlar. Ama bu aşırı riskli bir yoldur. Bugün bu sistem o kadar büyük ve o kadar yaygın ki bu piyasada oluşacak bir kriz domino etkisi ile tüm piyasaları krize sokar. Günümüzde bu sistemin dehşet büyümesi küreselleşmenin patronlarını bile korkutmuş durumda. Bunun için sermaye hareketlerine kontrol, bazı döviz işlemlerine vergi koymak gibi tedbirler önermeye başladılar. Hatta ve hatta artık dünya merkez bankasının kurulması gerektiği bile tartışmaya açılmış durumda.

Bazı kesimler küreselleşmenin dişlilerine kum atarak yavaşlatılmasından yanalar. Buna karşı olanlar ise, dişlilerin yerini doğru dürüst bilmediğimiz makinanın dişlerine kumu nasıl atacağız? Bunun yerine disiplin getirelim, demektedirler. Kredi vericiler borç verirken daha kontrollü olsunlar; demektedirler.

Bu disiplin kurallarından bazılarını sayalım: Şeffaflık getirmek -kredi verirken ülkelerin sadece ödemeler dengesine değil işletim ve hukuk sistemlerine de bakmak- risk yönetimi yapmak ve şu soruyu kredi alanlara sormak: bu parayla ne yapacaksın? Finansal sistemini iyileştirici neler yapıyorsun? Ülkene giren, çıkan para akışları nedir? -Kimden borç aldığın beni ilgilendirmiyor; benden aldığın borcun toplam borçlar içindeki payı ne? Bunu bilmek istiyorum- Buna benzer birçok kural. Yani borç verenler şunu anladı ki, trilyon dolarlara varan alacaklarla baş edemeyiz.

Bu bölümün sonunda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz: küresel kapitalizmin en büyük silahı borç vermek, borçlandırdıklarına istediklerini yaptırmak. Tüm dış politikalar da buna göre şekilleniyor. Bu durumda Türkiye gibi gelişmekte olan ülkeler ne yapmalı? Borç almadan yaşamak mümkün mü? Küresel güçlere nasıl kafa tutulur veya tutmak mümkün mü? Korana herkesin aklını başına getirmiş olabilir mi? Bu ve buna benzer soruların yanıtını gelecek yazıda vereceğiz…

https://twitter.com/MPamukoglu
https://www.facebook.com/mustafa.pamukoglu.90