NE HAKLA ve NE HADLE ÖYLE mi?
147’i tutsak, 9 bin işsiz gazetecinin olduğu bir ülkede sesiniz soluğunuz çıkmayacak öyle mi? Sokakta ve mutfakta yangın durmadan büyüyecek ama ses soluk çıkmayacak öyle mi? Bu topraklar üzerinde kaybolmadan ve kaybetmeden ayakta kalmak için çaba sarf etmeye hakkınız ve haddiniz olmayacak öyle mi?
Yanıtınız evetse konuları açalım o zaman…
Bizim amacımız pek yalın! Sizin amacınız; Cumhuriyet ilkelerini yok etmekse, laikliğin kırıntısına bile tahammülünüz yoksa dini eğitim 1. sınıftan itibaren müfredata girmişse, Arapça milli değer olmuşsa, okullardaki etkinliklerde fon müziği kullanmak yasaklanmışsa, laikliğe hakaret modadan öte yükselme nedeni ise, Atatürk okul kitaplarından çıkarılacaksa biz çoktan ayrışmışız demektir.
Fokurdayan bir ülkeden söz ederken, şimdi bir adım daha ileri gidelim ve okur gündemini biraz daha meşgul etmek adına yine ve yeniden TBMM’ye dönelim. Az da olsa izliyoruz Mecliste olup biteni. Matematik çoğunluğun sert önlemlerini, vekillerin saldırı planlarını, havada uçan tekme ve hakaretleri, itişip kakışmaları, ringe dönen meclis salonunu görüyoruz. Tüm bunlar yarınlara yönelik, tek adam eli ve emriyle yönetilecek ülkemize ait ipuçları değil midir? Daha doğrusu sorulması gereken soru “Nasıl bir Türkiye’de yaşamak istersiniz?” sorusu değil midir?
Saydam, özgür, dengeli, uygar, çağdaş yönetimin olduğu, haklardan eşit yararlanan yurttaşların yaşadığı bir ülke mi? Yoksa boş kâğıda imza atılan, yaşam tarzına müdahale edilen, yazarken, konuşurken, dolaşırken, yiyip içerken, giyinirken kendinizi baskı altında hissettiğiniz bir ülke mi? Tercih bize daha doğrusu size kalmış. Daha da doğrusu kul ve topluluk arasındaki ince çizgiyi görüp anlamaya kalmış. Artık adına köprüden önceki son çıkış mı deriz, ülkenin son çırpınışları mı deriz, karanlığın ucundaki tünelin bile görünmediğine mi yanarız? Bekleyip göreceğiz!
Veya Bekir Bozdağ’ın dediği gibi tarihe(!) bakarak, özellikle de Atatürk dönemini iyice belleyerek kararı, yeni anayasa tartışmalarına kitlenen, göstere göstere suç işleyen, oynama sahası olarak meclisi seçen ve gözü başka hiçbir şey görmeyen vekillere bırakacağız!
Karanlık giderek büyürken, saymakla anmakla bitmeyecek pek çok can gitmişken, ülkeyi daha güvenlikli kılmak gerekirken bu acele niye diye sormayacağız! Yine bir meclis kendi kendisini feshetmek için böylesine canhıraş çalışır mı sorusu aklımıza gelmeyecek! Ya da bir başbakan tarihe en son başbakan olarak geçmek için böyle hevesli olur mu diye kendi kendimize mırıldanmayacağız! Anlamak çok zor ama…
Sonuç olarak var olan ne biliyor musunuz? Halk ekmeğinin derdinde! 6 milyonu işsizi olan bir ülkeden söz ediyoruz Teneke mahallelerde yaşam savaşı veren, sunta, karton ve saçtan yapılmış evlerde oturan derdi sıcak bir ev, bir tas çorba olanların yoğun olduğu bir ülkeden…
Karda kışta aç, sefil, üşüyen, karanlıkta oturan, aşı ocağı olmayan ve görmezden gelinen yurdum insanından ve onun çilesinden söz ediyoruz. Yine onun kâğıt toplayarak, çıplak ayaklarıyla çalda çamurda dolaşarak, sobadan sızan gazla her an ölümün nefesini hissederek, sürekli hasta olarak yaşam savaşı verdiği bir ülkeden…
Odunsuz, kömürsüz, susuz evlerde büyük bir dramın içinde yaşayanların ne OHAL, ne KHK, ne terör, ne anayasa derdi beyler! Onlar aş, iş bekliyor o kadar! Oyunu göstererek verip bağlılığını kanıtlayan beyler!
Minik ayaklar üşüyor, onu görebiliyor musun? Görülmesi gereken gerçek bu…