NEDENSE!

Yazının sonuna sakladığım konuyu aylardır yazmak istiyordum ama gündem izin vermedi…

Biliyorum açıkça yazılıp çizilenler, net söylemler hepimizin canını sıkıyor ancak gerçeğin ta kendisi bu iken, “Ay ne şeker! Ne kadar iç açıcı” diyebileceğimiz şeyler çok az, ya da yokken yazmayıp da ne yapalım? Bu arada okurlar arasında; “daha nereye kadar!” diyenler var, “daha neler göreceğiz!” diyenler var, “bu örnekleri daha sık yazın!” önerisinde bulunanlar var, “bunları geçelim ve daha güncel konuların üzerinde duralım!” diye çemkirenler var, “sineye çekip oturalım!” diye akıl verenler var. Tabii bizim de bir duruşumuz ve yayın çizgimiz var…

Geçim sıkıntısı nedeniyle 5 yılda 1 milyon 155 bin üniversite öğrencisi okul bırakma noktasına gelmişse, bu sorunu eğitimci olarak tüm ayrıntılarıyla masaya yatırmak gerekmez mi?

Gençlerin yurtdışına gidiş nedenini; “Çocuklarımızın geleceği, ülkedeki kutuplaşma, ekonomik istikrarsızlık ve gelecek kaygısı!” şeklinde açıklayan ailelerin feryadını duymak ve duyurmak gerekmez mi? Hal böyle iken “Bırakın onları, yaşasın kutuplaşma, yaşasın cepheleşme denebilir mi?

Bu hırpalayan ve tırpanlayan ortamı görünce; “Çocukluğum, annem ve babamın bana sunduğu özgürlük ortamında geçtiği için kendimi şanslı görüyorum” diyenlere hak vermek gerekmez mi?

İstanbul Kartal’da deniz kumuyla yapılan koskoca apartman kâğıttan kule gibi yıkılıp çökerken, birbirine sarılmış olarak bulunan 21 kişi yaşamını kaybederken “şehit oldular” sözü “imar barışı” ihanetini unutturur mu?

Tabii ki lafım ve mesajım;  Ger, kutuplaştır, yönet diyenlere! 

Kuşkusuz ki sözüm ve göndermelerim; Ayrıştır, dışla, unuttur, kazan diyenlere!

O halde şimdi sorma zamanı…

Geçmişin eğitim sistemine ve o zorlu koşullarda eğitimde yakalanan başarıya, eğitimde fırsat eşitliğinin insanlara verdiği olanaklara bakınca nasıl şapka çıkarmazsınız? Eğitimde gelinen nokta bu iken, halk olarak bizim adımıza durum buyken, siyasal iktidarın söylemiyle “yok öyle şey, her şey güllük gülistanlık” diyebilir miyiz?

Tam da burada aklıma geldi, paylaşmadan geçemem! Bir süre önce içimde güller açtıran, demek ki oluyormuş dedirten bir habere rastladım. Bu haber üzerine ben de bi merak bi merak sormayın gitsin. Biraz daha araştırıp derinlerine inince yazmadan geçemeyeceğim bir başarı öyküsüyle karşılaştım. Okuyup unuttuysanız, ya da duymadıysanız dinlemeye hazır mısınız? 

Efendim konu şu! Gıda üreticileri için aroma ve sos imal eden Aromsa’nın sahibi Murat Yasa diyor ki; “Aromsa’da çalışanlar haftada üç saat yoga yapıyor. O üç saat mesaiye dâhil. Şirketimizin tiyatro, kitap ve gezi kulübü var, bu kulüplerin hayata geçirdiği etkinlik alanları var. Haftada bir gün İngilizce hocası geliyor, isteyen ders alıyor. Çalışanlarımızın mutlu olması, bize hem huzurlu bir ortam, hem de işe yansıyan bir verimlilik sağlıyor.”

Sn. Yasa’nın dediklerini duyunca belleğim beni Atatürk döneminde kurulan fabrikalara, açılan eğitim kurumlarına götürdü. Haraç mezat elden çıkarılan Cumhuriyetin kalelerini düşündüm, örneğin yerinde yeller esen şeker fabrikalarının her birinde tiyatro salonu, kütüphane, okul, spor alanları, müzik kulübü vardı. Yani her fabrika ayı zamanda bir sosyal tesisti. İnsanları mutlu etmek bu kadar kolayken, sonuçlar işe yansıyorken kapatmak, arayışa sokmak, mutsuz etmek niye? Senin benden istediğinin önemi yok, benim sana verdiğimle yetineceksin demek niye?

Ger, kutuplaştır, yönet! Ayrıştır, dışla, kazan diye mi?