NELERİ KAYBETTİK?

CB konuşmayı çok seviyor, hiç yorulmuyor, her konuda konuşuyor, herkese cevap yetiştiriyor, her şeyi biliyor, bazı konularda zor zapt ettiği, hatta etmediği, edemediği öfkesini her fırsatta konuşturuyor. İstemediğini görevden alıyor, istediğine yeter artık git diyor. Ama tansiyonu ne çıkmıyor, idmanlı ve imanlı olduğu için ekibinin ondan alacağı çok ders var…

Şimdi bu konu üzerinde biraz hatta birazdan da çok durarak ilerleyelim. Başta her şeyi bilen ve tek karar mercii sayılan bir genel başkan varken, dedikodular, söylentiler, kaynayan kazanlara rağmen sorgulayıcı bir itiraz yoksa ne değişir? Yine tartışma yaratacak pek çok soruna karşı çıkan olmazsa, halkın büyük çoğunluğu seyirci gibi, tribünde tenis maçı izler gibi olup biteni izliyorsa, kırılan kol ülkenin kolu da olsa kol kırılıp yen içinde kalmayı sürdürüyor.

Kendi deyimiyle yol ve dava arkadaşları; sadece bir kişiye odaklanmış yürüyorsa, her konuda sadece onun yüksek fikirleri ve uygulamaları esas alınıyorsa kısa ve uzun vadede değişen ve değişecek olan bir şey yok demektir.

Önümde ve beynimde duran yakıcı sorunlara gelince; (gelmesek daha iyi ama) gerekli ve güncel olduğu için hızlıca bir göz atalım ve lafı dolandırmadan söyleyelim! Önceliğim; mutsuz ve eşitsiz bireyler yetiştiren eğitim sistemimizin reforma olan ihtiyacı, ikincisi ana sınıflarına kadar inen 5 saatlik din eğitimi, üçüncüsü müftülere nikâh kıyma yetkisi.

Şimdi sormayıp da ne yapalım! Nedir bu yönetimin çocuklar ve kadınlarla alıp veremediği? Nedir bu bitip tükenmeyen intikam hırsı? Nedir bu okulları imamlara emanet etme arzusu! Nikâhları müftülere kıydırma kararlılığı! 5 yaşındaki çocuğa 6 saat dini eğitim verdirme çabası! Böylece okula güven duymayan velilerin artması, okulu sevmeyen çocukların bozulan psikolojileri, savaşa, şiddete meyilli tek tip çocuk hayalleri ve “darbe- cihat- mücahitlik” kavramıyla eğitilen bir nesil neden istenir ki? (bu da soru mu dediğinizi duyar gibiyim!)

Yine sormayıp da ne yapalım! Ezelden beri mağduru, mazlumu, mahkûmu oynayan ve hep kazanan erkek iktidar, elindeki güçlü silahı neden hep çocuğa ve kadına yöneltiyor? Biz bu bakışla nereye çıkar, kiminle boy ölçüşürüz? Çocuklar mutsuz, aileler tedirgin, gençler gergin ve kaygılı iken 40 yıl önceki eğitimi özlememiz ve aramamız doğal değil mi? Bu ve benzeri soruların yanıtı hepimizce malum değil mi?

Üniversite mezunu işsizlik oranı yüzde 35’e dayanmışsa, AİHM yetersiz diye gösterilen adayları geri çeviriyorsa, uzak ve belirsiz gelecek toplumu kaygılandırıyorsa ısrarla ve önemle kadınları daha çok çaba harcamaya, yarınlara daha çok sahip çıkmaya çağırmak gerekmez mi? (Anne ve kadın kimliklerine güvenerek)

Bay Gökçek gidecekmiş, Bay Topbaş gönderilmiş, sırada diğerleri varmış, gerekçeler ortadaymış, saray göndermese halk gönderirmiş! Ne değişir ki? Giden gittikten sonra! Ankara, başkent olmaktan, İstanbul, dünya kenti olmaktan çıktıktan sonra…

Cumhuriyetin kalelerinde; eğitimden sağlığa, caddelerden sokaklara, kurallardan ağaçlara her şey bozulduktan sonra…

Hele de işin özüne “benim dediğim olur, ben ne dersem o!” mantığı hâkimse…