NİYE mi YAZDIM? KADINLAR ADINA TEŞEKKÜRLER BÜYÜK ATATÜRK!  DEMEK İÇİN…(1)

Bugün anlı şanlı yazarların başlattığı modaya uyup, köşemi kişiselleştiriyorum! 8 Mart nedeniyle son kitabım (Gitme! Dönmezsin Dedi Annem) ve kadın kitaplarımla ilgili soruları (hoşgörünüze sığınarak) köşeme taşıyorum. Gazete,  televizyon ve salon söyleşilerinde en çok sorulan soruya, “Bu kitabı niçin yazdınız? Kitaplarınızda neden kadın kahramanlar başı çekiyor?” sorusuna toptan cevap verme hakkımı kullanıyorum!

Niye mi yazdım sorusunun öncelikli cevabını başlıkta verdim. Özellikle Atatürk’e teşekkür etmek, sonra da gerçekleri vurgulamak, ülkemiz dışındaki kadınlarla bizleri buluşturmak ve ortak paydalarımızın altını çizmek için yazdım. Sırayla gidersek;

Kadın konularına ağırlık vermemin, ülkemizden ve dünyadan kadın portreleri yazmamın nedenleri için benim biraz gerilere gitmem, sizin de bi zahmet yazının tümünü okumanız gerekecek!

Şimdi izninizle kendimden söz edecek, kendi çocukluk, genç kızlık, annelik, yazarlık, hocalık, kısaca insanlık tarihimden sayfalar açıp kesitler sunacağım ki neden yazdığım sorusu daha net anlaşılsın! 

Çocuktum! Evde teyzem, annem, ablalarım ve bizde kalan uzak bir akrabamızdan oluşan kalabalık bir kadın ordusuyla büyüyordum. Bir bakıma çok da çabalamadan, çok da fark etmeden kadın haklarına saygıyı yaşayarak öğreniyordum. Daha o günlerde yerleşmişti yüreğime ve çocukluk anılarıma kadınlar dünyası diyebilirim! (tam da burada kadın emeğine çok saygılı babamı rahmet ve özlemle anmadan geçemem)

Örneğin o küçük ama dev ordu tarafından kitaplar konurdu önüme okuyup anlatayım diye! Yine o kadınlar ordusu örgü, dikiş, resim, nakış, ütü, alışveriş gibi mini ama zorunlu kurslardan da geçiriyordu beni! (daha sonra bir kısmıyla işim olmasa da!) 

Büyüdüm. Aile kurallarının insanın nefesini bir başka türlü kestiği o yıllarda, cümlelerin başının geldiği, sonunun getirilemediği o yıllarda, nefesin kesildiği, gerisinin gelmediği o yıllarda, burnun sık sık çekildiği, gözyaşlarının zamanlı zamansız aktığı o yıllarda, her şeyin önünde, arkasında, sağında, solunda arka planında hep emeğe saygıyı buldum. O ordunun emeği ve yol göstericiliğiyle…

Bir bakıma bu ülkede kadın olmanın, zorluğunu ilk anladığım yıllardı o yıllar…

Ve bir gün anladım ki! Türkiye’de kadın erkek eşitliğinin, resmi nikâh zorunluluğunun, tekeşliliğin, kadınlara istediği işte çalışma hakkının, mahkemede tanıklık yapma hakkının, eşit miras ve boşanma hakkının kabul edildiği yasa için teşekkür etmeliyim. Kime mi? 

Pek çok batı ülkesinden çok önce bizi özgürlüğe kavuşturduğu için, insan olduğumuzu resmileştiren kanunları çıkardığı için ve biz kadınlara aydınlık bir yol açtığı için Büyük Atatürk’e! Bunun için yazdım…

Ve yine bir gün anladım ki! Aslında biz o dev ve devrimci liderin öngörüsüyle ülke kan ve barut kokuları içinde Kurtuluş Mücadelesi verirken kadın-erkek eşitliğini anayasamıza yazdırmış bir milletiz. Bunu nedense zihin haritamıza bi türlü yerleştirememişiz! O nedenle bizi yönetenler hala “adam- madam” diyor- diyebiliyorlar. Hala erkeklerimiz bizler için; “erkek gibi kadın, çok delikanlı kız, erkek sözü ver!” gibi deyimler kullanabiliyorlar. Bunların altını çizmek, özeleştiri yapmak için yazdım…

Niye mi yazdım? Kaybeden ama tekrar ayağa kalkan kadınları anlatmak için yazdım! Siz kadınlara sus, eve çekil, çocuk yap, biat et, itaat et derseniz ve bunu dayatırsanız bu kadınları üzer, incitir, kırar. Kılığına kıyafetine, duruşuna oturuşuna makyajına (taksiti kaldırarak) karışırsanız, tokat- tekme- bıçak- dayak havada uçuşursa bu tür kitaplar yazılmalı diye yazdım…

Niye mi yazdım? İnsan bazen kendi kaderini ya da kederini de yazar. Öfkesi için yazar, hayalleri için yazar, beklentileri için yazar. Ben kadınları dinlerken mendil aranıp durduğum için, bazılarının derdi 10’ken bizimkinin 110 olduğunu gördüğüm için yazdım. Bazen hayal ettiklerimi, bazen hayata geçirdiklerimi yazdım. Özetle “Geleydin bana bir çay içimi / Sen çay dökerdin ben de içimi” sözünden yola çıkarak içimi dökmek için yazdım…

Niye mi yazdım? Yarım kalan hayatları paylaşmak için yazdım.  Yer yer içimdeki beni konuşturdum. Bazen küçük bir kızın belleğinin derinliklerine indim, yalnız bizim coğrafyanın değil, pek çok sınırı aşan öykülere dokundum, ortaya bu kitaplar çıktı. Ülkemizde 2 kadından biri işsiz ve eğitimsizse, ayda ortalama 30 kadın sevdikleri tarafından öldürülüyorsa bu tür kitaplar olmalı diye yazdım…

Hayatın bize ödettiklerini, bizim gözü yaşlı geride bıraktıklarımızı, seçimlerimizi yaparken kaybettiklerimizi, vazgeçtiklerimizi, vazgeçemediklerimizi, bedel ödemeye razı olduklarımızı, keşkelerimizi, sorumluluklarını aldıklarımızı yazdım…

“Eve ekmek almayı unuttum/ Annemin tembihlerini/ Babamın nasihatlerini unuttum. Sakın unutma denilenleri unuttum da! “Beni unut” diyeni unutamadım!” diye iç çekenlerin dokunaklı öykülerini paylaşmak için yazdım…

Not: Yazının devamını Cumartesi günü okuyacaksınız…