OLAY YERİNDEN BİLDİRİYORUM!

Baştan söyleyeyim. Cumhuriyet Gazetesi’nin kadrolu yazarı olmadım, ama her daim okuyanı ve “Arada Bir” yazanı oldum. Şimdi bugüne gelmek için biraz gerilere gitmenin, 1999- 2002- 2008 yıllarında çıkan üç kitabımın arşiv çalışmalarına dönmenin, haksız ve hoyratça yapılan bu baskının bana düşündürdüklerini paylaşmanın tam zamanıdır…

Yıl 1999. Cumhuriyet Kitap’tan çıkacak olan ve daha önce Fransız Bilim İnsanı Dr. Bernard Caporal tarafından kaleme alınan “Kemalizm’de ve Kemalizm Sonrasında Türk Kadını” adlı kitabın genişletilmiş ikinci baskısı için gazete arşivini mesken tutmuşum! 1919-1970 yıllarını kapsayacak olan 2 ciltlik kitabın hazırlıkları tüm hızıyla sürüyor! Cumhuriyet Gazetesi’nin okurlarına armağanı olacak bu kitabın hazırlanmasının yönetim tarafından bana teklif edilmesinin gururuyla her gün yollara düşüyor, istenen güne yetiştirmek için olağanüstü bir çaba gösteriyorum! Kitap; Osmanlı İmparatorluğunda, Müslüman dünyada, Batıda kadınla başlayıp, Kemalizm’le devam eden ve kadının kurtuluş mücadelesini, eğitimini, haklarını, gelişim sürecini içeriyor. Görsellerle zenginleştirilen, istatistiklere yer veren bu bilimsel çalışmanın içinde yer almaktan, altına imza atmaktan o kadar mutluyum ki istenen tarihten çok önce kitabın bana düşen bölümünü teslim ediyorum. Ancak Cumhuriyet’te çalışmayı ve arşivi o kadar seviyorum ki ondan sonra çıkacak olan iki kitabımda da adresim yine Cumhuriyet arşivi oluyor…

Yıl 2002. Bu kez yazacağım bir başka kitabın hazırlık çalışmaları için yine Cumhuriyet Gazetesi’nin arşivindeyim. Kitabımın konusu; “1970’ten Günümüze Gazete Manşetlerinde Kadın” Yaptığım araştırmalar, daha önceki deneyimim, kadın konusunda en duyarlı, en çok haber yapan, kadın sorunlarına en çok yer veren, hem de birinci sayfadan yer veren ve bunları özenle koruyan gazetenin Cumhuriyet olduğunu göstermiş, bunun üzerine ben yine tası tarağı toplayıp arşive yerleşmişim! Çoğu kez personelden önce gelip, onlarla birlikte çıktığım,  o süreçte, ağır, kalın, sararmış, yıpranmış gazete ciltlerini tozlu raflardan görevli arkadaşların yardımıyla indirip, konuşlandığım masada tek tek okuyuşumu, çıkardığım notları akşam evde gözden geçirerek yazıya döküşümü ve o zorlu çalışma temposunu unutamadım...

Tıpkı beni içlerinden biri sayıp bağrına basan arşiv sorumlusu Edibe Buğra ve çalışma arkadaşlarının yardımlarını unutamadığım gibi. Tıpkı her sabah gazeteye gelirken sabah kahvesini birlikte içtiğimiz, kadim dostum Önder Çelik’le yaptığımız tadına doyulmaz sohbetleri unutamadığım gibi…

Tıpkı “Kadınlara Dair Akılda Kalanlar” adıyla piyasaya çıkan kitabım için arşivde yaptığımız kutlamada; eli, kolu, dili dolu gelen tüm yazarların içtenlikli sözlerini, hakkımı ve haddimi aşan övgülerini, Orhan abinin (Orhan Erinç); “personelden biri gibi alışmıştık sana, yeni bir kitaba daha başla” şeklindeki sözlerini unutamadığım gibi…

Tıpkı beni her görüşte, eliyle huni işareti yaparak kızdırmaya çalışan, “pösteki sayman ne zaman bitecek, kitap bitince toz alerjisi testi yaptır!” diye uyaran Aydın Engin’in ki (ben ona “Tırmığın Babası” derim) sıcak ve esprili sözlerini, çıkan her kitabıma yazdığı güzel yorumları unutamadığım gibi…

Tıpkı kısa sürede birçok baskı yaparak, kadın konusunda referans kitaplardan olan, başucu kitaplarından sayılan ve bana ödüller getiren kitabıma en büyük katkıyı sağlayan gazetemin vefasını, konukseverliğini, o gün kurulan ve bugüne dek firesiz ve ödünsüz gelen dostluklarımı unutamadığım gibi…

Yıl 2008. Çok değerli bir dostumu- okul arkadaşımı kaybetmiş ve yaşam öyküsünü yazmaya karar vermişim. “Yarım Kalan Öykü” adını taşıyan bu kitap için her zaman olduğu gibi soluğu yine gazetemde almışım. Bu kez arşivden çok matbaa ve dağıtımdan sorumlu arkadaşım Önder Çelik’ten yardım istiyorum. Kitap Önder’in aracılığıyla ve çok kaliteli bir baskıyla raflarda yerini alıyor. Ve ben yeri gelmişken hem Önder’e hem de köşesinde güzel yorumlarla arka çıkan yazar dostlarıma (rahmetli Oktay Ekinci’ye) yeniden ve yine teşekkürümü sunmak istiyorum…

Bu vefa içerikli girişten sonra sözün özüne gelirsek; Cumhuriyet Gazetesi; siyasi iktidarın gözünü kırpmadan alıp sattığı, teslim aldığı ve hizaya getirdiği medyada biz aydınlar için bir akademi, nefes alma yeri ve sığınılacak bir limandır. Cumhuriyet Gazetesi; 92 yıllık geçmişiyle, adıyla, yaptıklarıyla, yazdıklarıyla, ödediği bedellerle, hakkını vererek yüklendiği misyonuyla bilimden, sanattan, tarihsel çizgisinden, evrensel kimliğinden ötürü okuldur- ekoldür. Bahriye Üçok’tan Muammer Aksoy’a Uğur Mumcu’dan Ahmet Taner Kışlalı’ya verdiği basın şehitleriyle bedellerin en büyüğünü ödeyen bir aydınlanma ocağıdır. 

Kendi siyasi konumunu daha da güçlendirmek, muhalif tüm sesleri susturmak ve kısmak için hesaplı kitaplı, planlı programlı ve de bilinçli bir adım daha atılarak Cumhuriyetimizle yaşıt, adını Atatürk’ün verdiği Cumhuriyet Gazetesi’ne hem de Cumhuriyet Bayramı kutlamalarının hemen ertesinde baskın düzenlenmesine şaşırmadım! Ancak gerekçesini hayretle ve endişeyle karşıladım. F. Gülen’le ilgili en çok yazı yazan, en çok haber yapan, cemaatle mücadele eden, teröre karşı çıkan gazete, şimdi Fetöcülük yaptığı iddiasıyla baskına uğruyor ha! Pes doğrusu! Bunun adı yıllar önce “Tehlikenin Farkında mısınız?”  manşetiyle çıkan gazeteye, yıllar sonra “sen misin bunu yazan!” diye ağır bir bedel ödetmek ve hesap sormaktır. Tam bir kesinlikle ifade edeyim ki amaç son kalelere kara çalmaktır.

Kafamı kurcalayan, yanıt bekleyen pek çok sorumun cevabını gelecek günler verecek diye beklerken yorum ve açıklamalar batıdan ardı ardına gelmeye başladı. Le Monde; “Erdoğan Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştırıyor” diye manşet attı. ABD; “Muhalif medya organlarına yapılan baskıdan derin endişe duyuyoruz” şeklinde açıklama yaptı. AGİT; “OHAL çerçevesinde yapılanlar mazur görülebilecek adımlar değildir” dedi. Yazıma noktayı değerli dostum, arkadaşım Cumhuriyet Vakfı Yönetim Kurulu ve gazetenin İcra Kurulu üyesi Önder Çelik’in eşi Semra Çelik koysun. Anlamakta ve yorumlamakta zorlandığımız ama şaşırmadığımız baskın üzerine Semra Hanım; “Ben kendime değil, memlekete üzülüyorum. Bir işe yarayacaksa, hepsi yatsın gazete için ne olacak?” şeklindeki insanı çok düşündüren ve duygulandıran bir açıklama yapmış. 

Şimdi ben kalkıp Cumhuriyet Gazetesi’nin 200 kişilik ailesini kucaklayıp, Ezgi ve Ali Çelik’e yüreğimin tüm sıcaklığıyla sarılmaz mıyım?