ÖRNEKLER ÇOK ama BUGÜNLÜK BU KADAR YAZAYIM!
Kim bilir bugüne kadar kaç yazımızda altını çizip, vurgu yapmışızdır. Ama değişen ne diye baktığımızda durmak yok yola devam demekten başka çare görünmüyor ne yazık ki!
Hayat ucuz, yaşam pahalı ise! Çift maaş alanlar çok, hiç maaş almayanlar çok çok ise! Ticaret durma noktasında, esnaf tezgâhından çok icra dairelerinin kapısında, halk borç batağında ise! Karar mekanizmalarında oturanlar iş disiplinini getiren iç disiplinden yoksunsa!
“7 kişi birleştik, ortak bir somun ekmeğe gireceğiz. 7 düvel bizi kıskansın diye!” “Ülkeyi soyup soğana çevirenler, yurttaşa soğan ekmek yemeği öneriyor!” şeklinde çizgileriyle Erdinç Utku bizi düşündürüyorsa!
Yönetim erbabı çatışmayı çözmek, yangını söndürmek, diyalogla çözüme ulaşmak yerine kırıp dökerek, yıkıp geçerek kitleleri dışlıyorsa!
Yönetim; Ülkenin önüne yeni bir çıkış yolu, ekonomik krizden çıkmanın formülü, biriken sorunlara çare bulmanın yöntemini düşünmek ve hayata geçirmek yerine günü kurtarmanın peşinde ise!
TÜGVA, ENSAR, ÖNDER, İYC, İDD, İDV, TDED, BEK ve benzeri vakıf ve derneklerin üyesi olan; “Biz 10 kardeşiz. 11.kardeş olarak, cumhurbaşkanımızı görüyorum!” diyen Sn. Nebati 3 yılda 3.bakan olarak hazine ve maliyenin başına getiriliyorsa!
Cumhuriyete ve Büyük Atatürk’e borcu olduğu için elinden kalemi düşmeyenlerin canı bugün yazı yazmak değil dertleşmek istiyorsa!
Şimdi 1920’li- 30’lu yıllara yine ve yeniden bakma zamanıdır! Kurtuluş Savaşı yıllarında, cepheden cepheye koşan, savaş yorgunu bir ülke düşünün. Yakılan, yıkılan şehirleri, köyleri kasabaları düşünün. Yetişmiş insan gücünü savaş meydanlarında şehit vermiş bir ülke düşünün.
Cephede can pazarı yaşanırken, cehalete karşı savaş açan büyük Atatürk’ün Temmuz 1921’de yurdun dört bir yanından gelen öğretmenlerle, öğretmen okulunda 1. Maarif Kongresini topladığını ve bu kongreyle hem öğretmenlere verdiği değeri, duyduğu güveni ve eğitimde fikri istikametin nasıl değiştiğini düşünün.
Sonra bugüne dönüp 2021 yılı Türkiye’sinde 700 bin öğretmen atama beklerken, çiçeği burnunda MEB’in 1-3 Aralık tarihinde kişi başı maliyeti 1230 Euro olan 5 yıldızlı otelde yaptığı, “yerli ve milli” vurgulu Eğitim Şurasını düşünün.
Sonra da dışa bağımlı olmamak için üretimin ne denli yaşamsal olduğunu bilen, o şartlarda bile aşı konusunda bilim ve teknoloji üreten, vatan topraklarında, tüm imkânsızlıklara rağmen kendi aşısını, kendi serumunu üreten, ürettiği çiçek aşılarını Fransa, İngiltere ve Amerika’ya gönderen bir ülke düşünün.
Yetinmeyip 1938 yılında Çin’de kolera salgını görülünce bizden aşı talep eden Çin’e kolera aşısı yollayan bir ülke düşünün.
Yine Büyük Atatürk’ün öngörüsüyle 1924 yılında İstanbul Heybeliada’da yalnızca verem hastalarını tedavi amacıyla açılan 660 yataklı sanatoryumun yüzbinlerce insanı sağlığına kavuşturduktan sonra 2005 yılında yönetimin emriyle kapatıldığını düşünün.
1928 yılında Ankara’da kurulan Refik saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü’nün ülkemizi kasıp kavuran ölümcül salgın hastalıkları başarıyla yok ettiğini, difteriden boğmacaya, kızamıktan tetanoza, gripten tüberküloza onlarca çeşit aşı üretip bulaşıcı hastalıkları kontrol altına alıp yok ettiğini düşünün. Sonrada 2011 yılında çıkarılan KHK ile yaşamsal önemdeki bu kurumun kapatıldığını düşünün.
Şimdi daha iyi anlaşıldı sanırım bugün yazma yerine dertleşme isteğim…
Not: 9 Aralık Çarşamba günü saat 15.00’de Yeni Çağdaş Kadınlar Eğitim- Kültür ve Dayanışma Derneği’nin çağrılısı olarak İstanbul Yelken Kulüpte “Dünden Bugüne Kadın” konusunu anlatacağım. Yolu düşenleri beklerim…