ŞANTİYE ÜLKEM BENİM!
Öfkeden geçtik, üzülmeye alıştık, kaygı günlük hayatımıza iyiden iyiye yerleşti. Bu daha iyi günlerimiz diyenler arttı, bu daha başlangıç diyenler çoğaldı. Neden derseniz? Nedeni çok…
MTV zammı, ekonomik darboğaz, artan işsizlik, şantiyeye dönen ülkemizdeki inşaat sektöründe yaşanan kriz, elde kalan evler, içi dolmayan ya da hemen boşalan AVM’ler, Kuzey Irak ve ABD ile yaşanan sorunlar, vize çıkmazı, cep yakacak olan ve eli kulağında yeni zamlar!
Varın siz karar verin artık olup bitene ve hızla alınan yola…
Hollanda Başbakanı işine bisikletle gidiyormuş. Bunların dünyadan haberi yok! İtibar diye, itibardan tasarruf yapılmaz diye bir şey duymadıkları belli! Tam adamı ülkemize bilgi ve görgüsünü artırmaya davet edecekken, bizim başbakan açıklama yapmaz mı? Son derece taze bir örnek olduğu için sütuna yatıralım!
Aslında bu açıklamayı yazı konusu yapmayı hiç düşünmemiştim. Nasılsa uygulanmaz, yazmak zaman kaybı olur diye içime de doğmuştu. En iyisi gülüp geçmek ya da kulak ardı etmek diye düşünmüştüm. Yine haklı çıktım. Ancak paylaşmadan olmaz…
Başbakan demiş ki; “2018 yılı tasarruf yılı. Hiçbir şekilde güvenlik ve acil konular dışında devlete, belediyeye, oraya buraya yeni araç alımı yok, dükkânı kapattık.” Başbakanın bu açıklamasının Türkçe meali şu mu demek? “araba sevdası, debdebe, şaşaa, israf bitti.” “Verimlilik, tasarruf, rasyonellik ve kamu denetimi geri geldi.” Ben öyle anladım, ya siz?
Ancak başbakan kürsüden inmeden yeni bir haber geldi! 268 araç yetmediği için 38 araç siparişi daha verilmiş. Yeni araçlar özel zırhlarla donatılacakmış. Böylece dev filonun içinde minibüs, kamyon, otobüs yer alacak ve sayı 306’ya çıkacakmış. Başbakan; “Dükkânı kapattık” derken hangi dükkânı kapattığını zaten açıklamamıştı!
Gelir dağılımındaki adaletsizliğin yüksek seviyede seyrettiğini, her 100 kişiden 68’inin borçlu olduğunu başbakan bildiği için böyle konuşmuş ama bu sözlerinin önünde hukuki bir engel olmadığı için dükkânı kapaması bir işe yaramamış tabii!
Başbakanın kapanmayan dükkânından sonra gelelim her zaman olduğu gibi eğitim dünyamızda olup bitene!
Veliler akşamdan sabaha, bugünden yarına değişen bu eğitim karmaşasında, ilkokuldan üniversiteye gittikçe zorlaşan ve içinden çıkılamaz bir hal alan bu çıkmaz yollarda çocuklarını devletten korumanın yollarını aramaya başlasalar yeridir.
Sokaktaki simitçiden bindiğiniz taksiye, fabrika işçisinden sokakları süpüren temizlik görevlisine, postanedeki memurdan hastanedeki hemşireye, pazardaki esnaftan bakkaldaki müşteriye herkesin ve her kesimin ortak derdi olan bu eğitim işini niye bu kadar zora sokarlar ki? Amaç hesaplı kitaplı adımlarla yeni neslin kurban olarak seçilmesi olduğundan, baş eğen, ikna olmuş, yılmış, umudunu tüketmiş bir gençlik yaratma başarısı zaten oldukça yüksek. Anaokulundan üniversiteye kadar sorgulayan, başkaldıran araştıran bir nesil olmadığı gibi, artık büyük ölçüde istekleri olan, hedefleri olan, itirazları olan, merakları olan, sevinçleri olan, hevesleri olan bir gençlik de yok…
Sonuçta olan kime oluyor derseniz! Ülkemizin üzerine düşen bu kara gölgenin kısa zamanda ortadan kalkmayacağı bilinciyle olan bu ülkenin çocuklarına, dolayısıyla geleceğine, en çok da ülkeye ve yarınlarımıza oluyor desek…