SARILMAYACAKSAN GELME!

Yüzyılın en büyük küresel salgını nedeniyle “olay yeri ekibi!” gibi kendi güvenlik şeridimizi çekip evlere, odalara kapandığımız bugünlerde;

Biraz izlenim yazayım, biraz gözlem yapayım, biraz haber başlıklarına bakayım derken! Başlık çocuklardan geldi! Anne ve babaları sağlık personeli olan çocuklar nine ve dedelere emanet olunca; tüm ilgi ve ihtimama rağmen ailelerini çok özlüyorlar. Yoğun, yorucu, hasret dolu günlerin ardından evlerine geldiklerinde de onlara; “Gideceksen gelme! Gelmeyeceksen gitme! Sarılıp öpmeyeceksen niye geldin?” gibi haklı ve içten sitemlerle seslenerek gönül tellerimizi sızlatıyorlar…

Biz farkında olmasak bile her sözün, her gülümsemenin, her sitemin bir öyküsü var. Her evin içinde yaşanan bir başka bir hikâye var. Birbirini göremeyenler, işini kaybedip ekmek derdine düşenler, dar evlerde kalabalık yaşayanlar, okulsuz- eğitimsiz sınavlara hazırlananlar, yakınları yurtdışında olduğu için kaygılananlar, kapalı kapılar ardında duygusal ve fiziksel şiddeti yaşayanlar, daha çok ilgi bekleyen yaşlılar, benimle daha çok ilgilenin diye mızmızlanan çocuklar…

Koşullar böyle olunca! Uzun süreden beri gülmeyi geçtim, gülümsemeyi bile unutan, hatta dişlerini sıkan bir toplum olduk doğrusu. Bugüne kadar yaşanan ve yaşatılan bunca umutsuzluk, kamplaştırma, ayrıştırma, bölünmüşlük, ekonomik sıkıntının üstüne bir de Korona virüs belası çıkınca başka ne olurdu ki?

Bir yanda CB’nin; “Dünyanın en güçlü sağlık sigorta sistemini hayata geçirmiş, en modern hastanelerini inşa etmiş dünyanın örnek aldığı bir Türkiye var. 165 bin doktor, 205 bin hemşire olmak üzere 490 bin sağlık ve 360 bin destek personeliyle devasa bir sağlık ordusuna sahibiz” şeklindeki iç açan sözleri…

Diğer yanda İstanbul Tabip Odası’nın; “Başarı hikâyesi yazabilmek için algı yönetimi yapılıyor!” açıklaması! Bir yanda Türk Tabipler Birliği’nin; “Salgında en ön cephede yer almasına karşın yeterince korunamayan 601 sağlık çalışanı bu hastalığa yakalandı” şeklindeki iç acıtan sözleri. Ve her yanda cansiperane hizmet veren sağlık ordusu…

Bir yanda milliyeti olmayan virüsün sırt çantasını kapıp kapı kapı dolaşarak yaydığı hastalık, diğer yanda kamuoyunun gözünden kaçanlar, ya da kaçırılmak istenenler ve yaklaşmakta olan ağır ekonomik krizin ayak sesleri…

Bir yanda mezuniyeti belirsiz, ara ve geçiş sınavları belirsiz, üniversiteye giriş sınavı belirsiz, eğitimi belirsiz, yarınları belirsiz milyonlarca öğrenci! Diğer yanda yetkili ağızlara göre; yükün daha çok artacağı, borcun daha çok katlanacağı, işsizliğin tavan yapacağı bir tablo!

Bir yanda bilirkişi mi, bilmiş kişi mi ayırt edemediğimiz ekran kuşları! Diğer yanda emir, tensip, takdir, izin, onay, arzu, istek, buyruk, işaret ve öngörü konusunda sınır tanımayarak, 2020 bütçesi 11.5 milyar lira olan DİB’in tebrikleri hak eden VİP namazları…

Virüs nedeniyle hayatını kaybeden Şilili yazar Luis Sepulveda; “Anlatmak direnmektir”  der. Bu yargının içine yazma dâhil mi bilemem!

Sonuç mu? Cümleyi açarak sonuca gelirsem; Tüm emeğe rağmen yazıp çizdiklerimizin anlamı da yoktur, yanıtı da…