SEÇİM SÜRECİNDE NELER DUYDUK, NE VAATLER İŞİTTİK…

Hani çok değerli, çok kıymetli, paha biçilmez, altın-pırlanta, zümrüt, elmas, tek taş(!) değerinde seçimler vardır. Okul, iş, eş, meslek seçimleri, ya da dost arkadaş seçimi gibi! Diğer seçimlere hiç girmiyorum!

Bu havalı girişi neden yaptım derseniz? Mültecilerin durumlarını görünce, başlarına gelenleri okuyunca bu listeye memleketi de katmak gerekir mi diye düşündüm. Norveç, Hollanda, İsveç gibi ülkelerde yaşayanlara bakınca haklı değil miyim diye sordum kendime!

Demem o ki; Mülteci akınının şehirlerin demografik yapısını bozduğunu, şu anda 97 bin nüfuslu Kilis’te 154 bin mülteci olduğunu,  Şanlıurfa’dan Hatay’a, Gaziantep’ten İstanbul’a, Adana’dan Mersin’e, Kilis’ten İzimir’e K.Maraş’tan Konya’ya, Mardin’den Ankara’ya, Kayseri’den Edirne’ye, Çanakkale’den ülkenin her yerine az ya da çok dağılan ve buraları kendine mesken tutanları görünce; “Memleketimize dönmeyi hiç düşünmüyoruz” dediklerini duyunca, hele de savaş ve göç travmasının erkekleri saldırgan, kızları içe kapanık yaptığını görünce yazmadan edemedim…

Yine eski CB Gül’e 17 araç, 40 personel tahsis edildiğini okuyunca, koruma müdürü tarafından; “Gül, çok aktif bir eski CB. Temposuna verilen araçlar yetmiyor” şeklindeki açıklamayı duyunca, ne gibi bir tempo bu, neden basına yansımıyor, neden insanımız deneyimli bir yöneticinin hızlı temposundan payına düşen bilgileri alamıyor, bu haksızlık değil mi diye düşündüm, merakımı yenemeyince yazayım dedim…

Sonra da çok renkli, çok sesli, çok bağırıp çağırmalı, çok harcamalı bir seçim sürecini geride bıraktığımızı hatırladım, yazmamak olmaz dedim! Soru- yanıt şeklinde sütuna yatırmak istedim…

Bu seçim sürecinden bize ne kaldı ya da ne öğrendik derseniz? Seçimlere fiilen ve sonuna kadar katılanların, afişlerden meydanlara, mitinglerden bilbordlara her an göz göze geldiğimiz, daha doğrusu beynimize kazınan; “Bizim ki bir aşk hikayesi” sözünün yerini; “Bizim ki bir tencere hikayesi” gerçeğinin almış olduğunu gördük.

Bize ne kaldı derseniz? Milleti ayırmaya yönelik sözlerin, devlet gücünü kullanmaya yönelik harcamaların, her şeyi bilenlerin kendi doğrularına yönelik ciddi hataların prim yapmadığını, sevda masalının değil, tencere gerçeğinin su yüzüne çıktığını anladık.

Geriye ne kaldı derseniz? Ülkenin önünde ciddi ekonomik sorunlar varken; “Bu iş benden sorulur!” diyenlerin işin içinden çıkamadığını, “bu iş bensiz olmaz!” diyerek şişkin egolarını konuşturanların aldığı sonuçları, kuytu ve emin sularda kulaç atanların iyi yüzücü olmadığını, kültürel kodları kullanarak toplumsal barışın sağlanamayacağını, hakaret, küfür, aşağılama, tehdit, iftira dilinin üzülmeyi öğrettiği kadar, sevinmek için emek gerektirdiğini öğrendik.

Geriye ne kaldı derseniz? Ciddi kulak ağrısının yanı sıra, insanı çileden çıkaran hakaretlerin, bugüne dek görülmeyen gözdağı vermelerin, ana muhalefet partisini “çukur, çamur, çöp” diye tanımlamaların seçmeni bıktırdığını gözlemledik.

Geriye ne kaldı derseniz? Bundan önceki seçimde “verin yetkiyi ekonomiyi havaya uçuralım” diyenlerin patates, soğan kuyruklarına halkı  muhtaç ettiğini, seçim biter bitmez tanzim satış yerlerinin söküldüğünü, eğitimli genç işsizliği yüzde 25’i bulduğu ülke gerçeğinin “Yeni Türkiye’yi hazırlayanlar ve bunu başardık diye övünenler” tarafından önemsenmediğini, çocuklara, gençliğe ve yarınlara nasıl bir ülke bırakıyoruz sorusuna yanıt verilmediğini anladık.

Geriye ne kaldı derseniz? Yıllardır olduğu gibi yerli mağduriyet malzemesi bulmaya, bulamayınca ithal mağduriyetlere sığınmaya, ekonomiyi allayıp pullayıp cilalamaya devam etmenin artık işe yaramadığını, minarelerden parti bayrağı sallayarak, okullarda seçim propagandası yaparak, öğencileri alanlara taşıyarak, verdikleri sözlerle ve beklentileriyle durmadan çelişerek, önemli konuları gündemden uzak tutarak bir yere varılamayacağını görmüş olduk.

Geriye ne kaldı derseniz? Seçim bileşenlerini alanlara taşıyanların, yüksek perdeden bağıranların tüm çabalarına rağmen, seçim belirleyicisinin mutfak, geçim, kaynamayan tencere, ödenemeyen fatura, hasat yapamayan çitçi, mazotsuz traktör olduğunu unutanların, gerçek sorunları gözardı edenlerin, sürekli pusuda beklettikleri ve yeri geldiğinde taarruza geçirdikleri hayali düşmanlarla bile bazı şeylerin olamayacağını gördük.

Geriye ne kaldı derseniz? Yerli araba, yerli uçak, yerli traktör yaparız diye yeri göğü inletenlerin, ülkede tarımın bittiğini, tarlaların apartman olduğunu, tarla sürecek yer kalmadığını, “Gönül işi, aşk işi, sevda işi!” belediyecilikle sorunların çözülemediğini görmesini sağladık.

Geriye ne kaldı derseniz? “Ben 82 milyonun cumhurbaşkanıyım” dedikten sonra; “Devletin başında kim var? Tayyip Erdoğan var. 14 tane bakanı var. Yerel yöneticilerin yapacağı hiç bir şey yok. Ne söylüyorlarsa yalan” diyerek toplumun yüzüne gerçeğin aynasını tutan CB’nın; Derdine çare arayanların umudu olan kişi ve kurumların ortaya koyduğu yanlı ve yanlış tutumlara artık nokta koyacağı beklentisine girdik.

Özetle; Taşların yerinden oynadığı, eski başbakan ve eski bakanların belediye başkanı seçilemediği, trafolara kedi girmese de teknik arızanın uzun sürdüğü (!), aşağılama, tehdit ve hakaret dilinin ters teptiği, ekonomik krizin ve mutfaktaki yangının belirleyici olduğu bir seçimi geride bıraktık. Artık yeni şeyler söyleme zamanı mı diye sormaya başladık…

Not: Geriye ne kaldı sorusunda unuttuklarım için kendimi affetmeyeceğim…