Şimdi esip gürleyenlere, aldandık ve aldatıldık diyenlere, yanlış ata oynayanlara, zararın neresinden dönülse kâr diyenlere ve bu işte payı en çok olanlara sorma zamanı ve kaldıysa eğer pirincin taşını ayıklama zamanıdır…
Şimdi bilimden, felsefeden, zamanın ve mekânın sonsuzluğundan, uygarlık tarihinden, okumuşların şerrinden korkanlara inat sorma zamanıdır.
Şimdi Kurtuluş Savaşının taçlandırılması olan Lozan’ı zafer olarak görmeyenlere, Moodys’in not indirimi için; “vız gelir tırıs gider” gibi ciddi(!) açıklamalar yapan damat bakanlara, OHAL’i uzatmak için muhtarlara oylama yaptırırken; “Yok grevdi, yok boykottu, şimdi bu ıvır zıvır işler var mı?” diyen soranlara hatırlatmak zamanıdır.
Sizin için değerler bu kadar mı korkutucu, ya da önemsiz deme zamanıdır!
Her zaman, her yerde geçerli araçlar vardır. Para, güç, şantaj gibi! Bazen hepsi bazen biri kullanılır ve sonuca da varılır. Şuraya gelmek istiyorum. Ulusa biçilen role bakınca, halkın anladığı dille konuşulunca bu enstrümanların önemi daha iyi anlaşılır. Sorularla başa çıkamayan, eline yüzüne bulaştıran, komşularıyla anlaşamayan, öfkeli ve masum çocuklarını(!) bi türlü kontrol edemeyen, kendi topraklarını iç savaşın eşiğine taşıyan, iç ve dış siyasette kutuplaştırmayı yeğleyen, dinle uyutan ve uyuşturan toplumlara bakınız. Para, güç şantaj onların hep elinin altında değil midir?
Daldan dala atlayarak da olsa bir gerçeğin altını daha çizmekte yarar var. Türkiye’de halen mühendislik ve mimarlık eğitimi alan öğrenci sayısı 434 bin, işsiz mühendis ve mimar sayısı da 100 binin üzerinde imiş. Ne alaka derseniz? Derdimizi anlatmanın yollarına girelim. Yıllardan beri övünüp dururlar yol yaptık, havaalanı inşa ettik, yeşili tüketip AVM kondurduk, memleketin her yerine çivi çaktık diye. Acaba asıl çiviler beynimize çakılmış olmasın? Gelişi güzel mıhlarla gözümüz kör edilmiş olmasın? Soru bu? Biraz gerilere uzanarak açmaya çalışalım…
Bir zamanlar bu ülkede; “minareler süngümüz, camiler kışlamız” denilmedi mi? “Beraber yürüdük biz bu yollarda” şarkısındaki partnerin kim olduğu bilinmiyor muydu? Alelacele mahkûmların salınması, bir aftan öte, yeni gelenlere yer açmak için değil midir? Bunun böyle olduğunu Alman, ABD, Britanya, Fransa basını yazarken haksız mıdır? Siyasetin sembollerle yapıldığı bilinmekteyken, yıllardır söylene gelen; “Camiye, kışlaya siyaset girmemelidir” sözüne uyuldu mu? Yoksa işimize gelmediği için unutuldu mu?
Yine İstanbul’un değişmeyen belediye başkanının gençliğinde “namaz öğreniyorum” diye bir filmde “baba” başrolünü oynadığını unuttuk mu? Biz unutsak da ailecek piknik yapılan bu filmde ağaç dalından düdük yapan ve çocuklarına dini vecibeleri öğreten başkanla ve çok yönlüğüyle gurur duyanlar unutmamıştır. İnsan hem aktör, hem mimar, hem doktoralı mimar, hem sütlaç uzmanı, hem belediye başkanı olunca nasıl unutulur ki?
Besleyerek ve destekleyerek gelinen nokta buyken yazmak ve sıralamak durumu herhalde daha da berraklaştırır. Bazı konuları ilişkilendirmenin çok yanlış olmadığını düşünüyorum! Beraber yürünen yollarda kimlerle kol kola girildiği unutulmamalı…
Neden mi? Tarihi gaflara imza atanlara, geçmişi bir çırpıda sıradan özürlerle geçiştirenlere hatırlatmak adına…