KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Tetikçi medyadan acemi tezgah
Saraya bağımlı medyanın en irisinde dün yine çok acemi bir tezgah haberi, manşeti süslüyordu.
Manşet “Ektiğini biçiyor” şeklindeydi.
Üst başlıkta “PKK’ya teslim olmuş CHP görüntüsü, Türkiye’nin içini sızlattı” diyordu.
Yanında kocaman bir Kemal Kılıçdaroğlu portresi.
Hemen altında ise Atatürk ve Kılıçdaroğlu’nun posterlerinin bulunduğu bir sahnenin önünde oturmuş 8-10 adam fotoğrafı koymuşlar.
Adamların ellerinde PKK flamaları ile terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın fotoğrafları var.
Böylelikle Atatürk ile Apo da yan yana getirilmiş oluyor,
Haber diğer başlıklarla devam ediyor; Kılıçdaroğlu-HDP ittifakının CHP’yi getirdiği acı nokta, İsviçre’deki CHP toplantısında, Atatürk resminin önünde teröristbaşının portresi.
“Yandaş” deyince kızıyorlar.
Sanıyorlar ki yandaş kelimesini birinden yana taraf olma anlamında kullanıyoruz.
Oysa yandaşlık bir tarafta olmak değil, kendini iktidarın bir parçası olarak görüp onlar adına pis operasyonlar yapmaktır.
Ergenekon ve Balyoz olaylarında yandaşlığın ne kadar haince ve alçakça bir boyut kazandığını herhalde artık bilmeyen yok.
Ama bu yandaş medya, rezil olma pahasına da olsa bu tutumundan, tetikçilikten vazgeçmiyor.
İşte yandaşların en irisinde dün yayımnlanan bu “tezgah” haber bunun son örneği.
Üstelik son derece acemice hazırlanmış bir tezgah.
Bu köşede dünkü yazımı okuyanlar hatırlayacaktır, İsviçre’deki bu olayı ele alıp bunun rezil bir eylem olduğunu belirtmiş ve “Sıkıysa AKP toplantılarına da böyle gitsenize” diye de eklemiştim.
İlk bakışta bu eylemin gerçekten bir PKK eylemi olduğunu düşünmüştüm.
Ancak dün yandaşların iri gazetesini görünce, bu baskın işinin tamamen bir düzmece olduğunu anlamamak mümkün değildi.
Bir kere sözde PKK’lılar, henüz dinleyiciler gelmeden salona giriyorlar.
Görevli sayısının bile az olduğu o anlarda sahneyi işgal etmek, Apo posteri açmak ve bu posterin Atatürk fotoğrafıyla birlikte görüntüsünü almak çok kolay.
Dünkü yazımda net bilgi alamadığım için sözde PKK’lıların salon doluyken içeri girdiklerini sanmıştım. Oysa salon boş, böyle olunca kahramanlık da kolay oluyor.
Ama asıl acemi tezgah, açılan bir pankartla ortaya çıkmış.
Bu pankartta aynen şunu yazmış sözde PKK’lılar; “Canan Kaftancıoğlu sözünü tut, Mahir Kılıç’ı işine geri iade et.”
Bir kere “geri iade” gibi bir Türkçe hatası var ki evlere şenlik, bunu ancak bu acemi tezgahı hazırlayan cahiller yapar.
Gelelim bu tezgahı hazırlayan ve CHP toplantısını, ellerinde Apo posterli PKK’lılar basmış gibi gösterenlerin akılsızlığına.
Eğer terör örgütü, CHP ile gizli iş birliği yapmışsa, sadece bir kişiyi işe geri aldırmak için bu iş birliğini ifşa edecek bir eylem yapar mı?
Bunlar bu kadar aptal olabilir mi?
Peki niye bu aptalca acemiliği yapıyorlar?
Çünkü özellikle cahil halkta “CHP, PKK ile iş birliği yapıyor” algısını oluşturabilmek için çok sağlam bir kanıt göstermek zorundalar.
İşte bu pankartın kanıt olduğunu düşünüyorlar.
Aslında elbette fazla düşünmeyen, eğitim ve kültür sevilesi de düşük ama kalabalık kesimlerde bu inandırıcı olabilir.
Tabii insan, bir medya kuruluşunun sırf kendi çıkarı için iktidara bu kadar bağımlı olmasına ve onun uğruna bu tür iğrenç tezgahlar hazırlamasına içerliyor haliyle.
Biz böyle bir ülke olmamalıyız.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Arınç sayesinde o davaların nasıl oluştuğunu anlamış olduk
Bülent Arınç yine konuştu, yine ortalığı karıştırdı.
Son söylediği sözler “Kozmik Oda’ya girilmesi” konusunda oldu.
Arınç dedi ki; “Başbuğ önce ‘Olmaz’ demiş, Başbakanımızla konuşmuş. ‘Açarsanız iyi olur, kuşku ortadan kalkar’ deyince Başbuğ arama talimatı vermiş.”
Bu sözlerden anlıyoruz ki Ergenekon ve Balyoz gibi davalarda asıl belirleyici unsur yargı değil, dönemin iktidarı.
Ki o iktidar, o günden bu yana hiç değişmedi.
Oysa bu davalar sürerken, yandaş tetikçi kesimler yargının üstünlüğünü anlatıyor, yargıdan kaçılmayacağını, sanıkların eğer suçsuzluklarına inanıyorlarsa kendilerini adaletin şefkatli kollarına teslim etmeleri gerektiğini anlatıyorlardı.
Bizler o tarihlerde, tıpkı şimdiki gibi yargının tepeden talimatla iş yaptığını söylüyorduk ama anında lince tabi tutuluyorduk.
Şimdi gerçek bir kere daha ortaya çıktı.
Kozmik Oda’ya cemaatçi ekip girmeyi önce göze alamamış, biraz duraklamışlar çünkü Başbuğ karşı çıkmış, ama Erdoğan müdahale edince iş bitmiş.
Yargıya hiçbir müdahale olmadığını söyleyenlerin buna iki satır lafı var mıdır acaba?
OKURDAN MESAJ
Sezer döneminde bunlar olamazdı
Geçen hafta Hürriyet yazarı Abdülkadir Selvi saraydaki 29 Ekim Resepsiyonu’nu köşesinde anlatırken, “Barış Pınarı Harekatı başta olmak üzere, şehitlerimizin ruhuna Kuran-ı Kerim okundu. Bir an Ahmet Necdet Sezer dönemini düşündüm. Böyle bir şey mümkün müydü?” diye sormuştu.
Okurlarımdan Sedat Yıldız, “Madem öyle” demiş, “Sezer dönemi ile ilgili benim de sorularım var” diyerek sıralamış.
– 1150 odalı saray, Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– Terörle/teröristle müzakere, Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– Devlet kurumlarının iktidar eliyle bir cemaate teslim edilmesi Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– Teröristler sınırda davul-zurna ile karşılanırken, vatansever ordu komutanlarının “terör örgütü yönetme” suçu ile hapislerde süründürülmesi Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– Ege’deki 18 adanın Yunanistan’a teslimi Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– 4 Milyon Suriyelinin kontrolsüz biçimde Türk topraklarına girmesi, Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– Amerika/Avrupa Birliği/NATO/Rusya/teröristler/cemaat tarafından sürekli yanıltılmak/aldatılmak, Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– İşçiler açlık sınırı altındayken, kendi maaşına sürekli zam yapmak Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– İhale Kanunu’nun 186 kere değiştirilmesi Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– Kameralar karşısında, milletin gözünün içine baka baka yalan söylemek, yalan olduğu ortaya çıktıktan sonra dahi bu yalanı savunmaya devam etmek, Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
– Damadını Ekonomi Bakanı, özel okul sahibini Milli Eğitim Bakanı, hastane sahibini Sağlık Bakanı, seyahat firması sahibini de Turizm Bakanı yapmak, Ahmet Necdet Sezer döneminde mümkün müydü?
Bİ SORALIM BAKALIM
Gerçekten ıspanağın içine karışmış bitkiler mi suçlu?
Şu sıralar bir ıspanak paniği yaşıyoruz.
İstanbul ve Tekirdağ’da yedikleri ıspanaktan zehirlenen insanlar olduğu öğrenildi.
Bazı medya organlarında zehirlenmelere ıspanağın değil, ıspanak demetlerine karışan başka otların yol açtığı ileri sürülüyor.
Bakanlık açıklamasında da benzer ifadeler var.
İnanalım mı?
Hiç bugüne kadar “ıspanağa karışan otlar” lafı duydunuz mu? Ben duymadım.
Ayrıca bu tür zehirlenmelere yol açan bitkiler yeni mi ortaya çıktı? Eğer o adı geçen bitkiler bu tür zehirlenmelere yol açıyorsa, ıspanağa gerek yok ki, daha önce böyle bir vakaya niye rastlanmadı?
Yine bugüne kadar ıspanaklara hiçbir şey karışmıyordu da şimdi niye karıştı?
Yoksa bize açıklanmayan bir şeyler mi var?
Zehirlenme, ıspanağa karışan bitkilerden mi, yoksa tarımda kullanılan bazı ilaçlardan ve bu ilaçların bitkilere olan etkisinden mi kaynaklanıyor?
Sizin de aklınıza böyle deli sorular gelmiyor mu?
YENİ ÖĞRENDİM
O parti, bu parti derken; Demokrat Parti, 1 Aralık’ta atağa kalkıyor
Hayli uzun zamandır Gül-Babacan ikilisi ile Davutoğlu’nun kuracağı partiler konuşuluyor.
“Ha bugün, ha yarın” derken iki partinin de kuruluşu bir türlü gerçekleşmiyor.
Bana göre korkudan kurulamıyor.
Çünkü sanıyorum Gül ve Babacan da Davutoğlu da ortamın daha sakin olacağını, milletvekillerinden pek çok kişiyi saflarına katacaklarını hatta Erdoğan’ın da buna çok tepki göstermeyeceğini düşünüyorlardı.
Bekledikleri gibi olmadı. AKP’den ciddi bir kopma ihtimali görülmüyor.
Kimse aptal değil ki, durup dururken kendini tehlikeye atsın, çünkü başına geleceği biliyor aşağı yukarı.
Bu siyasetçi isimlerin Erdoğan’dan pek farkı yok aslında. Ha Ali Veli, ha Veli Ali örneğindeki gibi yani. Belki aşırı kâra alışmış bir sermaye grubu, Babacan’ın yönetime gelmesini isteyebilir, gerisi boş.
Bu nedenle özünde hayli korkak olan bu siyasetçilerin parti kurmalarının pek de kolay olmadığını düşünüyorum.
Kamuoyunda bu isimlerin parti kuracağı beklentisi varken, benim için de sürpriz olan bir başka siyasi gelişmeyi öğrendim.
Demokrat Parti, 1 Aralık’ta Temsilciler Meclisi’ni toplayarak “Radikal Demokrat Deklerasyon” yayınlayacakmış.
Genel Başkan Gültekin Uysal, 1 Aralık’ta partiye önemli katılımların olacağını da söyleyerek “1 Aralık, tıpkı Atatürk’ün ‘Efendiler yarın Cumhuriyet’i ilan edeceğiz’ sözündeki gibi ‘1 Aralık’ta demokrasiye geçeceğiz’ sloganı ile yola çıkıyoruz” diyor.
Demokrat Partili bazı isimlerden aldığım bilgiye göre, DP etrafında oluşturulması planlanan yeni harekete, “hangi görüşten olursa olsun, demokrat her tutum ve davranış sahibi herkes” davet edilecekmiş.
DP’liler “Artık merkez sağ değil, demokrat merkez oluşturmak zorundayız” diyorlar.
Bakalım, 1 Aralık’ta göreceğiz.
https://twitter.com/can_atakli_