TÜM BUNLAR BİZE NE SÖYLÜYOR? Ya da SÖYLÜYOR mu?

Yine ve yeniden bir seçime gittiğimiz bugünlerde verilen sözler tutuluyor mu, unutuluyor mu, tutulacak mı, unutulacak mı merak ettiğim bu soruyu kurcalamak ve masaya yatırmak istedim.

Örneğin Kapalı Çarşı’da (adının hakkını verircesine!) pek çok dükkân kapanmış ya da kapanmaya hazırlanıyor.

Kasaplar; Müşteriler “5 liralık, ya da 100 gram kıyma isteyip teraziye bakarak bu kadar mı diye sorunca ne diyeceğimizi bilemiyoruz!” şeklinde açıklama yapıyor.

Tarım Bakanı alay edercesine; “Çok iyi niyetlerle işler yapıyoruz. 6 ay ya da 1 sene Türkiye’nin et ithalatına ihtiyacı yok!” müjdesini veriyor.

Ankara-Konya hattındaki YHT kazası için soru soran basın mensuplarına hem Ulaştırma, hem Alt Yapı Bakanı; “teşekkür ederim” diyerek uzaklaşıyor.

Eğitimci kökenli MEB; 78 devlet, 18 vakıf üniversitesinde bulunan 96 eğitim fakültesinde halen 213 bin öğretmen adayının eğitim gördüğünü, 500 bin mezun öğretmenin ise atama beklediğini unutuyor.

Aslında başköşelerde konuşlananların yazdıklarına dair, üst düzey görevlerde bulunanların Türkiye’nin yeni hallerine ait örnekleri çoğaltılabilir. Örneğin soğan lobisinden girip 2 bin liraya dayanan açlık sınırından, 6 bin lirayı geçen yoksulluk sınırından, 18 bin liraya dayanan kişi başı ortalama borcumuzdan çıkılabilir! Ancak konu iç açıcı olmadığından size de, kaleme de yavan gelebilir…

Yine bir başka yazının konusu olacak kadar uzun olan ve bizzat AKPGB tarafından dillendirilen ülkemizin refah seviyesi arttığı için et fiyatları yükseldi şeklindeki şaka gibi ve hiç unutulmayacak açıklamaya yine girilebilir! Ancak konu çok uzayacağından şimdilik ertelenerek başka konuların kapıları aralanabilir!

Örneğin kadın denince akla son yıllarda hep vahşet objesi geldiği, ülkemizde buna dünden hazır bir bakış ve iklimin olduğunun defaten doğrulandığı,  bu yaranın derinlerine inince; genelde dünyada, özelde bazı ülkelerde çok arttığı netleşebilir.

Yine Ortadoğu’nun karman çorman olduğu, göçmen ve mülteci sorununun tüm dünyayı alev gibi sardığı, bundan en çok payını alan Türkiye’de her 20 kişiden birinin artık Suriyeli olduğu gerçeğinin altı bir kez daha çizilebilir.  Öyle ki Kilis’te 131 bin Türk yurttaşa karşılık, 132 bin Suriyeli mülteci yaşadığından, çoğunlukta olan Suriyelilerin Kilis halkına; “Burası bizim artık, siz gideceksiniz, devlet buraları bize verdi” diyecek kadar pervasızlaştığı hatırlatılabilir. Bu arada da ülkemizin özgür olmayan ülkeler kategorisindeki tek NATO ülkesi durumuna geldiği ilave edilebilir.

Hal böyle iken sanatçılara ilham veren, yapıtlara konu olan, insanların ayağını yerden kesen; Romantizmin biteli çok olduğu, idealizmin rafa kaldırıldığı, fırtına ve tufanların ortalığı sardığı göz önüne serilebilir.

Çıkar amaçlı ittifakların, öncelikli hamlelerin ortama ayan beyan hâkim olduğu, dağa taşa inşaat yapanların, ormanı- yeşili talan edenlerin, ülkenin can damarlarını kurutanların, imar rantına göz yumanların, kent talanına evet diyenlerin, çevre doğa katliamlarını görmezden gelenlerin mutluluktan kanat takıp uçtuğu gözlenebilir.

Sonra ne mi olur? Yeni Türkiye’nin yeni hallerine bakınca pek çok şeyi artık kanıksadığımız, olağan karşıladığımız, ilgisizce seyrettiğimiz, hemen her konuda ahkâm kesenlere prim verdiğimiz ve onları bir şey sandığımız görülebilir. Kısaca yönetimin izin verdiği ölçü ve sınırda ilerlemeye çalışan Yeni Türkiye’nin yeni hallerine bayağı alıştığımız ortaya çıkabilir.

Daha sonra ne mi olur? Şu olur! Adı geçici birliktelik mi olur, ittifak mı olur, senedi ittifak mı olur, dirsek teması mı olur, koalisyon mu olur neyse ne olan bir küskün bir barışık buluşmaların arkasındaki isimler atı alarak hep birlikte ve topyekûn Üsküdar’ı geçerler.

Özetle yazık olur bu memlekete, çok yazık oldu bu ülkeye hem de çok…