UNUTMAK ve UYUTMAK…

Meslek odalarının açıklamasına göre! Mühendislerin yüzde 62’sinin iş bulamadığı, inşaat mühendislerinin asgari ücrete talim ettiği ülkemizde mühendislik eğitimi depremden önce çöktü desek mi?

MEB’in göstergelerine göre! Yükseköğretimde 278 öğrenciye 1 profesör, 476 öğrenciye 1 doçent, 193 öğrenciye 1 doktor, 156 öğrenciye 1 araştırma görevlisi düşüyormuş. Anaokulunda 35 bin, ilkokulda 399 bin, üniversitede 74 bin Suriyeli öğrenci okuyormuş. Bu durum için MEB’in ve YÖK’ün konuyla ilgili açıklamalarını duyan var mı diye sorsak mı?

Kayıtlara göre; 11 ayda 1734 işçi iş kazasında hayatını kaybetmişken, ülke nüfusunun yüzde 15’i açlık sınırında yaşıyorken, “burası çok önemli!” diyenlerin alıp başını gitmesi derde deva olacak mı?

Sel mi, deprem mi, patlama mı, toprak kayması mı, yangın mı, tren kazası mı, salgın hastalık mı, savaş mı, terör mü, cinayet mi, iş kazası mı (seç seçebilirsen) arasında gidip gelirken alınan önlemler yeterli olacak mı?

En büyük adalet sarayı, en büyük şehir hastanesi, en büyük millet bahçesi, en büyük hava limanı, en geniş otoban, itibardan tasarruf olmaz sloganıyla yurttaşın sırtına bindirilen borç dolu acı reçeteye bakınca, yeni reformlar(!) yeterli olacak mı?

Sofralarımız tatsız, şefkatlerimiz az, acılarımız büyürken; Ülke olarak barışa aç, güvene aç, huzura aç, gülümsemeye aç, sevince aç bir hale dönmüşken, bahaneye bakan gözyaşlarımız yağmur yüklü bulutlar gibi akmaya hazır bekliyorken havanda su döven açıklamalar derman olacak mı?

Emsalsiz buluşlarıyla virüse adeta politik davetiye çıkarırcasına yapılan toplantılar artınca; çareyi yine 65 yaş üstüne ev hapsi getirmekte bulanlar, önce 6 saat izin verip sonra 3 saate indirenler!  Cumhuriyet Gazetesi’nden Erdinç Utku’nun “65 + Korona Marşı” için kaleme aldığı “Karantina içinde vurdular beni/ Ölmeden mezara koydular beni!” sözlerine kulak verecek mi?

Oysa asıl hazine ve en değerli şey; gidecek bir işinin olması, korkmadan sağlıklı yaşayabilmek, kafana estiğinde özgürce bir yere gidebilmek, sevdiklerine sımsıkı sarılabilmek, bir dostla kahve içip, bir arkadaşla muhabbet etmek, 65 yaş üstünü ziyaret edip, yönetimin kırdığı gönlünü alabilmek değil midir?

Gözünü daldan budaktan esirgemeyenlerin, her daim halkı aydınlatan ve ışık olanların yakınmalarını duyunca bir kez daha yazmak şart oldu. Küçük farklarla, belli belirsiz ayrıntılarla aynı düşünce ikliminde yetişenler ne der, ne düşünür bilemem ama! Kaderin cilvesine bakın ki; cumhuriyetin kuruluşunun 97.yılında, bir cumhuriyet üniversitesinin düzenlediği bilimsel toplantıda Cumhuriyet karşıtı görüşleri bilimsel görüş diye tartışılıyorken 65 yaş üstünün katıksız cumhuriyet sevdasını, ülke sevgisini, kurallara riayet disiplinini bazı yasaklarla bir kez daha yaraladınız…

Biz devlet geleneğine, teamüllere, işleyişe, kurallara uymayan bazı geri kalmış toplumlardan değiliz ki! Biz cehaletin tavan yaptığı cenahın yaşadığı örgütlü ve kurumsal yapıdan söz edilemeyeceği, karakterlerine, niteliklerine, tavırlarına uygun olan bir davranış biçiminin yürürlükte olduğu ülkelerde yaşamıyoruz ki!  (Aman bir de ona mı üzülelim! İyisi mi onu da oralarda yaşayanlar düşünsün deyip noktayı koyalım)

Bizim derdimiz bize yeter deyip; Yoksulluk özellikle kırsalda ve Anadolu’da kız çocuklarının hayalleriyle birlikte hayatlarını da ellerinden alıyorsa durum vahimdir deyip gelelim dizilere de ilham kaynağı olan gelenekçi babalarla, yenilikçi oğullara! Ya da iki ara bir derede kalan annelerle, sınır tanımayan kızlarına! İki farklı yaş grubu, iki farklı eğilim, iki farklı eğitim, iki farklı yönelim, iki farklı kaderi temsil eden ve bir küskün bir barışık yaşayan bu ikililer! Sabah ilk kalktıklarında aklına çocukları düşen, yatmadan önce aklına evlatları gelen, gün boyu onları düşünen, yatağında dönüp dururken onlara dualar yollayan ana ve babaların duygusal çöküntülerinin bir başka nedeni de evlatlarıyla kuramadıkları ilişkilerdir. Hele de eğitimin geldiği yeri, diplomanın işe yaramazlığını, hayallerin yerle bir oluşunu görünce…

Acı örnekler bugünlük bu kadar yeter diyerek biz yine Kütahya Belediye Başkanının; “sözü sözümdür!” diyerek şehrin anahtarını kızına teslim edişiyle! FSM Üniversitesi rektörünün oğluna yaptığı torpille! Konya milletvekilinin; “bütün dünya gözünü bize dikmiş, RTE ne diyecek diye bekliyor!” açıklamasıyla, saray başdanışmanını virüse karşı önerdiği “adaçayı ve ebegümeci” karışımıyla yetinelim. O zaman ekonomi düzelir, siyasal iklim şaha kalkar, ortada ne sorun kalır, ne de soracak soru. Nokta…