YALNIZ ve MUTSUZ…
Bugünkü yazımda yine ülkemizden manzaralar paylaşacağım…
Çünkü! Bu karmaşık siyasal iklimde yaşadıklarımız, gördüklerimiz, işittiklerimiz ne normaldir, ne de masum. Olup bitenler çok şey anlatıyor aslında. Misal anlı şanlı bakanlıklarda makamlarını ticari faaliyet alanına dönüştürerek haksız kazanç elde edenler! Önemli mevkileri işgal edip attıkları çıkar amaçlı adımlarla elde ettikleri kazancı yutması zor lokmalara dönüştürenler! Ya da ticari taktikleri kişisel çıkarları için başarıyla yönetenler, niçin mahcup olmaz, nasıl bu kadar pişkin olur, nasıl bu kadar sakin yönetir krizi, neden özür dilemez, niçin “aldatılma- yanılma hakkımı kullandım” (!) demez.
Yine vazgeçtikleri yaşamaktan kurtulmak için bir ayda gencecik 20 polis niye intihar eder? Hukuk, iktisat, siyasal okuyanlar neden zabıta olmak ister? Gençlere hayalle birlikte ilham sunmak yöneticilerin görevi değil midir? Sosyal sorumluluk, yerini ne zamandan beri sosyal sorumsuzluğa bıraktı?
KBB uzmanı olan rektörler Covid 19 salgınını nasıl “duayla iyileştirdim!” açıklaması yapabilir? Hekimler nasıl aşıya karşı çıkar, olanları suçlar, olmayın diye çağrı yapar? Evrensel olan Hipokrat yemini, rektörlerin isteğine göre nasıl ve niye değiştirilir?
Hazine neden boşaltılır, paramız durmadan neden değer kaybeder, 250 bin dolara ev alan yabancıya neden yurttaşlık verilir, ülkemiz dolar üzerinden neden dışarıya borçlandırılır? Enflasyon niçin yükselir, işsizlik neden azalmaz, dünyanın en yüksek faizini neden biz öderiz, niçin gelir uçurumu her gün biraz daha büyür, yoksul sayısı tavan yapar?
YÖK’e göre 207, CB’na göre 250 olan üniversite sayısı için danışman ordusu neden gerçek sayıyı konuşma metnine ve CB’nın önüne koymaz?
Toplumun kılcal damarlarına kadar giren; destek, imtiyaz, torpil, kayırma, kıyak geçme, arka çıkma daha ne kadar insanların umudunu azaltmayı sürdürür?
Sorunların iç politikaya, dış politikaya, ekonomiye acı bir şekilde, telafisi zor olacak şekilde yansıdığı yetkililerce neden görülmez?
100 yıl önce büyük umutlarla kurulan Cumhuriyetin umudunu ortadan kaldırmaya çalışanlar; Cumhuriyetin tüm varlıklarını, kalelerini, gelir kapılarını, istihdam alanlarını, özetle tüm zenginliklerini ara vermeksizin destekçilerine devretmekten ne zaman vaz geçer?
Büyük Atatürk’ün; okuyarak, notlar alarak, dinleyerek, konuşarak, anlatarak, güven aşılayıp güven duyarak cesaret ve kararlılıkla aldığı yola ne oldu?
Bunca soru sorarak kafaları mı karıştırdım? O halde yazı biterken lafı uzatmadan ülkemizin son döneminde olan biteni özetlemek adına başa döneyim…
Kara para aklama cennetine dönen cennet ülkemiz, limanlarında tonlarca kokain elde edilen güzel ülkemiz! Kamu kaynaklarını har vurup harman savuran gelişmiş ülkemiz! İş gücü olmayan nüfusta Avrupa birincisi olan ülkemiz! Dünya kadını korumak için yeni arayışlara girerken, yeni düzenlemeyi Ekvador, Fiji, Namibya, Somali ve Uruguay dahi onaylarken kadını koruyan İstanbul Sözleşmesi’nden çıkan ülkemiz!
Yalnız ve mutsuz derken kastedilen işte bu iç acıtan verilerdir…
Sözü getireceğim yer belli! Anlatılan bunca başarı hikâyesine rağmen bir adım bile yol alınamıyor, aksine devamlı yoldan çıkılıyorken! Başta Boğaziçi Üniversitesi ve Kadıköy Anadolu Lisesi olmak üzere eğitim kurumlarının başına gelen telafisi güç, geri dönülmesi zor adımların verdiği tahribat ortada iken! Gel de sık sık yalnız ve mutsuz ülkem diye yazma, üzülme, kaygı duyma…