YAZANA KONUŞANA DEĞİL, OKUMAYANA KIZALIM…

Bu yazıma geçen hafta gelen bir okur mektubu “esin kaynağı” oldu. Sıkı okurlarımdan emekli bankacı D.E diyor ki; “Çaldılar” başlıklı yazınızı hemen okudum ama benim sakinleşmem gerekiyordu! Öncelikle doğruları, unuttuklarımızı, gözden kaçırdıklarımızı bizimle paylaştığınız için teşekkür ediyorum. Düşünüyorum da; onurumuzu, şerefimizi, oyumuzu, işimizi, tatilimizi, çocuklarımızın geleceğini, güçlü konumumuzu çaldılar. Geriye Atatürk’ümüzün sevgisi kaldı, bunu da bizden almaya kaksınlar bakalım!” Okurumun uzun mektubunu kısaltarak özetleyip konuya geçiyorum… 

Bazen bir film, bazen bir kitap, bazen bir yazı, bazen bir oyun, bazen bir dostla buluşma, bazen bir vefa ziyareti insana farklı kapılar açar ya! Böylece insan kalbinden, aklından, hayalinden geçirdiği hikâyeleri kaleme döker, ortaya değişik hayatlara dokunan öyküler çıkar, elden ele dilden dile yayılır ya! İşte bu gerçekten yola çıkarak diyorum ki; keşke yönetimler okuryazarların yakasına yapışıp başına iş açacaklarına, okumayanların yakasına yapışsa daha iyi olmaz mı?

Bu arada altını çizmek de fayda var. Ben mutlu ve rahat olduğum için yazanlardan değilim, mutlu etmek, paylaşmak için yazanlardanım. Arka planda kalarak ve kendime saklayarak değil, öne çıkarak ve yazarak rahatlayanlardanım. Bir cumhuriyet kadını ve ülkesine borcu olan bir aydın olarak, hem sorumluluğumu yerine getirmek hem de kalbimden, aklımdan, hayalimden geçenleri yazarak, usulcacık da olsa yüreklere dokunmak, elleri tutmak isteyenlerdenim.

Son yıllarda yönetim kadınlara; “Ayağa kalkma, konuşma, harekete geçme, yerine, otur, sus, ağzını açma, sadece inan ve itaat et!” dese de her platformda konuşan, doğruları savunan, ilkelere ve değerlere inanan, susmayan “arka plan liderliği” yapan kadınlarımız var.

Bu gerçekten yola çıkarsak; Keşke bizi yönetenler, ülkemiz nüfusunun yarısı kadın olmasına rağmen, iş gücüne katılım oranımızın yüzde 29, tepe pozisyonlarda yer alma oranımızın yüzde 12,  iş gücü dışında kalan sayımızın 20 milyona ulaşmasının yarattığı ve iç açıcı olmaktan çok uzak olan bu tabloyla ilgilense daha iyi olmaz mı?

Her şeye bizzat karar verenlere, bekadan ve birlik beraberlikten söz ede ede yürüyenlere şunu sormak ve soruma yanıt duymak isterim! Bir haber okudum! Zamanın ruhuna uygun olsa da etik değerlere uygun olmayan bu habere göre; İBB’nin 2018 yılı faaliyet raporunda; “Vektörel mücadeleyi bütüncül anlayışla gerçekleştirmek için 66 milyon 423 bin 501 TL harcanmış. (Yani tahtakurusu, pire ve bitle mücadele) Yine tarihe tanıklık etmiş ağaçların bakımı ve korunmasıyla ilgili çalışmalar için 28 milyon 284 bin 423 TL harcanmış. (Ağaçları kesilirken ne kadar harcandığı yazılmamış!) Kurda kuşa yem edilen İstanbul için neler yapıldığını Çiğdem Toker yazmış. Bu ve benzeri haberleri unutmasak iyi olur, zaten rakamlara bakınca unutmak zor da…

Tabii ki zamanın ruhuna uygun dağıtılan işlere, unvanlara, makamlara sözümüz yok! Aslında var da! Şöyle var! Örneğin Atatürk döneminde kurulan bayrak taşıyıcı kurumlarımız nerede? Cumhuriyet kurulurken tek tek açılan kaleler neden üç otuz paraya toplu halde satıldı? Yaşanan ekonomik sorunları ve artan işsizliği biraz da buralarda aramak gerekmez mi? Nokta…

Gelelim günümüze! Hikâye de ne hikâyeymiş ha dedirten, dile kolay gelse de gelmese de 25 yıldır İstanbul’u, 17 yıldır ülkeyi aralıksız yöneten CB bir süre önce; “Geçen 16 yılda kültür ve sanat alanında istediğimiz yere gelememe konusunda hep iç geçiririm” demiş. Aslında bu 17 yılda iç geçirtecek neler oldu da, CB bir sanatsever(!) olarak sanat konusundaki iç geçirişini dile getirmiş. Sonra da dayanamamış; “İstanbul’a baktığında sadece rant gören muhterislerin bu şehri yağmalamasının önüne geçtik!” demiş. Kime dediğini, kimi kastettiğini kimse anlamamış…

Aslında işine gelse de gelmese de konuşanların, daha doğrusu işine gelince işine geldiği gibi konuşanların söylediklerine bakınca, gittikleri yol, yol olmasa da durmak yok yola devam diyenleri görünce; arka planda yatanın ne olduğunu irdelemek gerekir! Anlamadan sorgulamadan anlatmak kolay da ya ardında yatanlar?

Siyasi arenada heyecan yaratmayan, hayal kurduramayan, acıyarak, acındırarak, karın doyurarak siyaset yapılan ülkelerde siyasal iklim karardıkça sanatsal iklimin yeşermesi mümkün değildir. Başını cep telefonundan, gözünü bilgisayar ekranından ayırmayan, ailesinin verdiği üç beş kuruşa talim eden, yaşam sevinci ve gelecek umudu çalınmış gençleri görünce, bu ülke nereye gidiyor diye merak etmemenin mümkün olmadığı gibi…

Beklenti ve hesap bu!