YURDU GURBETE ÇEVİRENLER!

Yeni yıl yeni umutlar demek ya! Bu gerçekten yola çıkarak 2020’nin ilk yazılarına umutla başlamak, keyifli şeylerle bitirmek ne güzel olurdu ama! Ama’sı şu ki; Eskiden havalar ayarımızı bozardı şimdilerde ülkenin parçalı bulutlu siyasi ve sosyal iklimi bozuyor!

Konuyu açarsak; Ranta, imara, inşaata dayalı ekonomik modelin tıkandığını görmeyenlerle! Ülkenin yarınlarına dair söyleyecek sözü olmayanlarla! Siyasi ufku, gelecek vaadi tükenenlerle! Halkın gerçek sorunlarını görmezden gelerek, memleketin her yanını inşaatla, betonla, AVM’lerle dolduranlarla! Her konuda önceliği yandaşlarına verenlerle! Hele de; “Denedik olmadı, deniz de bitti ama tam gaz yola devam edeceğiz!” diyenlerle hangi umut, hangi, keyif?

Köyden kente göç eden üretici; “Ürünüm para etmiyor, iş bulamıyorum, geçinemiyorum, soframda ekmek yok!” dediğinde iktidarın öncelikleriyle Türkiye’nin gerçekleri ve öncelikleri arasında açılan makası görmeyenlerle! Hangi umut, hangi keyif?

“Yemekhane kartımda sadece bir liram var. Gidecek yerim yok, yaşanmaya değer bir hayatım da!” yazdıktan sonra kendisini soğuk ve karanlık sulara bırakan ve cansız bedeni Samatya Sahili’nde bulunan İstanbul Üniversitesi öğrencisi 20 yaşındaki Sibel Ünli’nin bu kararına neden olanlarla! Hangi umut, hangi keyif?

Genelde ülkemizin, özelde İstanbul’un su kaynaklarını, nefes veren ormanlarını, doğal yaşamını, bitki örtüsünü, deniz ürünlerini Kanal İstanbul projesi adı altında birilerine ve ranta peşkeş çekenlerle!  Hangi umut, hangi keyif?

Yazılan ve yazılmayan bunca sorun varken kulak kesilmek yerine, kulak asmayıp inadına tıkayanlarla, Suriye sorunu tüm bileşenleriyle ortada dururken ülkeyi ve askerimizi Libya macerasına sürükleyenlerle! Hangi umut, hangi keyif?

Göğsümüzü kabartacak, gözümüzü yaşartacak, moral destek sağlayacak, kalıcı ve sürekli katma değer yaratacak İtalyan tasarımcıların çizdiği yerli ve milli araba sevincimize bile gölge düşürenlerle! Hangi umut, hangi keyif?

Olan biteni görmeyerek, sorumluluklarını görmezden gelerek, gençliğini, aydınını, sanatçısını yok sayarak ana yurdu gurbete çevirenlerle! Hangi umut, hangi keyif?

Geçim sıkıntısı çeken yurttaş; “Eskiden ben zamanı ve paramı harcardım, şimdi zaman beni bozuk para gibi harcıyor ve karnım da doymuyor!” diyorsa…

Görmüş geçirmiş eski bürokrat; “Kazın ayağı öyle değil, bir anlatılan, bir de ve daha çok oranda halktan gizlenenler var!” şeklinde açıklama yapıyorsa…

Cumhuriyet değerleriyle yetişen emekli öğretmen; “Yıllarını eğitim çatısı altında bu mesleğe adamış biri olarak, yurt geneline yayılmış binlerce öğrencisinin başarılarıyla gurur duyan biri olarak Atatürk’e borcumu sürdürmeye kararlıyım. Kadın olarak, eğitimci olarak ağırlığımı ve sorumluluğumu sonuna kadar kullanacağım.” diyorsa…

Üniversiteli genç; “İnsan gibi doğmak, insan gibi doymak, insan gibi yaşamak ve insan gibi çalışmanın koşullarına sahip olmak gibi bana çok uzak gelen hayallerim var” diye yakınıyorsa...

Yılların yöneticisi okul müdürü; “Öğretim kurumlarındaki saygınlık idari değil, bilimsel saygınlıktır, bu atama ile emir ile sağlanamaz, yılların birikimiyle, tutarlılıkla, yansız yönetim anlayışıyla sağlanır.” Diyorsa…

Bu satırların yazarının yüreği de, kalemi de; çağdaşlığın, uygarlığın tüm kuralları ile yerleştiği; mutluluğun, umudun, sevginin, hoşgörünün, saygının, barışın, özgürlüğün egemen olduğu bir ülke özleminden yanaysa…

Yazıya noktayı koymak Fransız yazar ve filozof Voltaire’e düşer! 1778 yılında 84 yaşında hayatını kaybeden ünlü düşünür diyor ki; “Dostlarımı severek, düşmanlarımdan nefret etmeyerek ama boş inançlardan tiksinerek ölüyorum!” Ne zaman demiş, kime demiş, niye demiş? Meraklısı araştırsın…