24 KASIM 2021 ÖĞRETMENLER GÜNÜ’nün DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ…
Millet mekteplerinin açılışı, Gazi’ye “Başöğretmen” unvanının verilişi gibi tarihler esas alınarak Atatürk’ün doğumunun 100. Yılı olan 1981 yılında ülkemizde ilk kez kutlanan ve 40 yaşına giren “Öğretmenler Günü” nedeniyle kırıklarla dolu eğitim karnemizi masaya yatırmak istedim…
Her kademede kuşağımızı eğiten, her konudaki duyarlılıklarıyla farkındalık yaratan, yüreğimde ve anılarımdaki yerleri çok derinlerde olan, izlerini yollara, yıllara yaydığımız, onlara ait tüm anıları yüreğimizin toplumsal güzellikler müzesinin en orta yerinde taptaze sakladığımız, dokundukça gözlerimizi dolduran ve bizleri donatan hocalarımızı bir yazıyla anmak, onlara vefa selamı sunmak istedim…
Öncelikle yaktığı ateşle yüreklerimizi ısıtan ve ışıtan, her derde deva olan öğretileriyle bize önce bilgi, sonra duruş kazandıran BAŞÖĞRETMEN Gazi Mustafa Kemal’i bir kez daha minnetle, saygıyla, özlemle anmak istedim…
Cumhuriyet bilincini ve Atatürk sevgisini kutsal ve ulusal bir emanet gibi taşıyan ve ülkemizin geleceği olan çocuklarımızdan sorumlu olan tüm öğretmenlerimizi sevgiyle, saygıyla selamlamak istedim…
Kuş uçmaz kervan geçmez yerlerde, karda- kışta- yağmurda- çamurda kapanan yolda, akmayan suda, okulunu boyayan, sobasını yakan hizmet sevdalısı eğitim emekçilerini aydınlığa attıkları yürekli adımlar için kutlamak istedim…
Okulsuz öğretmenleri, öğretmensiz okulları, dere tepe aşarak karda kışta yollara düşen öğrencileri düşünürken! Bizim hiç unutamadığımız, bizleri hiç unutmayan Köy Enstitüsü ruhuyla mesleği sürdüren, “şefkat, merhamet, sabır, sevgi, saygı, hoşgörü, özveri, vefa, sorumluluk” kavramlarının ilk adresi eğitimcileri minnetle anmak istedim…
Geçirdiği kaza sonucu bastonla yürüdüğü için öğretmenlik hakkı elinden alınan; “Öğretmenlik benim hayatımdır, hayatım çalınmış gibi, sınıfımı geri verin!” diye dilekçe yazan öğretmen Filiz Atacan’ı yoğun duygularla hatırlatmak istedim…
“Bütün matematik sorularını hemen çözüyorum. Ancak bu maaşla çocuklarımı okutmak, kirayı denkleştirmek, mutfağa yetişmek, aile bütçesini dengelemek, önüme gelen ve çözemediğim en zor problem. Yazın fındıkta çalışıp, kışın pazarlarda kazak satıyorum. Ama ailecek dışarda bir yemeğe, bir tiyatroya gitmişliğimiz yoktur” diyen matematik öğretmeni Yaşar Berberoğlu’na “haklısınız hocam!” demek istedim…
İstanbul Kartal’da özel bir okulda Biyoloji öğretmeni olarak çalışan ve tahta başında kalp krizi geçirerek yığılıp kalan, kendisini hastaneye götüren arkadaşlarına; “Ders yarım kaldı, hastane çıkışı tamamlarım artık!” diyen 25 yaşındaki Atalay öğretmenin bu yürek burkan sözlerini meslek aşkı ve iş disiplini olarak gördüğümü belirtmek istedim…
Gaziantep’te çalıştığı okulda yönetimin durmadan; “Yaşamın pamuk ipliğine bağlı” şeklindeki sözlerine dayanamayarak ölümü seçen Saadet Öğretmeni bir kez daha anmak istedim…
Okulları açık olmadığı halde her gün önlüklerini giyinip, çantalarını alarak okullarının önüne gelen; “Belki biz görünce okulumuz açılır diyen” Siverekli öğrencilere! Biliyor musunuz? Bu davranışınızla başımı önüme eğdirdiniz demek istedim…
MEB’e göre 107 bin, Sayıştay raporlarına göre 138 bin öğretmen açığı varken! Atanmayı bekleyen öğretmen sayısı resmi olarak 460 bin olarak açıklanırken! Eğitim sendikaları bu sayıyı 700 bin olarak veriyorken! Muhalefete göre 500 bin, gerçek kaynaklara göre 700 bin öğretmen atama için gün sayıyorken! 130 bin sözleşmeli, 80 bin kadrosuz ücretli öğretmen kalbi çarpa çarpa kadro bekliyorken! 2002’den bu yana eğitimde köklü ve yanlı 18 değişiklik yapan 8 farklı bakan koltuğa oturur oturmaz; “Öğretmen ataması için hazırlık yapıyoruz” açıklaması yaparken! Atanamayan öğretmen sayısı İzlanda, Malta, Bahama, Maldivler gibi 55 ülkenin nüfusunu geride bırakırken! Eğitim gerçeğimizi yazmak “hüner” (!) ister demek istedim…
“Benim için okul 6 saat değil, 24 saattir!” diyen, duruşuyla, bilgisiyle, dış görüntüsüyle örnek olan, sözleriyle ve alt yapısıyla yüreğe dokunan, bizleri ülkemizin; tarihsel- kültürel- toplumsal- sanatsal- siyasal gerçekleriyle yüzleştiren- buluşturan öğretmenlerime ağız ve gönül dolusu teşekkür etmek istedim…
Öğretmenlerin yüzde 70’inin ek iş yaptığı, yüzde 71’inin kirada oturduğu, yüzde 75’inin meslek hastalıklarına yakalandığı öğretmen gerçeğimizi, bir köşe yazısına sığdırmak ne zormuş demek istedim…
Edip Cansever’in; “Gökyüzü gibi bir şey bu çocukluk! Hiç bir yere gitmiyor!” sözünü hatırlarken! Çocukluğumuzda bizlere Cumhuriyet değerlerini aşılayarak göğümüzü aydınlatan, laik, aydın, bilimsel ve eşitlikçi düşünceyle bizleri buluşturan, Atatürkçülüğün ne olduğunu öğreterek yolumuzu açan eli öpülesi öğretmenlerimizin bir kez daha ellerinden öpmek istedim…
Onlardan etkilendiğimiz için mi öğrencilerimizi etkiledik diye düşünürken, onlara; Cumhuriyet kuşağının bir ferdi olarak ülkeme olan borcumu ödemek için elimden geleni yapıyorum ve yapacağıma söz veriyorum demek istedim…
Bu uzun yazımın sonunda demem o ki; Eğitim hayatım boyunca şahane hocalarım oldu, iz bırakan, yol çizen, yön veren, hedef belirleyen, örnek olan eğitimcilerdi onlar. Bazılarının sadece öğretmenliğine değil; insanlığına, duruşuna, tavrına, aydınlığına, zarafetine, şıklığına, alt yapısına, entelektüel birikimine de hayrandım. Yaktığı ışıktan faydalanırken, onları hem sever, hem çok sayar, hem çekinirdim…
Yine hepimizi etkileyen, öğreten, güldüren, düşündüren, ağlatan, hatta korkutan hocalarımız da oldu. Kaderimizi etkileyen, yaşam çizgimizde karınca kararınca rol oynayan, olanaksızı olur kılan, ölüm haberlerini alınca derin ahlar çektiğimiz öğretmenlerimizdi onlar. O zorlu koşullarda karınca gibi çalışan, zorluklarla boğuşan, kurucu, yapıcı, emekçi, olan, desteğini bilgisini esirgemeyen hocalarımızdı onlar…
Özetle; Hayatın kısa, yokuşların dik, koşulların ağır, duvarların yüksek, kulakların sağır olduğu günümüzde öğretmenliğin çok zor olduğunu söylerken; eğitim ordusunun neferleri olduğumuzu unutmamalıyız. Atatürk ve Cumhuriyet bize bunu öğretti çünkü…
Not: Bu yazımın bazı bölümlerini daha önce yazdığım 24 Kasım yazılarımdan alıntıladım. Daha iyisini, daha etkilisini yazamazdım bir! Koşullarda en ufak bir değişiklik olmadı, daha da ağırlaştı iki!