MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Acı gerçek; Kilis’te Türkiye’nin eli kolu bağlı

Siz bu yazıyı okuyana kadar yeni bir roket düşmediyse Kilis’te bir haftada ölenlerin sayısı 18’e ulaşmıştı.
Genelkurmay Başkanı yanına MİT Müsteşarı’nı alarak Kilis’e koştu.
Heyecanlandık. Bir şey çıkmadı.
Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan Kilis’te toplantı yaparken 100 metre uzağına füze düştü iki kişi öldü, “bakan da olayı yerinde yaşadı artık bir şeyler olur” diye ümitlendik, yine hüsran.
Başbakan Kilis’le ilgili güvenlik toplantısı yaptı. “4 eylem planı hazırladık” açıklaması yapılınca “bu sefer tamam” dedik.
Ama anlaşıldı ki o eylem planı “sokağa çıkmayın, sınırdan uzak durun” uyarılarından fazla bir şey değilmiş.
Önlemlere bir de vali beyin “abdestsiz dolaşmayın” önerisi de katılınca tam oldu.
İnsanın aklına bir an için “Yoksa Kilis’i IŞİD’e mi teslim ediyoruz?” sorusu geliyor. Çünkü biz kılımızı bile kıpırdatamazken IŞİD sınıra yakın 5 köyü daha ele geçirdi.
O halde artık çok açık biçimde sormamız gerek.
Bir gazeteci olarak bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak bu soruları sormak ve cevabını beklemek hakkımız.
“Kilis’te ne oluyor, elimiz kolumuz neden bağlı?”
Hükümet IŞİD saldırılarına karşı Türk ordusunun “anında ve misliyle” karşılık verdiğini açıklıyor.
İnandırıcı mı? Çok saf olanlar inanır elbette.
Sınırdan top atışları yapıldığı doğru, bunu herkes görüyor, etkisi ne oluyor bilen yok.
“Üç yüz bilmem kaç IŞİD’li etkisiz hale getirildi” diye açıklıyor Genelkurmay bu “misliyle misilleme” sonuçlarını.
İyi güzel de daha Kilis’te kaç kişinin yaralandığını bile net açıklayamayanlar, karşı taraftaki “etkisiz hale gelen terörist” sayısını nasıl bu kadar kesin olarak verebiliyor?
Ayrıca halkı kandırmaya da gerek yok. IŞİD kamyonetler üzerine yerleştirilen rampalardan roket atıyor. Bizim obüsler iz takibiyle roketin atıldığı noktaya atış yapıyor, kamyonetler orada çakılı durmuyor ki, bizim toplar aslında çöle düşüyor.
Bu tür durumlarda Birleşmiş Milletler’in her ülkeye tanıdığı “sıcak takip hakkı” var. Türkiye bu hakkını kullanamıyor.
“Resmi olmayan” bilgilere göre Türk ordusu sıcak takip yapamıyor çünkü karşısına Rus güçlerinin çıkacağından endişe ediyor. Uçaklarımızı zaten uçuramıyoruz, kazara Suriye hava sahasını ihlal ederlerse Rus füzeleri hazır bekliyor.
Ancak yine de kuşkumuz dağılmıyor. Çünkü koca devlet kendisine yönelik bu terörist saldırıları püskürtecek güç ve cesarete sahiptir. Rusya endişesi burada bahane olamaz.
Ancak eğer sorun bu değil de IŞİD’i vurmak istememekse bunu bilemeyiz.
Eğer IŞİD’le bir takım ticaretler yapan, bundan da milyonlarca dolar kazananlar varsa belki de elimizin kolumuzun bağlı olması onların işine geliyordur.

BUNU YAZMAK GEREK

Sıcak takip savaş değildir

Bu iktidara destek verenleri anlamak mümkün değil. Lafa gelince hepsi kahraman, hatta öyle ki kefenlerini giyip havaalanlarında liderlerini karşılıyorlar, ama “Ne olacak şu IŞİD’in saldırıları” diye sorunca “Savaş mı istiyorsun, çok meraklıysan git kendin savaş” diye çemkiriyorlar.
Ben buradan “Türkiye IŞİD’i püskürtmeli, yakınına sokmamalı” diye yazıyorum 6 aydır. Nasıl tepki gösteriyorlar anlatamam.
“Türkiye’yi zaten savaşa sokmak istiyorlarmış, biz de buradan körüklüyormuşuz.”
Birincisi benim körüklememle savaş falan çıkmaz, o kadar güç atfetmeyin.
İkincisi IŞİD’i kovalamak savaş değildir. Çünkü IŞİD Suriye devletini temsil etmiyor sadece o ülkenin topraklarını kullanıyor. Benim için de tehdit yaratıyor. Ordunun üstün gücü sayesinde uluslar arası hakkımız olan sıcak takibi yapar IŞİD’i tam imha edemesek bile kendi sınırımızdan çok öteye itebiliriz.
Bunu bir günde yapabileceğimiz için Suriye topraklarını taciz etmiş de sayılmayız ayrıca mevcut Suriye yönetimi de buna ses çıkarmaz. Belki belki iş bittikten sonra diplomatik bir protesto çeker ama bunun da bir anlamı olmaz.
Benim kuşkum “Neden IŞİD’e dokunmuyoruz?” sorusuna bu kadar tepki göstermelerinin altında IŞİD’e duyulan sempatinin ve hatta işbirliğinin yatması ihtimali.
Sarayın sözcüsü 18 kişinin ölümünden sonra bile “Yanlışlıkla da atılıyor olabilir” diye açıklama yapabiliyorsa bizim de kuşku duymamız normal olduğu gibi gereklidir de.

Bİ SORALIM BAKALIM

Yandaşlara final sorusu;  Ergenekon’da haksızlık yapıldığını hangi dalgadan sonra anladınız?

Balyoz’dan sonra Ergenekon davasının da çökmesi yandaş kesimde “günah çıkarma” seanslarına neden oluyor.
Daha ilk günden itibaren “zaten bu kumpastı, her şeyi cemaat yapmıştı” diye işin içinden sıyrılmaya çalışanlar önlerine geçmişte söyledikleri yazdıkları kondukça ne yapacaklarını şaşırıyorlar.
Geçmişteki sözleri yazıları hatta cilt cilt kitapları tekrar tekrar yüzlerine vurulunca panikleyen yandaşlar biliyorsunuz “Aslında Ergenekon vardı ama cemaat sulandırınca her şey alt üst oldu” diyorlardı.
Daha da sıkışanlar şimdi bir “evre” masalı uydurmaya başladılar.
Neymiş; Ergenekon davasının iki evresi varmış. İlk evre de her şey düzgün gidiyormuş ve bunun arkasında durmuşlar.
Sonra ikinci evre gelmiş. Burada cemaat kendi kişisel hırs ve intikam duygularını tatmin etmek için aklına kim geliyorsa torbaya atmaya başlamış. İşte bu yandaşlar ikinci evreden itibaren gerçekleri görmüşler.
Kabul edelim, Ergenekon’da iki evre olmuş olsun.
Bu kendini çok akıllı sayan ve zeytinyağı gibi üste çıkmaya çalışan yandaşlara sorum şu;
“Birinci evre nerede bitti? İkinci evre dediğiniz hangi ‘dalgada’ başladı?”
Şimdi ikinci evreye katılmadıklarını söyleyenler, dava ağır cezalar verilerek bitirildiğinde zil takıp oynuyorlardı. Madem ikinci evreye karşı çıkmışlar karar açıklandığında neden bunu çıkıp dürüstçe söylemediler?
Hep kıvırtma, hep yalan dolan…

BAŞIMDAN GEÇENLER

Yüzde 50’leri var ama halktan nasıl da korkuyorlar

Dolmabahçe Sarayı’nda Başbakanlık Çalışma Ofisi var. Bu ofisin kapılarından biri de Beşiktaş Deniz Müzesi tarafında.
Beşiktaş iskelesi ile burayı bağlayan yol artık sürekli kapalı tutuluyor.
Oysa Beşiktaş’taki ana duraktan kalkan ve Dolmabahçe tarafına giden belediye otobüsleriyle yolcu minibüsleri bu yolu kullanarak Akaretler kavşağına gelir.
Ancak yol hep kapalı olduğu için otobüs ve minibüsler U çizip önce Beşiktaş meydanına çıkıyor sonra Barbaros Bulvarı’nı tırmanıp yine U dönüşü ile Beşiktaş’a dönüyor ve Dolmabahçe’ye doğru gidiyor.
Yol boşken iki üç dakikalık bir uzama yaşanıyor. Ancak trafik sıkışmaya başladığında bu dönüş 15-20 dakikayı buluyor. Oysa sahildeki 100 metrelik yolu kullansalar bir dakika bile sürmüyor.
Yol niye kapalı? Güvenlikmiş. Ne yapılabilir ki o kısacık yolda? Zaten her taraf polis aracı ve Toma’larla dolu onlarca da polis bekliyor.
Hiç olmazsa sadece otobüs ve minibüs geçişlerine izin verilmeli.
Ayrıca doğduğum günden beri var olan Resim Heykel Müzesi önündeki otobüs durağı da aynı gerekçeyle kaldırılmış. Çevrede oturanlar ve işi olanlar nasıl zorlanıyor bilseniz ama hiçbir şikayete kulak asmıyorlar.
Çünkü korkuyorlar. Yüzde 50 oy almalarına rağmen halktan yine de korkuyorlar. Yazık…

SOSYAL MEDYA

Bayılıyorum şu Twitter trollerine

Twitter’e pek seviyorum. Birkaç nedenle.
Birincisi günün herhangi bir saatinde açıp baktığımda o an olanları görebiliyorum. haberleri en hızlı alabildiğim kanal Twitter. Orada gördüğüm bir iki satırlık haberi daha sonra asıl medyayı açıp ayrıntılarıyla öğreniyorum.
İkincisi çeşitli konularda halkın nasıl farklı düşündüğünü görmek fikir ufkumun genişlemesini sağlıyor. Katılmasam bile benim görüşüme karşı görüşleri okumak elbette beni de etkiliyor ve yazılarımı yazarken bunları dikkate alıyorum.
Üçüncüsü ise bazı kesimlerin hastalıklı ruh halini ve zekâ düzeylerini görmek de hayli deneyim kazandırıyor insana.
Gelen eleştirilerin hepsini dikkate alıyorum, ama sırf eleştirmek ya hakaret etmek için öyle ahmakça şeyler yazanlar var ki şaşarsınız.
Gelen küfür ve hakaretlerin bazılarını ara sıra paylaşıyorum.
Geçen pazar günü Beylerbeyi’nde bisiklet yarışmasını izliyordum. Trafik saatler öncesinden kesilmişti. Bisikletçiler geçtikten sonra çektiğim fotoğrafı Twitter’da paylaşırken “Arabaları çekince trafik bayağı rahatlamış” diye yazdım.
Orta ve ortanın altı zekâsı olanların bile anlayacağı bir espri işte.
Ne ahmakça mesajlar geldi. “Bunu da mı Erdoğan aleyhine kullanıyormuşum, bunu yazacağına zamanında CHP’li bakanın milli eğitim için söylediği lafı eleştirmeliymişim, arabaların trafiğe çıkmalarını yasaklamayı önerecek kadar aptalmışım.”
Güleyim mi ağlayayım mı? Çoğunu artık biliyorum AKP’nin paralı trolleri. Bu merkezi idare eden bir bakan var, ona şunu söylemek gerek; “Bunca para veriyorsunuz, bari zekâsı ortalama olanları istihdam edin, bunca gerisiyi nereden buluyorsunuz?”


https://twitter.com/can_atakli_