ANALİZ
Allahım sen bunlara akıl ver
Yeni Şafak gazetesi “Türkiye’de sinema sansürünün tarihi” isimli bir kitabı manşetine koymuştu dün.
Kültür ve Turizm Bakanlığı arşivlerindeki “sansüre uğrayan filmler ve gerekçeleri” ile ilgili dosyalar toplanmış bu kitapta.
“Allah demek böyle yasaklandı” manşeti ile sansür heyetlerinin filmlerdeki dini sahnelerin nasıl yasakladığı anlatılıyor haberde.
Hesapta Erdoğan öncesi Türkiye’de, daha da ötesi Cumhuriyet döneminde din ve özellikle İslam dini ile ilgili ağır sansürler uygulandığı anlatılmaya çalışılıyor.
Filmlerde Allah denmesinin, dua okumasının, ilahilerin söylenmesinin hatta Arapça yazıların, başı kapalı kadınların gösterilmesinin yasak olduğu belirtiliyor.
Türk sinemasında sansür uygulandığı bir gerçektir.
Sinemanın uzun yıllar bu sansür baskısı altında yapılmaya çalışılması elbette Türkiye’nin ayıbıdır.
Ancak bu sansür en az dini konularda uygulanmıştır.
Sosyal konularda, özellikle gayrimüslimlerle ilgili sahneler, sol-komünist olarak nitelenen söylem ve sahneler, genel ahlak adı altında o günkü iktidarların anlayışına karşı olan her türlü söz ve görüntü hemen kesilirdi.
Yeni Şafak gazetesi sanki sinemada sadece dini sansür varmış algısı yaratıyor.
Velev ki böyle olsa bile saray medyasının bu önemli gazetesinin görmediği bir gerçek var burada.
Şimdi size gazetede yer alan sansür örneklerini veriyorum.
Mutlaka dikkatinizi çekecektir, dini sansüre uğrayan filmlerin çekildiği yıllara bir bakın.
Bu yıllarda “DYP’nin tek başına iktidarı” var.
Erdoğan’ın “demokrasi kahramanı” diye savunduğu Adnan Menderes bu yıllarda başbakan, Celal Bayar ise cumhurbaşkanı.
Şimdi gelelim sansürlenen film örneklerine;
– Beş Hasta Var (1956): Belkıs’ın annesinin, Nur babanın mezarına gidip dua etmesine dair sahnenin çıkarılması istenir.
– Kavalalı M. Ali Paşa (1952): Senaryo başka gerekçelerin yanı sıra “din propagandası” da yaptığı için reddedilir.
– Dağlar Şahini Yürük Efe (1959): Efe askerdeyken annesinin evinde Arap harfleri ile yazılı dini levhanın yakın plandan göründüğü sahnenin kaldırılması istenir.
– Efelerin Efesi Yürük Osman Efe (1952): Osman Efe’nin dağa çıkıp orada yaptığı soygun sahnesinin ve Arap’ın imamlık yaptığı namaz sahnesiyle filmin sonunda işitilen ezan sesinin çıkarılması da talep edilir.
– Boş Beşik (1952): Oba Beyi Osman her Türk ailesi gibi çocuğuna ezan sesiyle isim koymak ister. Ancak ezanın başlangıcı duyulur, diğer kısımlarının çıkartılması istenir.
– Korkusuz Yürük Ali (1955): Cenaze namazını teferruatıyla gösteren kısımların çıkarılması istenir.
– Kezban (1957): Senaryodan Kezban’ın tabutunun mezara götürüldüğünü gösteren sahneden, ilahi okunma bölümünün çıkarılması şartı konur.
– Tilki Leman (1958): Köprüden geçen yolcular arasında köprünün yanında çarşaflı ve eli değnekli görünen ihtiyar kadın sahnesinin çıkarılması da istekler arasında.
– Kanlı Pınar (1957): İmamın sarıklı olarak görünen bütün sahneleri ile ezan okuma sahnesinin çıkarılmasının istenir.
– Hakikat Güneşi (1958): Senaryosu ise dini bakımdan inkılaplarımıza aykırı bir zihniyet taşıdığı için reddedilir.
Demokrat Parti’nin iktidardan indirilmesinden sonraki yıllarda da sansür devam eder.
Gazete bunlardan da “dini sansür” örnekleri vermiş.
–Yüz Liraya Evlenilmez (1974): Adile Naşit’in Kuran-ı Kerim’i öptüğünü gösteren sahnenin çıkartılması istendi.
– Kanunsuz Sokak (1977): Beyaz kadın ticareti yapan şahsın yazıhanesinde bulunan ve eski Türkçe ile yazılmış olan ‘Allah-Muhammed’ panolarını gösteren sahnelerin çıkartılması isteniyor.
Yine dikkatinizi çekmiştir.
1974’te iktidarda Ecevit Erbakan vardı, 1977’de ise bu kez iktidarda Demirel- Erbakan- Türkeş üçlüsünün “Milliyetçi Cephesi” oturuyordu.
Demek ki dini sansürü de dinci, İslamcı, sağcı olarak bilinen siyasiler koymuş hep.
Hep diyorum ya, saray yandaşlarına dikkat etmeli, akıl fikir sahibi olanları yanında tutmalı.
ÇOK GÜLDÜM
Şu sevince bir bakar mısınız?
Saray medyası Erdoğan’ı överken özellikle Amerika ve Batı’ya karşı dik durduğunu, eğilmediğini ve onların oyunun bozduğunu söyler hep.
Tabii bu gerçek değil herkes biliyor.
Erdoğan’a en yakın isimlerden bire Ethem Sancak iktidara gelmelerinin Amerika sayesinde olduğunu söylemedi mi?
O günden bu yana Amerika ve Batı’nın hiçbir çıkarına dokunmadı bu iktidar, “dik durma” hikayesi de tamamen iç politika malzemesidir o kadar.
Zaten saray medyası bütün bu yayınları yaparken sıra Amerika ile ilişkilere gelince anında renk değiştirir.
Her gün küfürler edilen Amerika’nın başkanı Erdoğan’la görüşürse bu büyük zaferdir saray medyası için.
Amerikan başkanlarının Erdoğan’ı övmesi, omuzuna dokunması, yanına gelmesi bile müthiş güzellikteki gelişmelerdir.
Bu kural dün de değişmedi.
Sarayın en irilerinden Sabah’ın internetteki haberinin başlığındaki sevince bakar mısınız?
Türkiye, ekonomik konuların yanında askeri ve siyasi konularda da ABD ile yeni bir dönemin kapılarını aralamış. Erdoğan ile Biden arasında geçtiğimiz yıl Ekim ayında Roma’da gerçekleştirilen görüşmede varılan mutabakat kapsamında Türkiye-ABD Stratejik Mekanizması devreye girmiş.
Amerika yine başlarını okşayınca nasıl seviniyorlar böyle.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Bizde normal Tunus’ta demokrasinin lekelenmesi
Tunus’ta İhvancı iktidarın bir tür saray darbesi ile devrilmesinden sonra bu kez de parlamentonun feshedilmesi Erdoğan’ın canını sıkmış.
Bu ülkedeki fikirdaşı Gannuşi’nin iktidarda olamamasına muhtemelen içerleyen Erdoğan durumu eleştiren bir konuşma yaptı önceki gün.
Erdoğan, Tunus Dışişleri’nin sert tepki gösterdiği bu konuşmada “Demokrasi seçilmişler ile atanmışların birbirlerine saygısının tecessüm ettiği bir sistemdir. Tunus’taki gelişmeleri demokrasinin lekelenmesi olarak görüyoruz. Seçilmişlerin bulunduğu Meclis’in feshi, Tunus’un geleceği açısından düşündürücüdür ve Tunus halkının iradesine bir darbedir” demişti.
Demokrasiye karşı yönelik her eyleme karşı çıkmak elbette gereklidir ve Erdoğan’ın sözleri bu anlamda doğru ve anlamlıdır.
Ancak “Seçilmişlerin atanmışlara saygısı” derken insanı ister istemez “İyi de başka ülkeler için geçerli olan bu ilkeler Türkiye’de neden geçmiyor?” sorusu geliyor akla.
Öyle ya şu ana kadar atanmış bakan kaç tane seçilmiş belediye başkanını görevden almadı mı?
Yine seçilmiş insanlar sırf iktidarın oy çoğunluğu sayesinde meclisten çıkarılıp hapse sokulmuyor mu?
Bİ SORALIM BAKALIM
Bir günde ne değişti böyle?
Önce şu haberi okuyalım;
“İstanbul Büyükşehir Belediyesi (İBB) Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) bugün olağanüstü toplandı. İstanbul’da elektronik bilet, taksi, taksi dolmuş ve minibüs ücretlerine oy birliğiyle yüzde 40 oranında zam yapıldı.”
Oysa aynı UKOME bir gün önce yani salı günü yine toplanmıştı.
Gündem aynıydı.
Hükümetin gönderdiği memurlar ve askerler topluca el kaldırarak İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin getirdiği toplu ulaşıma “zorunlu zam” talebini reddetmişti.
Aynı heyet bir gün sonra bu kez olağanüstü toplandı ve yüzde 40 zam kararı aldı.
Bir günde ne değişti de sarayın memurları zam kararına el kaldırdı bu kez?
Ben söyleyeyim.
İstanbul halkına yine gözdağı verildi.
Muhtemel bir baskın seçimde İstanbul’un başına ne geleceği gösterildi.
İstanbul halkına “Başkan bizden olmayabilir ama hem Meclis hem de yetkili kurullar bizim emrimizde, yarın Başkan’ı görevden bir alırsak ne yapacaksınız?” deniyor.
KOMİK
Faiz sebep enflasyon sonuçtur teorisi tamamen çöktü
Kendisini “ekonomist” olarak niteleyen ve “ekonominin kitabını yazdığını” söyleyen AKP genel başkanının hiçbir ekonomik öğretide yeri olmayan bir teorisi var biliyorsunuz.
Diyor ki “Faiz sebep, enflasyon sonuçtur.”
Artık bu teorinin doğru olup olmamasını tartışmanın bir anlamı kalmadı.
Çünkü teori çok kısa sürede çöktü gitti bile.
Erdoğan’ın faizlerin indirilmesi gerektiğini ve bu teorisini açıkladığı sırada faizler de enflasyon da yüzde 19’du.
Oysa şimdi faizler yüzde 14’e çekildi enflasyon sarayın izin verdiği rakamla yüzde 64 gerçeğinde ise yüzde 120 düzeyinde.
Neymiş; faiz sebep, enflasyon sonuç değilmiiiiiş.
https://twitter.com/can_atakli_