Eskiden duyardık, “rejisörün yatak odası” hikayeleri vardı... “Meşhur” söylentilerdi bunlar ve ihtimaldir ki, kanıtları da olmalıydı!..
Türk Sineması’nın renklendiği 1980 öncesinde, sektör yalnızca porno ve seks furyasıyla sarsılmadı, güzellik yarışmaları podyumdan önce yatakta yapılınca, tarladan hıyar biter gibi perdede artist de çıkmaya başladı!..
Şöhretin ihtiraslı yollarını karyola gıcırtısıyla eşdeğer tutan bu yaklaşım, bir süre sonra Yeşilçam’dan anlı-şanlı-fotoromanlı medyaya bile yansıdı... Medyanın ahlakı işte o zaman çökmeye başladı... “Kağıdı boyayıp millete satmakla” övünen matbuat sahipleri ve yöneticileri, “çekirdekten yetişme” gazeteciliğe sırtlarını dönerken, yatakta kalemşor da ürettiler!.. Bizzat görmedik ama aniden peydahlanan beceriksiz figürlerle kimi boyalı afetlerin köşelerinde “manita” muhabbeti yapmaları ve boş teneke çalmaları da patron torpiline hep dayanak gösterildi...
Ne utanç verici ki, medyanın yalnızca teknolojik değişim değil, demografik başkalaşım da geçirdiği 12 Eylül 1980 sonrasında, “bir gecede köşe yazarı” olgusu kimilerini yataktan düşürüp köşe de döndürdü...
“Matbuat”ın “medya”ya döndüğü o zamanlardan bugüne şarkıcı köşe yazarlarını da gördük, yatakta röportaj yapmakla övünen “töre” düşmanlarını da!!!
Köşesinde seks pozisyonlarını anlatanlara da tanık olduk, şarkıcı sevgilisi terk edince, babasının malıymış gibi gazete sayfalarından taarruz edeni de!!!
OMURGASIZ FİNOLAR!..
Konumuz tam anlamıyla bunlar değil aslında... Yani konumuz “bir gecede köşe yazarlığı” ve “rejisörün yatak odası” olsaydı, bu işin cinsiyeti olmadığını kanıtlayan cibilliyetsiz figüranlara da dikkat çekerdik!!!
En azından derdik ki; “Bu ülkede, yıllarca küfür ettikleri cemaat şeyhlerinin kucağına oturan hikmeti kendinden menkul korkak ve kişiliksiz soytarılar halen ortalıkta kaz gütmüyorlar mı?..”
Velhasıl konumuz “şöhret” yolları ve bunun için zıvanadan çıkanların yüz kızartıcı, hatta mide bulandırıcı taktikleridir ki, örnek göstermek için bir arpa boyu gitmeye bile gerek yoktur!..
Çünkü bu omurgasızlar hep ortadadırlar ve özellikle sosyal medyada kuduz finolar gibi bir sağa bir sola saldırarak gündemde kalmaktır dertleri...
Bazen ezeli düşman kinci cumhuriyetçilere tetikçi, genelde de iktidar yağdanlıklarının rantiyeciliğinde küçük birer taşeron olmak yetiyor olmalı o zavallılara...
MEŞHUR OLMANIN ÇİRKEFLİĞİ!..
Eskiden “şöhret” olmak için komünistler de hedef alınırdı... Yeni yetme muhabir takımı ile aydın geçinmek için her yolu deneyen kafası karşılık, solmuş maydanoz dalları, özellikle Aziz Nesin’e ve Nazım Hikmet’e saldırırlardı...
12 Eylül sonrasındaki “yeşil kuşak projesi”nin kör düğümleri, yeni dallanmaya başlayan radikal dinciliği palazlandırmak için darbe öncesinden kalan “Komünistler Moskova’ya” teranesini, “kafir”lik taarruzuna dönüştürmüşlerdi...
Medyada, din sömürüsü üzerinden ölüm fetvaları vermenin tohumları işte o zamanlarda atılmıştı...
Unutmadık; 1990’nın başlarında özel televizyonlar türerken, adları “camlı baykuş”a çıkan muhafazakarlık iddiasındaki yeni yetme zırzopların hedefi İlhan Selçuk’tu...
Onlar, “günün yorumu” adı altında, televizyon ekranlarından Kemalistlere salya sıçratmaya çalışırlardı...
O renkli gözlü baykuşlar, sonraları AKP’nin kucağına oturarak para ve pulla evcilleştiler de, bir kenara çekilip Dolar saymaya başladılar...
Unutmayınız ki, AKP olmasaydı ve rantiyenin yolu görünmeseydi, 12 Eylül sonrasının mürit kafalı sözde dincilerinin çoğu, cemaat şeyhlerinin kucağında tespih çekmeye ve onlara ibrik taşımaya devam edecekti...
Bu baykuşların sonrasındaki türevleri ise dönekliği, dincilikten Teşvikiye’ciliğe kadar getirerek, medeni dünyanın nimetiyle gündemde kalmanın yolunu buldu... Artık onlar entel görünseler de takkelerinde dantelle dolaşıyorlar!..
Bu şaşkın ve dönek zevatın bazıları karı-koca ailece AKP’nin tetikçileri oldu, “Sürahi Nine” kadar itibarlı olmasa da fiziken onu anımsatan bazı sabah tavukları ise iktidar medyasında kullanılıp bir köşeye atıldı... Artık onlar yükselen “şöhret”lerine rağmen sevilmiyorlar!!!
DÜŞMANLIĞIN İBLİSLERİ!..
“Şöhret” hastalıktır vesselam!.. Kimileri işte buna ulaşmak için her değerini bir anda çöpe atmaktan da kaçınmaz, dikenli yolları aşmaktan da...
Ne “rejisörün yatak odası” iticidir onlar için ne de “bir gecede köşe yazarı” olmak... Çünkü zamanenin kimi rantiye avcıları, medyanın büyük bir şan ve nam silahına döndüğü bu dönemde “şöhret” oluverdiler...
O tür zavallıları gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında ve sosyal medyada her gün zırvalarken görüyoruz... Peki, ya balon “şöhret”i sürdüremeyenler?.. Adlarını sıralayıp “şöhret” etmeyelim onları!!!
Örneğin, çıplak pozlardan kirlenen bedenlerini pazarlasalar bile, rotalarını şaşırınca podyumdan tezek deposuna düşünce kusmukla dolaşan dişi mürtedlere ne demeli?..
Bazen de 1990 sonrasının şöhret hastalığında tutunacak tek dala sarılırken; uzatılan her mikrofonu hıyar zannederek tuz yetiştirircesine laf yetiştirme kolaycılığında, akordu bozulmuş dümbelek gibi çığlık atanları ne yapmalı?..
İşte bu güruhun son yıllarda saldıracakları tek güç var; Atalarını da onları da bugünlere getiren “Atatürk...”
Manken eskisi soytarılardan tutun da başına türbanla örttüğü için AKP sayesinde meşhur olan ağzı bozuk cazgırlar, “Atatürk’ü sevmediklerini” böğürerek anlatırken, dertleri aslında öfke çekip “şöhret” olmak değil mi?..
Gördüğünüz yerde “suratlarına tükürün” bunları diyeceğim ama tükürüğünüze yazık...
Yalnız bunlara değil, oruç tutmayanları dövme fetvası veren şaşkın şöhret budalalarıyla, Atatürk düşmanlarına ekranlarını ve sayfalarını açan taşeron iblislere de meydanın boş olmadığını gösterin... En azından sosyal medyadan...
https://twitter.com/FARACYAZIYOR
https://www.facebook.com/mfarac