BAZEN İNSAN GÜLEMEZ! HAZİN HAZİN SEYREDER YA! İŞTE ÖYLE BİR ŞEY…
Vicdani bakış açısı ve vicdan mürekkebiyle kaleme aldığım 3 bölümlük yazı dizisiyle amacım; abartmadan sahici ve samimi bir dille kadınlar dünyasında olup biteni yansıtmaktı. Bunu yaparken özellikle ve öncelikle geçmişi, geleceği, tanıklıklarımı, hatırladıklarımı, dinlediklerimi, düşündüklerimi, hayal ettiklerimi yazıp paylaşmaya çalıştım…
Yıllara ve yollara dayanan ve kadını esas alan yol haritamı belirlerken birebir görüşmelere ağırlık verdim. Araştırma ve gözlemlerime ufuk açan, acılar çekmiş, acıdan yüzü kavrulmuş, çizgileri derinleşmiş kadınların yaşanmışlık ve düşünceye dayalı sözcükleri abartısız, yalın, ekonomik biçimde kullandıklarını görünce de yeğlediğim yolun kendi adıma doğru olduğunu düşündüm…
Gerek onları dinlerken, gerek yazıya dökerken bunca örnek arasında çok zorlandığımı, görüşmeler sırasında çok acı çektiğimi, insanın kanını donduran vahşetin derecesini, sistematik katliamı, hele de adaletin olmadığını gördükçe kurbanların ne yapması gerektiğini, öldürülme korkusuyla bir hayatın nasıl geçeceğini hep kaygıyla, öfkeyle düşünüp durdum…
“Anne gidince, mutfakta tıkırtı biter, ‘üşüme, geç kalma!’ diyen gider” sözlerinin sahibi Bekir Coşkun’a, “Annen yok kimsen yok, kimsen yoksa senin bir şeye istemeye hakkın da yok!” diyen Doğan Cüceloğlu’na, “Her eğitimli kadının bu Cumhuriyete borcu vardır!” diyen Türkan Saylan’a yerden göğe hak verip, onları rahmetle andım…
Görüşmelerim sırasında; iç hesaplaşmaya girenlerle, yaptıklarından pişman olanlarla, yapamadıklarım oldu diye özeleştiri verenlerle, neler yapmalıyım, yol haritam ne olmalı diye soranlarla, “yaşamın devam etmesi için moral güce ihtiyacım var bunu da en çok sanat verir, şu anda başka bir şey aklıma gelmiyor” diyenlerle konuştum. Liste uzun, örneklersem;
Bursa’da görüştüğüm kadın; “Hepimizin yaşamında kırıcı ve kalıcı olan travmatik olaylar, dibe vuruşlar, acılar, hüzünler, kayıplar, ruhsal, zihinsel, bedensel çöküşler, hayal kırıklıkları gibi yaralar vardır. Bazen kabuk bağlayan, bazen yaşam boyu kanayıp duran” diye yakındı…
Bakırköy’de konuştuğum kadın; “Sadece kimliğimiz değil fikirlerimiz, niyetlerimiz korkularımız heveslerimiz, hayallerimiz geçmişimiz geleceğimiz ipotek altında iken, yüreğimizdeki ve ruhumuzdaki dinmek bir yana etkisini giderek artıran fırtınaları daha açık ve net nasıl ifade edelim?” diye sordu…
Adana’da konuştuğum anne; “İşe girip yaşamıma yön verdikten sonra çalışma hayatı bana özgüven ve ekonomik özgürlük sağladı. Üretmek beni güçlü kıldı, hayır demeyi öğrendim, ekonomik özgürlük kendimle gurur duymama neden oldu, o zaman kaybettiğim yıllar için çok hayıflandım. Çalışmayanlara sesleniyorum çok zor ama imkânsız değil, bir yol bulmaya, bir yol açmaya çalışın” önerisinde bulundu…
Avcılar’da dertleştiğim emekçi kadın; “Her imdat dediğimde yanı başımda annemi buldum. Güç kaynağım o oldu. Aklıma koyduğumu yapan biriyim, öğrenmek için sormaktan asla çekinmem. İnsan isterse fırsat yaratabilir, sorunları, sıkıntıları aşabilir, çözüm yolları arayabilir. Ben öyle yaptım ve başardım. Şimdi eşim ve çocuklarım bana daha özel ve özenli davranıyor. Çünkü para kazanıyorum!” şeklinde konuştu…
Esenlerde konuştuğum genç kadın; “Israr ve inatla erkeklere soruyorum. Görmezden gelmeler, ihlaller, ihmaller nereye kadar sürecek? Biz sizden tek taş pırlanta, kırmızı gül sepeti, mor menekşe buketi, pahalı ve sürpriz hediyeler istemiyoruz. Eşit olduğumuzu kabul edin. Hırsın yoğun, egonun tavan yaptığı siyasi arenaya bakmayın siz! Bize bakın, bizi görün, bizi alkışlayın ve bizi dövmeyin! Ben buradayım, biz buradayız. Bugün, hemen, şimdi, kadın cinayetlerini durdurun!” dedi…
Maltepe’deki genç kadın; “Hep bizden beklenenler var, ya bizim beklediklerimiz? Onlara ne olacak? Amasız, fakatsız, lakinsiz, ancaksız yanıtı var mı bu sorumun? Bana bir çözüm yolu ya da bir sır verin derseniz cevabım şu olur. Bizi dinlesinler ve bizi anlamaya çalışsınlar o kadar. Sözlerimizin kabul görmesi için sakal, bıyık ve bariton bir ses tonuna mı sahip olmalıyız? Soprano olmak yetmiyor mu?” derken sıkı bir gönderme yaptı…
Ümraniye’deki kadın; “İşe girip para kazandıktan sonra gördüm ki paradan çok özgürlük duygusu önemli imiş. Şimdi kızlarıma ve tüm kadınlara kaderinizi elinize alın diyorum!” şeklinde konuşurken özgürlüğün önemine dikkat çekti…
Sultangazi’deki kadın; “İşe ilk girince çocuklarım küçük olduğundan duygusal dalgalanmalar, duygusal boşluklar yaşadım, iş yerimdeki varlığımın evden daha önemli olduğunu hissettiren çalışma arkadaşlarım bu süreci sorunsuz atlatmama yardımcı oldu. Sonunda ev aldık, araba aldık, nefes aldık!” diye noktayı koydu…
Fikirtepe’deki kadın; “Çalışma hayatı bana güven verdi, ben de varım duygusunu aşıladı, birey olduğumu hatırlattı. Bir zamanlar ailesi tarafından susturulan, bastırılan, konuşturulmayan, sen bilmezsin denilen bizler maddi güce ulaşınca kendimize yer edindik, kendimizi kabul ettirdik, ben varım dedik!” şeklinde konuşurken geçmişine vurgu yaptı…
CB partisinin 6.olağan kongresinde salonu lebaleb dolduran kadınlara; “Sizleri şahsım, eşim, milletim adına” selamlıyorum derken! Büyük Ayasofya Baş İmamı; “Cinayet cinayettir, cinsiyet değiştirmez, kadını erkeği olmaz!” diye buyururken! DİB; “Kadının en büyük görevi anne olmaktır. Hiçbir görev kadınlar için annelik görevinden daha üstün olamaz” diyerek çocuksuz kadınları yok sayarken! AKP Kayseri milletvekili Hülya Atçı; “Erkek ölümleri kadın cinayetlerinden 12 kat daha fazla!” diye dövünürken! Vahşet haberleri üzerine Adalet Bakanı; “Hukuk gereğini yapacak, failin yaptığı yanına kâr kalmayacaktır” diyerek herkesin yüreğine su serperken! Kendilerine ‘Ya! Öyle mi 18 yılda erkekler 7 bin kadını katlettiler, 1 yılda 300, 67 günde 68 kadın cinayeti işlendi! Her 3 kadından biri ne eğitimde ne işte!” diye sormak, bu tablo kimleri utandırmalı diye hatırlatmak gerekmiyor mu?
Kâğıt üzerinde kalan fırsat eşitliğiyle, ucuz işgücüyle, beyinsel olarak işyerlerinde, bedensel olarak evlerinde, ağır sömürü altında var olmaya ve ayakta kalmaya çalışan kadınları daha ne kadar görmezden geleceksiniz diye siyasi iradeye sormak gerekmiyor mu?
Kadın cinayetlerine yeşil ışık yakacak, cinayetleri özendirecek ve kolaylaştıracak eril dil karşısında; “nasılsa af çıkar, tahrik derim, namus derim, pişman oldum derim, kravat takar, indirim alır kurtulurum!” düşüncesiyle meydanı boş bulan müstakbel katillere! Dur diyecek, sudan sebeplerle onların cezalarını hafifletecek yasal düzenlemeler için daha kaç kadının ölmesi gerekir diye yetkililere sormayalım mı?
Her 3 kadından ikisi çalışma hayatının dışında iken! Her 3 kadından biri şiddet görürken! Kadınların yarısı kayıt dışı çalıştırılıp, eşit işe eşit ücret alamazken! Aynı işi yapan kadın ve erkekler arasında kadınlar 84 lira, erkekler 100 lira alıyorken! Bu tablodan kimler utanmalı diye yetkililere hatırlatmayalım mı?
Özetle toplumun suratına yumruk gibi inen çığlıkları duymazsak, kadınların şiddet, işsizlik, eğitimsizlik üçlüsü denilen kâbusunu görmezden gelirsek, namus indirimi, tahrik indirimi kravat takma indirimi, pişman oldum, sinir krizi geçirdim hatırlamıyorum indirimini önemseyip öncelersek! Biz daha çok kadını esas alan öyküler, romanlar okur, filmler izler hüzünlü şiirleri ezberler, içli şarkılara eşlik eder, arkalarından ağıtlar yakmayı sürdürürüz…
Konuyu bu kadar uzatarak, bunca örneği niye verdiğimi sorarsanız! Toparlayarak derim ki; Kişisel tarihimde, anılarımda, izlenimlerimde, yazarlık serüvenimde, portreler galerimde baş sırada yer alan kadınları ağırlamak istedim. Bazen yazar kurgusuyla, bazen kadın dürtüsüyle, tanıdığım kadınları, tanığı olduğum olayları yazarken okurlarımı yaşanmışlıklarla dolu bir hayat okulunun sayfalarında dolaştırmak istedim. Başardım mı bilmiyorum ama olumlu geri dönüşler aldım…
Sevgili okur! Sözün çuvalla dinleyenin çok az olduğu günümüzde, hele de meydan bu kadar boşken ve günlerimiz solup giderken bunu bir tespit, tenkit, temenni yazısı sayar mısınız lütfen?