DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Bir şeyler oldu da, ne oldu?

Yeni Maliye Bakanı’nı ekranlardan izlediniz mi?

Belli ki saray efradı, “Sayın Nebati Bey gülmek size çok yakışıyor, ama yüzünüzdeki bu gülümsemeyi sakın eksik etmeyin” diye tembihlemişler adam sürekli güleç çehreyle konuşuyor.

Karşısına almış iki saray gazetecisini, onların da pohpohlamasıyla anlatıyor da anlatıyor.

O gece vatandaş döviz bozdurmak için yarışa girmişmiş, bankaların internet siteleri yetişememişmiş, yoksa o gece kamu bankaları bir kuruş bile bozdurmamış, hele arka kapıdan döviz bozdurmak mı, haşaaa öyle bir şey kesin olmamış.

Gerçekten çok sayıda vatandaş o gece döviz bozdurmuş ve bu nedenle fiyatlar inmiş olabilir mi?

Ekonomiden anlayan kime sorsam, “Mümkün değil” diyor.

Ama iktidar, vatandaşa bu masalı anlatıyor işte.

Bir gün içinde internet üzerinden sınırsız döviz bozdurulamayacağını biliyorum ama limitini bilmiyordum

Yenigün gazetesinin internet sayfasında Zafer Bengi’nin yazısını okurken günlük limitin 1 milyon dolar olduğunu öğrendim.

Bengi, bu durumu çok güzel anlatmış yazısında.

O bölümü size aynen sunmak isterim;

“Bankalar kapandıktan sonra işlem yapmak, ancak ve ancak internet üzerinden olabilir…

Buradan da işlem yapmanın bir rakamsal sınırı var!

O da 1 milyon dolar…

Yani 1 milyon doların üzerinde işlem yapmaya müsaade etmez internet bankacılığı…

Eğer doğruysa, o akşam 1 milyar 700 milyon dolarlık satış olmuş…

Hepsi 1 milyonluk işlem olsa, bin 700 işlem yapılmış demektir…

Böyle bir durumda, bankaların alarm vermesi gerekir…

Sonuçta bu zarar, bankalara yazar…

Çünkü 17 ya da 18 liradan aldığı doları, 12 liradan satacak!

Bankalar enayi mi?

Paradan para kazanan böyle bir sistem, hata yapar mı?

Bunu yapan bankanın “hazine” sorumlusunun, bırakın kapının önüne konulmasını, hayatını söndürürler!

Benim görüşüm bu işlemlerin çok küçük bölümü halk tarafından, büyük bölümü de uyanıklar tarafından yapıldı!

Benim tek sevindiğin nokta, gavur paralarının değer kaybetmeleri, milli paramızın değer kazanması…

★★★

Gelelim doların düşürülmesinden sonra, halkın temel ihtiyaçlarına yansımasına…

Neredeeeee?..

Geçtiğimiz günlerde de yazdım…

İçme şişe suyu bile bu aşamada yüzde 44 zam gördü…

Değişen etikete henüz rastlamadım…

Acaba rekabete girmediklerinden mi, yoksa halkın almak zorunda olmasından ötürü mü?

Zaten halk panik halinde, ne yaptığını bilmiyor mu?

Eğer son döviz kurları reelse, üreticiler ve ithalatçılar neden fiyatları düşürmüyor?

Girdi fiyatları eski döviz kuru üzerindense, yani 17-18 liradan ise, bu sadece 24 saat sürdü topu topuna…

Bence, üretici ve ithalatçı girdi maliyetlerinin tekrar yükseleceğine inanıyor…

O yüzden de fiyatları geri çekmiyor…

Bunun tek çözümü var, girdi fiyatlarında döviz kurunu sabitlemek…

12-13 liradan ithalatçıya dolar vermeyi hükümet garanti etsin…

Sonra da hesap sorsun…

Olabilir mi?

Mümkün mü?

Bu sistemde neden olmasın?

Neredeeeee?

ÇOK GÜLDÜM

Bende de akıl yok, boşuna üzülmüşüm

Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş’ın “Araba almaya korkuyoruz, 11 yıllık araba ile geziyorum, geçenlerde yolda bozuldu, koruma arabasına binmek zorunda kaldım” açıklamasına nasıl da üzüldüğümü yazmıştım dün.

Artık öyle bir güç şımarıklığı içindeler ki 11 yaşındaki lüks Mercedes arabayı bile beğenmiyorlar.

Neyse ki Diyanet’in başındaki kişinin bu derdine formül bulunmuş.

Devreye Diyanet Vakfı girmiş.

“Araba alamıyorsak kiralama da yaparız” denmiş. Belli ki ara bol.

Şimdilik “araba almaya korkan” Ali Erbaş’a sıfır kilometre çok lüks bir Mercedes kiralanmamış ama iki başkan yardımcısı kiralık lüks araçlarına kurulmuşlar bile.

Eee yardımcıları sıfır kilometre lüks araba keyfine kavuşmuşsa, sıra başkana da gelecektir mutlaka.

Lüks otomobil kiralayan şirketlerin fiyat listesine baktım, orta karar lüks bir Mercedes otomobilin aylık kirası 45 bin lirayı geçiyor.

Diyanet nereden para buluyorsa artık iki başkan yardımcısı için ayda 100 bin liraya yakın otomobil kirası ödeyebiliyor.

Gözüm yok tabii ki, Allah artırsın da Mercedes’le gezip fakir fukara milletine “Allah sizi sınıyor sakın isyan etmeyin” edebiyatı yapmak biraz tuhaf kaçmıyor mu?

ÖNERİ

İktidarın önde gelenlerinin “hatırlatma aşıları” Turkovac olsun

İktidar “aşı müjdesi” verdi geçen hafta.

İlk “yerli ve milli” aşımız üretilmişti, acil kullanım izni de çıkmıştı, artık millet kendi aşısını olacaktı üstelik bu aşı yurtdışına da satılacak ve Türkiye’nin bilimsel alandaki büyük başarısı dünya aleme gösterilecekti.

Pazartesi günü bu köşede konunun en güvenilir uzmanlarından Prof. Dr. Ahmet Saltık’ın uyarısını yayınlamıştım.

Hayli ilgi gören bu yazıya elbette ilgililerden bir tepki gelmedi.

Bakanlığın bir şey söylemesine gerek yok aslında, bu aşıya güven olup olmayacağını önümüzdeki günlerde halkın bu aşıyı yaptırıp yaptırmaması sayesinde anlayacağız.

Gözlediğim kadarıyla “ne olursa olsun AKP’yi destekleme duygusu dışında” olanların çok büyük çoğunluğunun bu aşıya pek güveni yok.

O halde iş devletin büyüklerine düşüyor.

Cumhurbaşkanı, yardımcısı, bakanlar, AKP milletvekilleri ve yöneticileri; “hatırlatma aşılarını”, yerli ve milli aşından yaptırsınlar.

Hatta bunun kamuoyu önünde olması takdire şayan olacaktır.

“Biz iki aşıdan sonra hatırlatma aşısı da olduk” diyenler çıkacaktır.

Olsun fark etmez, fazla aşı göz çıkarmıyormuş nasıl olsa, oluverin gitsin, hem millet de bu sayede aşıya güvenir. Üstelik yabancı ülkelerin alması da kolaylaşır.

KOMİK

Akla ziyan sorular

Tamam köpüğü aldınız, tebrikler.

Ama bazı sorular cevapsız kalmasın:

Köpüğü kimler aldı?

Köpüğün alınmasını gerektiğini nereden öğrendiler?

Köpük kaç para tutuyordu?

Bundan sonra da köpürtme olacak mı?

YENİ ÖĞRENDİM

Sinop’ta fırlatılanlar S-400 değil roketmiş

Bundan bir yıl önce 16 Ekim 2020’de birçok gazete ve internet sitesinde S-400’lerin Sinop’ta denendiği haberi vardı.

Kaynak ünlü Reuters Ajansı’ydı.

Bundan kısa bir süre önce Milli Savunma Bakanlığı kaynaklarına göre S-400’lerin Sinop’a götürüldüğü bildirilmişti.

Füzelerin denenmesi ile ilgili bakanlıktan hiçbir resmi açıklama yapılmadı.

Sadece AKP’liler havaya fırlayan roket görüntüleri paylaştılar, millet doğal olarak S-400’lerin Sinop’a gittiği haberine inanarak bununu deneme olduğunu sandı.

Sadece birkaç gün sonra kendisine bir soru sorulması üzerine AKP genel başkanı Erdoğan, “Evet denemeler yapılıyor, bunu Amerika’ya soracak değiliz” demişti.

Ama Erdoğan denemelerin nerede yapıldığından söz etmedi hiç.

O tarihlerde yazdığım birkaç yazıda ve televizyon konuşmalarında bu denemenin kuşkulu olduğunu, S-400’lerin bir füze saldırısına karşı üretildiğini, böyle düğmeye basarak füze fırlatılmasının akla pek uygun olmadığını belirtmiştim.

Tabii bunlar bir bilgi ya da kaynağa dayanmıyordu, gözlemlerim bu yöndeydi.

Geçen cumartesi günü kızımı Metropol İstanbul’daki “NASA sergisine” götürdüm.

NASA bütün dünyayı gezen bir sergi hazırlamış.

Uzay çalışmalarının başlamasından bugüne tüm macera anlatılıyor.

Serginin sponsorlarından biri de devletin Roketsan firmasıymış.

Bu nedenle sergi içinde bir bölümde Roketsan roketleri de var.

Sergi gruplar halinde gezdiriliyor ve her bölümde rehberler anlatımda bulunuyor.

Roketsan ile ilgili bölümde konuşan rehber, “Türkiye de uzay çalışmalarına roket yapımı ile katılıyor. Bu amaçla kurulan Roketsan’ın uzaya uydu göndermek için tasarladığı roketler, geçen yıl Sinop’ta denendi ve büyük bir başarıya imza atıldı” dedi.

O an kafamda şimşek çaktı.

Öyle zannediyorum “S-400’ler denendi” diye sunulan haber aslında Roketsan’ın denediği roketlermiş.

Palavralar mutlaka bir gün ortaya çıkıveriyor.

Tesadüf de olsa!

https://twitter.com/can_atakli_