MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Bu akılları fikirleri kim veriyor?
Birkaç kere yazdım, yine yazacağım.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, karantina altında tutuluyor.
Bu karantina koronavirüsüne karşı uygulanan karantina değil.
Erdoğan’ın, sarayda çapsız, yeteneksiz ve kibirli bir çevresi var.
Onlara çok akıllı danışmanlar falan deniyor.
Müthiş maaşlar alıyorlar.
Hepsi güç sarhoşu olmuş, kibirlerinden geçilmiyor.
İşte bunlar Erdoğan’ı karantina altında tutuyorlar.
Ne yapıyorlar yani?
Sürekli yanlış adımlar attırıyorlar.
Ne bekliyorlar, ne umuyorlar, bundan çıkarları ne bilmiyorum.
Muhtemelen anladığımız manada bir çıkarları da yok.
Dediğim gibi güç sarhoşluğu içinde, kendilerini adeta tanrı katında gördüklerinden böyle davranıyorlar.
Tabii ille de komplo teorisi yapılacaksa, “Erdoğan’ın altını oymaya çalışıyorlar” da diyebilirim ama şimdilik o fazla “komplo” olur.
Niye yazıyorum bunları?
İktidar, hayli uzun bir çabadan sonra medyayı tamamen yakın biçimde kontrol altına aldı.
Muhalefet eden medya neredeyse yok.
Sağdan say üç, soldan say dört gazete, televizyon ya var ya yok.
Böyle bir ortamda, Tele1’e yapılan uygulamanın akla mantığa uyan tarafı var mı?
Sabah yayınında eleştiri olarak bile algılanamayacak iki cümle söylediğim için RTÜK, kanala çok ağır bir ceza kesti.
Neyse ki her şeye rağmen hukuka saygılı hakimler var, bu yanlış karar durduruldu.
RTÜK, bu kez de “Kararı bize tebliğ etmediler” dedi.
Bu ne anlama geliyor?
Mahkeme kararına güvenip sabah yayına çıkarsam, kanalın frekansını iptal etmeye giden prosedürü işletmeye başlayabilirler.
Bu riski göze almamak için yayına çıkmayı bir gün erteledik.
Dün de Erdoğan, FOX TV Ana Haber sunucusu Fatih Portakal hakkında suç duyurusunda bulundu.
Suç duyurusu yapıldığı için Portakal’ın yazdığını burada tekrarlamak istemiyorum ama ne suç var ne halkı korkutmak ne abartmak.
Erdoğan’a kim söylediyse kalkıp suç duyurusunda bulunmuşlar.
Üstüne bir de BDDK, (herhalde saraya yaranmak için) suç duyurusunda bulunmuş.
Yahu bunların hepsi okumuş, görmüş geçirmiş insanlar, Fatih Portakal’ın sözlerinde en ufak bir suç olmadığını görmüyorlar mı?
BDDK üstelik kendince Fatih Portakal’a hakaret etmek istemiş.
Suç duyurusunda öyle bir cümle var; “Twitter adlı sosyal medya platformunda, 06.04.2020 tarihinde Fatih Portakal isimli şahıs tarafından yapılan paylaşımda, ülkemiz bankacılık ve finans sistemine yönelik gerçeğe aykırı ve maksatlı ifadelere yer verildiği görülmüştür.”
BDDK’ya göre, “Fatih Portakal adında bir şahıs” var.
Oysa şu sıralar Fatih Portakal, Türkiye’nin en tanınan ve ülkenin yarıdan fazlası tarafından da sevilen biri.
BDDK’cılar akılları sıra Fatih Portakal’ı rencide edecekler.
Oysa bilmiyorlar ki Fatih Portakal hep kalacak ama şu ana kadar Türkiye’ye ne katkıları olduğunu bilmediğimiz bu kişilerin adını, sonsuza kadar aileleri dışında kimse hatırlamayacak bile.
SONUÇ: Şu sıralar muhalif medya, inanın iktidar medyasından daha fazla birlik ve beraberlik çağrıları yapıyor, sorumlu yayıncılığı ile koronaya karşı savaşta çok önemli bir işlev görüyor. Böyle bir ortamda sayıları zaten çok az olan bu medyayı susturmaya kalkmak, bu iktidara çok büyük zarar verir ve veriyor da zaten. Erdoğan, adımlarını atarken çevresindeki bu halkaya çok dikkat etmeli. Benden söylemesi. Çünkü zor anda etrafında bunlardan birini bile bulamayacak.
BUNU YAZMAK GEREK
“Önce kim söyledi?” kavgasını bırakın, Erdoğan korkunç bir şey açıkladı, ona bakın
Koronaya karşı yeni önlemleri önceki gece açıklayan Erdoğan, İstanbul’a iki yeni hastane yapılacağını söyledi.
Aslında bunlar yeni hastaneler değil.
Atatürk Havalimanı ile Sancaktepe’deki havaalanı, salgın hastanesi haline getirilecek.
Atatürk Havalimanı’nın hastane olacağının açıklanmasından sonra sosyal medyada küçük çaplı bir atışma başladı.
Kimileri, “Bu fikir ilk kez İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’ndan çıktı” dedi.
Bazıları “Yok önce Fatih Altaylı yazdı” iddiasında bulundu.
Benim adımı ortaya atıp “Can Ataklı kaç kere söylemişti” diyen sosyal medya kullanıcıları oldu.
İsmail Saymaz, katıldığı bir televizyon programının bandını paylaşarak “İlk ben söylemiştim” dedi. Hepsini bir kenara bırakalım. İşin gerçeği bu konuyu ilk dile getiren benim.
16 Mart günü, Atatürk Havalimanı’nın hastane olmasını Tele1 ekranlarından söyledim, ertesi gün 17 Mart’ta da KORKUSUZ’da yazdım.
Adı geçenlerin hepsi, 17 Mart’tan sonra benzer sözler söylediler ya da yazdılar. Ekrem İmamoğlu’nun bunu önerdiği tarih 27 Mart.
Ancak diyorum ki; “Kim önce söyledi tartışmasının bir anlamı yok, esas olan Erdoğan’ın açıklamasındaki korkunç gerçek.” Nedir bu gerçek?
Erdoğan, bu hastanelerin 45 gün yani bir buçuk ay sonra biteceğini söyledi. Bu hastaneler sadece salgın hastalıkla ilgili olacak.
Bugünden itibaren 45 gün sonrası, haziran ayının başına denk geliyor.
Demek ki, 1 Haziran’da koronavirüs tehlikesi geçmemiş olacağı gibi, sırf bu virüsle baş etmek için kurulmuş iki hastanemiz olacak. Aslına bakarsanız karar doğru bir karar.
Ama ilk söylendiğinde, iktidarın da aklına gelse, bu hastanelerin büyük bölümü açılmış ve sadece koronalılara hizmet eder hale gelmiş olurdu. Virüs olayı konusunda iktidarı eleştiriyorsak işte bu nedenle eleştiriyoruz.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Şu sıralar ‘Tekâlif-i Milliye’den söz etmek hiç de doğru değil
Erdoğan, koronaya karşı önlemleri açıklarken, iki keredir Kurtuluş Savaşı sırasında uygulanan Tekâlif-i Milliye emirlerine göndermeler yapıyor.
Bence doğru yapmıyor.
Çünkü ne yaparsa yapsın bu emirleri canlı yayınlarda okumak, insanlarda “Yoksa malımıza, bankadaki paramıza el mi konacak?” endişesi yaratıyor.
Sonra bunları söyleyenlere çok kızıyorlar ama bence kızmadan önce sokakta AKP’ye oy vermiş sıradan bir insanı çevirip sorsunlar, bu endişesini dile getirecektir.
Tekâlif-i Milliye emirleri, Kurtuluş Savaşı günlerinde, elde avuçta hiçbir şey kalmamışken halka salınan vergilerdir. Verilmesi mecburiydi ama şarta bağlıydı:
“Savaş kazanıldıktan sonra kimden ne alındıysa geri verilecektir.”
Millet hem bu güvenceye dayanarak hem de ülkesini kurtarmak için bu çok ağır vergilere sesini çıkarmamıştı.
Sanırım Erdoğan’ın danışmanları, “Atatürk de yapmıştı” algısı yaratmaya çalışıyorlar.
İlk başta AKP’liler belki üzerine atlıyorlar bu algının ama tarihi gerçekleri birileri ortaya koyduğu zaman da öfkeleniyorlar, hatta kandırıldıklarını düşünüyorlar.
Ayrıca korona olayına “Kurtuluş Savaşı önemi vermek” iyi sonuç getirir mi bilemiyorum. İnsanları dehşete de düşürebilir ki, sonrası maazallah.
BAŞIMDAN GEÇENLER
Son günlerde çok engelliyorum
Twitter, Instagram hesaplarıma yoğun bir trol saldırısı oldu son bir haftadır.
Etkisi biraz azaldı ama yine de sürüyor.
Ben de aslında pek yapmadığım bir yola başvuruyorum ve sürekli engelliyorum bazılarını.
Kimleri mi?
1- Çok ağır küfür edenleri.
2- Dine saygısızlık yaptığımı söyleyenleri.
3- Müslüman olmadığımı söyleyenleri.
4- Hiçbir şey bilmediği halde sanki biliyormuş gibi laf çakmaya kalkanları.
5- Geçmişimle ilgili yalan haber yayanları.
6- Konuşmalarımla AKP’nin ekmeğine yağ sürdüğümü söyleyenleri.
7- Profiline Atatürk resmi koyup güya bana ayar vermeye çalışanları.
Bunlar dışında eleştiren, hatta bazen haddini aşan, uyaran, öfkesini dile getiren kimseyi engellemiyorum.
Mümkün olduğunca cevap vermiyor ve polemiğe de girmiyorum.
Sadece bilgi amaçlı soru soranlara cevap yazıyorum.
Zaten sosyal medya ahalisi, yıllardır bu tarzımı yakından biliyor, bilmeyenler için yazdım.
ÖNERİ
Maskeleri hem dağıtın hem de satın
İktidar, virüs olayında ilk günden bu yana bocalıyor.
Çünkü kadrolar beceriksiz, deneyimsiz ve vizyonsuz.
Özellikle saray çevresi, virüsün yol açacağı her türlü hasarın iktidara zarar vereceğini düşünerek planlarını hep “çok iyi mücadele edildiği, dünyanın buna parmak ısırdığı” algısı üzerinden yapmaya çalışıyorlar.
Bütün uzmanlar, bu virüsün insanların dolaşımı sayesinde yayıldığını, yayılmaya da ağızdan çıkan küçük baloncukların neden olduğunu anlatıyor.
Bunun en basit çaresi maske takmak.
Bu köşede daha salgının başladığı ama henüz bize ve Avrupa’ya ulaşmadığı sırada, “Maske sıkıntısı yaşayabileceğimizi” yazmıştım.
İktidar kanadı ciddiye almadı bile ama durumun vahametini fark eden yurttaşlar, eczanelerden maske almaya başladı. Kısa süre sonra eczanelerde maske kalmadı.
Üstüne üstlük tanesi 50 kuruşa bile gelmeyen maskeler, 5-7 liradan satılmaya başlandı.
Erdoğan, koronaya karşı son önlemleri açıklarken, “Maskeler halka ücretsiz dağıtılacak” dedi. Tabii “bedava maske” lafı bile cezbedici. Yandaş yalaka medya da sanki çok büyük bir şey yapılıyormuş gibi “İşte halkını düşünen başkan, işte halktan yana hükümet” yayınları yapıyor.
Şimdi ben de kalkıp “Bu iktidar bedava maske dağıtamaz, beceremez” falan demiyorum, diyorum ki; “Yine bedava maske dağıtın tabii ama piyasaya maske de verin, dileyen parasıyla da alsın.”
Maskeleri, hastanelerde, sağlık merkezlerinde belki bedava dağıtabilirler. Ama bu herkese ulaşmaz, ulaşamaz. Evlere servis de olmaz. Ayrıca zaten bedava maske dediğiniz, 5’er tane falan verecekler, bunun da bir anlamı yok.
Bu nedenle, devlet yine bedava dağıtsın ama eczanelere de maske paketleri verilsin ve daha önce bir kutu maske kaça satılıyorsa ya da yeni üretilenlerin maliyeti neyse o oranda bir kârla isteyene satılsın.
Maske alacak parası olmayanlar, gider bedava maskelerini alır ama maskeye verecek 15 lirası olanlar da bedava maske bekleyeceğiz diye sıkıntıya girmez.
Yani bu konuda popülizm hem anlamsız hem de yararsız.
Maskeyi hem satmak hem bedava dağıtmak birlikte olabilir yani.
İktidara “Bir düşünün” diyorum.
https://twitter.com/can_atakli_