ANALİZ

“Bu can bu bedende olduğuna” göre İsveç ve Finlandiya veto edilmeyecek

Kötü bir şey ama ister istemez herkes alıştı.

Neye?

Erdoğan’ın çok yüksek perdeden konuştuktan sonra söylediğinin tam aksini yapmasına alıştık mecburen.

Alışmasak ne olacak ki, bu tür U dönüşlerinin demokratik ülkelerde elbette bir yaptırımı var ama bizde yok.

Böyle olunca AKP genel başkanının yaptığı her şey yanına kâr kalıyor.

Son günlerde Erdoğan’ın gündeminde birkaç konu var.

Biri İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliği için başvurması.

Ne medya ne de AKP yönetimi bilmiyordu ama meğer Erdoğan; Finlandiya’nın NATO’ya girmek için başvuracağını herkesten önce öğrenmiş, hatta Finlandiya Cumhurbaşkanı ile konuşmuş ve kendisine çok sevindiğini, destek için elinden geleni yapacağını bile söylemiş.

Ancak daha sonra fikir değiştiren Erdoğan başvuru yapan İsveç’i de işaret ederek, “Bu ülkeler teröre destek veriyor, bunların NATO’ya girişlerine evet demem” diye konuştu.

Erdoğan en son Azerbaycan gezisinde gazetecilere “güya sordukları soruya karşılık” dağıtılan metinlerde “Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin başında olduğu sürece teröre destek veren ülkelerin kesinlikle NATO’ya girmesine biz ‘evet’ diyemeyiz” ifadesine yer verdi.

Doğal olarak “ben burada oldukça” sözünü duyunca bu iki ülkenin NATO’ya girmelerini önlemek için veto hakkımızı kullanmayacağımızı anladım.

Nedeni basit.

Erdoğan daha önceleri de “Ben varken bu iş olmaz” kalıbını kullandığı her olayda ters karar aldı.

Örneğin Türk asıllı Alman vatandaşı Deniz Yücel cemaatle ilişkisi olduğu gerekçesiyle tutuklanmıştı.

Almanya vatandaşını geri istiyordu ama Erdoğan “O kişinin neler yaptığını biliyor musunuz?” diye sorduktan sonra “Bu can bu bedende oldukça o gazeteci hiçbir yere gidemez” demişti.

Sonra Merkel telefon etti; Erdoğan, gazeteciyi hemen serbest bıraktı. Almanlar vatandaşlarını gönderdikleri özel uçakla hemen o gün alıp götürdüler.

Yine cemaatle ilişkide olduğu ve 15 Temmuz’a katkı sağladığı söylenen Amerikan vatandaşı rahip Brunson da tutukluydu.

Erdoğan Amerika’dan gelen iade taleplerine karşı önce Amerika’da yaşayan Fethullah Gülen’i öne sürerek  “Ver papazı-al papazı” pazarlığı yapmak istemiş ancak Trump gibi biri bile “Burası hukuk devleti öyle ben istedim diye kimse iade edilemez, ama sen istersen Brunson’u gönderirsin” diye ısrar etmişti.

Erdoğan Brunson için de “Ben bu görevde olduğum sürece bu papaz hapisten çıkamaz” diye konuşmuştu.

Sonra Trump daha sert bir tonda konuştu, “Akıllı ol, ekonomini mahvederim” dedi. Brunson iki gün içinde ülkesine gönderildi.

Erdoğan İsrail’i de “terör devleti” olarak nitelemiş ve “Ben görevde olduğum sürece artık İsrail’le iyi ilişkiler kurulamaz” demişti.

Sonucu biliyorsunuz.

Bu örneklere bakınca İsveç ve Finlandiya için veto hakkının kullanılmayacağı çok ortada değil mi?

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

Kaçacaklar sözünü, ilk kez Bahçeli söylemişti

Saray medyası Kılıçdaroğlu’nun “Kaçacaklar” sözünden hayli etkilenmiş görünüyor.

Günlerdir Erdoğan’ın asla kaçmayacağını, buna karşı Kılıçdaroğlu’nun ne ilgisi varsa 15 Temmuz akşamı kaçtığını anlatmaya çalışıyorlar.

Aslında saray yazarları bu sözü ilk kez Bahçeli’nin kullandığını biliyorlar mı acaba?

“Kaçacak ya da yargılanacak” sözünü ilk söyleyen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli idi.

Bahçeli 17 Mart 2015 günü Bursa’da yaptığı konuşmada Erdoğan’ın çizgiyi aştığını, çok tehlikeli bir kumar oynadığını ve Türkiye’yi uçuruma sürüklediğini söylemişti.

Erdoğan’ın Anayasa suçları işlediğini belirten Bahçeli, “Erdoğan musibeti Türkiye’yi mahvın eşiğine getirmiştir. Erdoğan’ın despot ve diktatör tavırlarının toplumsal dip dalgayı tahrik edebilir. Böyle giderse Erdoğan’ın Tunus’un devrik lideri Zeynel Abidin bin Ali gibi ülkeden kaçması sürpriz olmayacaktır” demişti.

Erdoğan’ın sıklıkla söylediği gibi “Neredeeeen nereye?” değil mi?

BUNU YAZMAK GEREK

İktidarın toplumu birbirine düşman haline getiren 10 uygulaması

Son 10 yıldır bazı toplantılarda söylediğim bir söz var.

Şunu diyorum: “50 yıl sonrası için ‘bugün yapılan en kötü şey neydi?’ başlıklı bir mektup bırakmam istense o mektuba ‘Toplumu birbirine düşman ettiler, bu yapılacak en kötü şeydi’ diye yazarım.”

Gerçekten de bana göre bu iktidarın yaptığı en kötü şey sürekli düşmanlık, kin ve nefret tohumları atmalarıdır.

Kendilerinden başka herkes kötü, aşağılık, ahlaksız, rezil, namussuz, terörist, hain, vs.

Bir okurumun da hatırlaması ile sizlere “Top 10” gibi bir liste hazırladım.

Birlikte okuyalım;

1-Sınırları eleğe çevirdiler, ülkeye bir sürü yabancı insan doldurdular, Türk halkı ile yabancı insanları birbirlerine düşman ettiler.

2-Ülke genelinde yaşlılara toplu taşımayı ücretsiz hale getirildi, toplu taşımayı ücretli kullanan insanlar ile ücretsiz olduğu için çok sık kullanan yaşlıları birbirine düşman yaptılar.

3-Hastanelerdeki problemleri halletmiş gibi yapıp hasta veya hasta yakınları ile doktorları birbirlerine düşman ettiler. Her gün bir kavga, doktor dövme, hastane basma yaşanıyor.

4-Eğitim sistemini mahvettiler, sınavsız sınıf geçmeyi getirdiler, kılık kıyafeti serbest bıraktılar, sonuç olarak öğrenci disiplini zorlaştı, öğretmenlerin yükü arttı, öğretmenlerin konsantrasyonu düştü, verim azaldı, öğretmenler ile velileri birbirine düşman ettiler. Veliler, sınıfları basıp öğretmen bile dövüyorlar.

5-Ekmeye-simide zam üstüne zam yaptılar,  simit 4 TL oldu. Müşteriler fırıncı dövmeye başladı. Fırıncı ile halkı birbirine düşman ettiler.

6-Ekonomiyi yönetemediler, enflasyon füze oldu. Her şeye zam geldi. Suçu marketlere yıktılar, marketler ile halkı birbirine düşman ettiler.

7-Halkı “bizden-onlardan” diyerek ikiye böldüler, düşman ettiler.

8-Gazetecileri, kurumları, üniversiteleri, yolları, yurtları, metroyu, parkları “bizimkiler onlarınkiler” diyerek ikiye böldüler, halkı birbirine düşman bellettiler.

9-Şehirleri böldüler, çok vergi toplanan şehirlerden alınan vergileri kendilerine çok oy veren ve fakir şehirlere harcadılar. Şehirleri birbirine düşman ettiler.

10-Baroları böldüler, mahkemeleri böldüler, alt mahkemenin üst mahkemeyi tanımadığı bir ortam yarattılar. Adalet savunucularını, kurumlarını birbirine düşman ettiler.

Aslına bakarsanız bu liste daha çok uzar gider.

Önemli olan, halk olarak bu tuzağa düşmemektir.

UYARI

Bence sus, çünkü konuştukça arkandakilerin de başını derde sokuyorsun

Bazen insanlar konuştukça batarlar.

Bunların son örneği Rasim Ozan Kütahyalı isimli saray gazetecisi.

Konuştukça batıyor, battıkça arkasındaki güçleri de ifşa ederek dibe çekiyor.

Ali Koç’un canlı yayında kendisini azarlamasını hala içine sindiremediği anlaşılan Kütahyalı her gün bir başka yerde bu olayı konuşarak kendini savunmaya çalışıyor.

Son katıldığı bir televizyon programında yayın sırasında devletin üst düzey yetkililerinin kendisine mesaj attığını ve “Gezi kalkışmasında Koç Ailesi, otellerini teröristlerin karargahı yaptı”demesini istediklerini söyledi.

Rasim Ozan Kütahyalı buna rağmen bu sözleri söylemediğini belirterek bu mesajları yediemin sıfatıyla yakın aile dostu olan Aydın Doğan’a gösterebileceğini belirtti.

Bazen aşırı heyecan ve kendini savunma refleksi insanlara ciddi hatalar yaptırır.

Bu gazeteci de refleks halinde aslında “üst düzey yöneticilerin” yani açıkçası “sarayın” kendilerine çok müdahale ettiğini, yönlendirdiğini ve talimatlar verdiğini ifşa etmiş oluyor.

Bununla da yetinmiyor bu isimleri Ali Koç’a vereceğini de söyleyerek arkasındakileri bir anlamda tehdit ediyor ve hatta şantaj yapıyor.

Bizler elbette bu tür gazetecilerin hep yukarıdan aldıkları talimatlarla konuştuklarını ve asıl amaçlarının onlara yaranmak olduğunu biliyoruz.

Burada güzel olan panikleyen saray yazarlarının, efendilerini ele vermeleridir.

Ali Koç o programda Kütahyalı’ya “İnşallah sizlerin medyadan temizlendiğinizi göreceğiz” temennisinde bulunmuştu.

Bu gazeteciler böyle giderse daha bu iktidar zamanında temizlenecekler, benci dikkatli olmalılar.

YouTube sohbetlerimi izliyor musunuz? Şiddetle tavsiye ediyorum. Başka hiçbir televizyon kanalında duyamayacağınız bilgiler, yorum ve analizler var bu sohbetlerde. Bugün de AKP iktidarının neden gitmemek için her şeyi yapabileceğini anlatıyorum.

https://twitter.com/can_atakli_