ANALİZ

Bu işin sonu hiç iyi değil

KORKUSUZ’daki yazılarımda bir iki kere değindiğim ama Tele1 yayınlarında sıklıkla söylediğim bir konu var.

Diyorum ki, “Suriye’de ve iktidarın asker gönderdiği bölgelerde tuhaf işler oluyor. Can sıkıcı gelişmeler yaşanıyor. Ama bunları anlatmak çok zor. Çünkü hemen vatan haini, casus, terörist gibi saçma sapan suçlamaları yapıştırmaya çalışıyorlar. Ama bilin ki kötü şeyler oluyor ve bunlar bir gün Türkiye’nin başına iş açacak.”

Aslında yarım yamalak bizim medyamıza da yansıyan haberler olmuyor değildi.

Ancak bunlar da öyle başlıklarla verildi ki; okurlar, izleyiciler gerçeği ayırt etmekte zorlandılar.

Önceki gün Suriye’nin Dışişleri Bakan Yardımcısı Caferi, bir Alman haber ajansına özel açıklamalar yapmış..

Caferi, açıklamalarında Türkiye’yi çok yakından ilgilendiren bazı konular ve iddiaları açıkça dile getirdi.

İşte, benim zaman zaman “Biliyorum, duyuyorum ama söyleyemiyorum” dediğim konular resmi bir ağızdan söylenmiş oldu.

Tabii bunların tetikleyicisi Sedat Peker’in ifşaatları oldu.

Peker’in, Suriye’de Türkmenlere gönderilen silahların aslında IŞİD’e gittiğini, yine IŞİD’in kontrol ettiği bölgeden çıkarılan petrolün korsan biçimde Türkiye’ye taşındığını söylemesi çok yankı yaratmıştı ama iktidar kanadı kılını bile kıpırdatmamıştı.

Bakın Suriyeli bakan yardımcısı ne diyor; “Erdoğan rejiminin bu iddialar çerçevesindeki kötü davranışlarına ve suistimallerine dair kesin bilgilerimiz var. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne, Genel Sekreterliği’ne ve terörle mücadele alt komisyonlarına, Erdoğan rejimi ile Suriye’de faaliyette olan ve ne yazık ki Türkiye ile ortak sınırımızdan Suriye’ye gelen ve sayıları binleri bulan teröristler arasındaki ilişkiye dair kesin bilgileri içeren 108 gizli mektup gönderdik. Sedat Peker’in söylediklerinin tamamen doğru olduğunu onayladığımı, teyit ettiğimi ve doğruladığımı belirtmek isterim.”

Caferi bununla kalmıyor, çok vahim bir başka iddiayı seslendiriyor.

Aynen şunu söylüyor;

“Erdoğan rejiminin -kendi aile üyeleri de dahil- petrolümüzün, doğal gazımızın, madenlerimizin ve tahılımızın çalınmasına karıştığı doğru. Çünkü, hepimiz 2015-2016 yılında petrolümüzün ve doğal gazımızın IŞİD tarafından bile çalınmasına, bizzat Erdoğan’ın oğlu tarafından yönetilmesine şahitlik ettik.”

Caferi, Suriye’nin kuzeyinde “Türkleştirme politikası” yürütüldüğünü de iddia ederek bu konuda da şöyle konuşmuş;

“Türkiye’nin işgal ettiği Suriye topraklarındaki kuzeyde ve kuzey batıdaki Türkleştirme süreci müsamaha edilemez hale geldi. Bölgede tedavüldeki para Türk Lirası, Suriye bayrağı yerine Türk Bayrağı var. Okulların, sokakların, meydanların adlarının değiştirilmesi, tekstil endüstrisinin ve maddelerinin çalınıp Türkiye’ye taşınmasına müsamaha edilemez.”

Elbette bu sözleri Caferi söylediği için tamamını doğru kabul etmek durumunda değiliz.

Ancak bu tehlikeli bir gidişin ayak sesleridir.

Çünkü benzer iddialar daha önce de bizim medyamızda değil ama dünya medyasında dile getirildi.

Rusya’nın, kaçak petrol getiren tankerleri plaka numarasına kadar belgelediği ve bunları Birleşmiş Milletler’e suç duyurusunda bulunduğu biliniyor.

Avrupa ve Amerika medyasında Suriye’deki terör örgütlerine Türkiye’den çok ciddi yardımlar gittiği, kimi teröristlerin tedavi ve bakımlarının ve hatta eğitimlerinin Türkiye’de yapıldığı konusunda da haberler yayınlandı.

Bazı konular vardır, aylarca hatta yıllarca yazılır çizilir, hiçbir şey olmadığını zannedersiniz, çünkü gerçekten hiçbir şey olmaz.

Ama öyle bir an gelir ki, koskoca bir ülke kendini uluslararası savaş suçları mahkemesinin önünde buluverir.

AKP iktidarının sorumsuzlukları Türkiye’yi böyle bir tehdit ve tehlikenin karşısında bırakmıştır.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Açıklama yapıyormuş gibi yapıp bir şey söylememek budur işte

İnternette gezinirken bir haber başlığı ilgimi çekti.

Diyor ki, “Zirat Bankası Genel Müdürü Demirören, kredileri ile ilgili açıklama yaptı.”

Önemli haber tabii.

Demirören Grubu’na Ziraat Bankası’ndan verilen 750 milyon dolarlık kredinin geri ödemesinin henüz başlamadığı gibi, geri ödemenin hiç yapılmayacağı yönünde iddialar var ortada.

Tabii merakla haberi okudum.

Haber şöyle; Ziraat Bankası Genel Müdürü Alpaslan Çakar, Demirören Holding’e verilen 750 milyon dolarlık kredinin geri ödenmediği iddiasıyla ilgili açıklama yaptı. Genel Müdür Çakar, “Ziraat Bankası inşaat, enerji, hizmet sektöründe olduğu gibi medya sektörüne de kredi verebilir.  Söz konusu firma da bu kapsamda kredi verilmiş bir firmadır. Firmanın kredileri canlı hesaplarda izlenmektedir. Ancak şunu belirteyim; bankamız bu firmaya da bütün müşterilerinde olduğu gibi, bankacılık kuralı ne ise aynısı uygulanacaktır” dedi.

Yani?

Kredi geri ödeniyor mu?

Krediye karşılık Kemerburgaz Country arazisinin bir bölümü Ziraat Bankası’na devredildi mi?

Ziraat Bankası döviz cinsi kredi verebilmek için yurt dışından borçlandı mı?

Bu soruların cevabı var mı?

Yok.

O zaman ne anladım ben bu açıklamadan?

AKP işi iyi öğrendi, açıklama yapıyormuş gibi yapıp aslında hiçbir açıklamada bulunmamanın kitabını yazacaklar artık.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

Kredi ile ev, araba alınca çok ucuza mı geliyor yani?

Gazeteci yazıyor; Tamamını krediyle aldığım çok güzel bir villam var.

Bir başkası da “Krediyle aldığım güzel bir arazi tipi aracım var, hepsi bu” diyor.

Arkasından biri daha çıkıyor “Tekneyi kredi ile almıştım” diyor.

Tatil kredisi ile lüks otelde kalan da var.

Bir başkasının lüks rezidanstaki teras dairesi de kredi ile alınmış.

Sonuçta hepsi Peker’in açıklamalarından sonra panik halindeki bir kesimin beyanları…

Sanıyorum bunlar kendilerini çok akıllı gördüklerinden “Ne var bunda, ne aldıysam kredi ile aldım” demeye getiriyorlar.

Yani birinden rüşvet, avanta, komisyon almadıklarını, hiçbir malı peşin para ile satın almadıklarını anlatmaya çalışıyorlar.

Ne kimsenin malında gözüm var ne de nasıl alındığını öğrenme telaşı içindeyim.

Ama kendiliklerinden ortaya çıkıp da “Aldım ama krediyle aldım” dediklerinde huylanıyorum,.

Kredi ile alınınca malın fiyatı düşmüyor ki.

Örneğin bir villanın bedeli nereden baksanız 500 bin dolardan az değildir.  Bugünkü para ile 4 milyon TL eder.

Örneğin bugünün faiz oranlarıyla 4 milyon liralık kredinin 10 yıllık ödeme planını yaparsanız, aylık ödeme olarak karşınıza çıkacak rakam 68 bin liradır.

Yine lüksün biraz altında, arazi tipi bir aracın 2021 fiyatı 400 bin lira.

Bankalar taşıt kredisi için 3 yıllık vade uyguluyor en fazla, bugünkü kurdan hesaplandığında aylık taksit 17 bin lira tutuyor.

Bu durumda ev ve arabayı kredi ile aldığınız zaman üç yılı 85 bin, 7 yılı da 68 bin lira taksit ödeyerek geçirmek zorundasınız.

Bu kadar aylık taksiti ödeyecek gazeteci olabilir mi bilemiyorum.

Tabii “Miras kaldı, babadan kalma evi satıp üzerine ekledik, emeklilik ikramiyesini peşinat yaptık” gibi sözler söylenebilir ama yine de bu paraları ödemek çok zor gibi geliyor bana.

Ayrıca şunu da bilmek gerek, ayda 85 bin lira taksit ödemek için en az 160 bin lira hatta daha üstünü kazanmak gerek.

Çünkü o villa ve aracın hakkını verebilmek için yaşam düzeyinizin de yüksek olması lazım.

BUNU YAZMAK GEREK

Laikliğe tekrar bakın

Laiklik hem demokrasinin hem medeni olmanın vazgeçilmez ilkesi.

Son yıllarda laiklik hayli örselendi, neredeyse laik uygulamaların tamamından vazgeçildi.

AKP iktidarı, büyük bir zafer kazandığını düşünüyor elbette.

Oysa laiklik bu ülkenin çimentosu ve asla vazgeçilemeyecek temel ilkesi.

Şu sıralar kimileri “Laikliğin tartışılmasının sırası değil” diyebilirler.

Oysa tam tersi…

Laikliği savunmak ama bilerek savunmak zorunda herkes.

Giderek daha da nitelikli bir entelektüel kaynak dergisi haline gelen Yeni Ülke, son sayısını laiklik üzerine ayırmış.

Çok yararlanacağınız yazılar var.

Tavsiye ederim.

ÖNERİ

Ahmet Hakan’a diyorum ki “Gel birlikte aşı kampanyasına katılalım”

Başlığı okuyup da “Bu da nereden çıktı?” diyebilirsiniz.

İsimleri değiştirebilirsiniz.

İsmail Saymaz ve Cem Küçük de yapabilirsiniz örneğin.

Konu şu;

Hürriyet’in Genel Yayın Müdürü Ahmet Hakan, kendi köşesinde aşı kampanyasına katılan ünlüleri konu eden bir yazı yazmış.

Demiş ki; “ÜNLÜLER aşı kampanyasında yer alacak” cümlesini işittiğim andan itibaren… Hep şu soruyu soruyordum kendi kendime:

Bu denli kutuplaşmış bir memlekette her kesimin önem vermediği, bir iki mırın kırın dışında herkesin üzerinde mutabık olacağı, kamuoyunun huzuruna çıktıklarında kimsenin yadırgamayacağı… İsimleri bulmak mümkün olabilir mi acaba?

Meğerse mümkünmüş.

İşte bakın:

Bu kapsama girebilecek nitelikte üç isim bulunmuş bile.

Şener Şen, Ezgi Mola, Haluk Bilginer…

Aşı kampanyasının öncüleri olmuş.

Demek ki neymiş?

Ne kadar kutuplaşırsak kutuplaşalım…

Bütün kutupların “evet” diyecekleri ünlülerimiz varmış.

Enseyi karartmaya gerek yokmuş demek ki.

Ahmet Hakan’a şunu söylemek isterim; “Siz ısrarla kutuplaşmadan söz etmezseniz kutuplaşma bu kadar keskin olmayabilir, bu biiiir. İkincisi; hepimizin sağlığını ilgilendiren bir konuda ille de herkesin ‘ne oradan ne buradan’ diyebileceği isim aramaya gerek yok bence. Sizinle ben de katılabiliriz bu kampanyaya. Ben varım diye AKP’yi sevenler, siz varsınız diye muhalefette olanlar aşı karşıtı mı olacaklar yani? Tam tersine herkesin üzerinde anlaşacağı isimler yerine, birbirinden farklı insanların aynı ortak ülküde buluşması çok daha güzel olmaz mı? Sizinle kendimi örnek olarak verdim. Birbirinden farklı düşünen ünlü isimleri aşı kampanyasında bir araya getirme fikrini belki siz önerirseniz daha hızlı sonuç bile alınabilir.”

Bu arada üç ünlüye Cem Yılmaz da katılmış.

Bazı densizler Cem Yılmaz’a “Kaç para aldın?” diye sormuşlar.

O da “Aptal mısınız?” diye cevap vermiş.

https://twitter.com/can_atakli_