BUNU YAZMAK GEREK
Bugün bağımsızlığımızın tescillendiği gün
Bugün 9 Eylül.
Bundan tam 99 yıl önce Mustafa Kemal ve arkadaşlarının başlattığı Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın zafer günü.
Emperyalist güçlerin maşası Yunan Ordusu’nun İzmir’de denize döküldüğü gün.
Bağımsızlığımızı kazandığımız, askeri zaferi tamamlayıp bunu sivil zafere dönüştürmek için adım attığımız ilk gün.
Hani şu “Keşke Yunan kazansaydı” diyen ve onlara yaltaklık yapanların en kara günü.
Emperyalizmin bağımsızlık savaşımıza karşı kaybettiği gün.
Osmanlı padişahı ile anlaşıp gelen emperyalist güçlerin “geldikleri gibi gittikleri” gün.
Cumhuriyet 9 Eylül zaferinin üzerine inşa edildi.
Türkiye Cumhuriyeti kuruldu.
Devrimler yapıldı.
O günün koşullarına göre oluşan bir hukuk devleti demokrasinin yollarını açmak üzere bir aydınlanma çağı başlattı.
Ne yazık ki yarım kaldı.
Ama buna rağmen bu milletin yüreğinde oluşan “daha medeni, daha ileri, daha aydınlık bir Türkiye” ideali hiç sönmedi.
Özellikle son 20 yılda Türkiye Cumhuriyeti’ni bu kutsal yoldan çevirmeye çalışanlar çok ciddi erozyonlara neden oldular.
İlkeler ve devrimler örselenmeye çalışıldı.
Laiklik neredeyse yok sayıldı.
Kendini Şeyhülislam sananlar ellerinde kılıç sanki zafer kazanmış eda ile ortalığa saçıldı.
Ancak herkesin unutmaması gereken bir nokta var.
Bu millet Atatürk’ten aldığı emaneti üç beş şeriatçının keyfi uğruna asla kurda kuşa yem etmeyecektir.
Bunun bilinmesi herkesin iyiliği içindir.
ANALİZ
Diyanet İşleri Başkanı konuşabilir, asker konuşursa darbe iması olur
YouTube kanalım için dün sabah yaptığım sohbete “ordumuz rahatsız” başlığını attım.
İronik bir başlıktı bu tabii ki.
Her “Ordu rahatsız” lafını gördüğünde “amanın da darbe çağrısı” diye çığırtkanlık yapanları rahatsız etmek istedim.
Ama şuna inanıyorum, gerçekten de ordumuz rahatsız.
Bakın “ordu rahatsız” demiyorum, “Ordumuz rahatsız” diyorum.
Hasta anlamında bu rahatsız kelimesi.
Çünkü eğer ordumuz hasta olmasa başına gelenlere karşı bir refleks gösterir.
Bunca örselenmesine, aşağılanmasına karşı bir ses çıkarır.
Demek ki öyle hasta ki kılını kıpırdatacak derman bulamıyor.
Örneğin bütün gelenekleri alt üst ediliyor ordunun.
Birinci Ordu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin en önemli ordusudur.
Kara Kuvvetleri Komutanı ve Genelkurmay Başkanı Birinci Ordu Komutanı’ndan çıkar hep.
Ve bu makam orgeneral tarafından yönetilir.
Oysa şu anda Birinci Ordu komutanı bir korgeneral.
Neden?
Çünkü ordunun hiyerarşik yapısı bozuldu, bu makama gelecek bir orgeneral bulunamadı.
Aynı şekilde yine Deniz Kuvvetleri’nin en güçlü komutanlığı Kuzey Deniz Saha Komutanlığı’dır.
Bu komutanlıkta da bugüne kadar hep bir koramiral otururdu.
Oysa bu makamda bir tümamiral var.
Tabii deniz kuvvetlerini öyle hırpaladılar ki bu hale geldi.
(NOT: Şu an görevdeki Özden Koçer Balyoz Davası’ndan 4 yıl hapiste yatırıldıktan sonra tekrar göreve getirildi. Koçer’e bu tuzak kurulması şimdi Koramiralliğin son yılında olacaktı ama tümamiral olarak devam edebiliyor.)
Orduya hiç sorulmadan askerler sağa sola gönderiliyor.
Ne yazık ki askerimiz gittikleri bazı yerlerde kanlı katil çetelerin mensuplarıyla birlikte savaşmak zorunda bırakılıyor.
Bütün dünya Libya’daki, Suriye’deki, Somali’deki paralı askerlerin derhal çekilmesini istiyor.
Burada kastedilen ülke Türkiye.
Ama benim askerim gıkını bile çıkarmıyor.
30 Ağustos Zafer Bayramı dini törenle kutlanıyor.
Askeri okullardan mezun olanlar için düzenlenen törenlerde önce Kuran okunuyor, dualar ediliyor.
Diyanet İşleri Başkanı Jandarma öğrencilerinin tam ortasında dua ettirirken ilahiler çalıyor.
AKP Genel Başkanı askerlere Mısır’daki İhvancıların işareti olan Rabia işareti yaptırıyor.
Ordu bunların hiçbirine ses çıkarmıyor, belli ki çıkaramıyor.
Yani çok hasta.
Dermanı kalmamış.
Kolunu bile kaldıramıyor.
Şimdi bazılar diyecek ki “Ne güzel işte kardeşim, ordu orduluğunu bilecek, öyle her şeye karışmayacak, ikide bir açıklama yapmaya kalkmayacak.”
Eski soldan gelen yeni liberallerden güya demokrasi öğrenen çakma demokratlar bu nakaratı çok sever.
Ama hiçbirinin aklına sıradan bir devlet memuru olan, müftülerin başı Diyanet İşleri Başkanının “laiklik kaldırılmalı” anlamına gelen sözleri hangi hakka, hukuka ve hadde dayanarak yaptığı gelmez.
Yürüyün gidin Allahaşkına.
MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Diyanet İşleri Başkanı ruhban sınıfı mı istiyor?
Aslında “müftülerin başı” olmaktan öte bir özelliği olmayan Diyanet İşleri Başkanı neredeyse devlet protokolünde ikinci, üçüncü sıraya oturacak.
Gerçi son günlerde yapılan bütün törenlerde bu kişi sanki protokolün ikinci ya da üçüncü kişisi gibi görünüyor ki orası da ayrı.
Ama sıradan bir bürokrat olan Diyanet İşleri Başkanı görevi ile hiç ilgisi olmayan konuşmalar yapıyor.
Bunlar siyasi olduğu kadar “anayasal suç” niteliği de taşıyor.
Örneğin Diyanet İşleri Başkanı “Hani ‘inanç sokakta olamasın, mahallede olmasın, insanın içinde olsun diye bir anlayış var ya. İnanç işte insan ile Allah arasında olsun, evine yansımasın, ticaretine yansımasın, siyasetine yansımasın, adaletine, yargısına yansımasın… Görüyorsunuz ya ortalığı ayağa kaldırıyorlar. İnançtan ayıklansın oralar, adeta bu düşünce insanlığı bu noktaya getirmektedir.”
Oysa İslam’a göre din Allah ile kul arasında olur. Diyanet İşleri Başkanı ise din siyasette ticarette ve yargıda da olmalı diyor. Yani Diyanet, İslam’a rağmen bir Müslümanlık yaratmak peşinde koşuyor. Tıpkı Muaviye gibi… Diyanet Başkanı, ruhban devleti mi istiyor?
Bunları talep etmek “laiklik ilkesini çiğnemek” demektir.
Efendim zaten bu iktidar laikliği istemiyormuş, bu devlet memuru da bunu seslendirmiş.
Birincisi bunu seslendirmek ona düşmez.
İkincisi beğense de beğenmese de reisinin seçildiği ve tek adamlık yürüttüğü anayasa bunu emrediyor.
Yani işlenen bir anayasa suçudur.
Cezası da ağırlaştırılmış müebbet hapistir.
KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Bu nasıl bir güç şımarıklığıdır böyle?
Metro’da bile bölücülük yapıldığını toplumun ikiye ayrıldığını yazmıştım dün.
Bugüne kadar metronun amblemi “M” harfiydi.
Ulaştırma Bakanı Adil Karaismailoğlu havalimanına giden metronun amblemini “U” olarak açıklamıştı.
Bu saçma sapan bölücülükten vazgeçeceklerini sanıyordum ki dün bu bakan bir basın toplantısı düzenleyip bir de üstüne İBB’nin yeni yönetimini “emek hırsızı” olarak suçladı.
Pes ki ne pes.
Böyle bir güç ve iktidar şımarıklığı zor görülür.
Gerçi söz konusu AKP iktidarı olunca bunların hiçbiri anormal gelmiyor artık.
Bakın bakan ne diyor; “Herkesin yaptığı kendine, onlara biz karışamayız ki. Biz işin kendisine odaklanalım, İstanbul’da çok büyük işlerimiz var. 7 tane büyük metro işi yapıyoruz. 103 kilometre metro yapıyoruz. Bunun Türk Lirası olarak karşılığı 60 milyar. Ama karşı tarafta hiçbir iş yapmadan, sırf algı operasyonları yapan bir yönetim var. O yüzden bundan rahatsız oldular zaten.”
Güç sarhoşu bu adamın “karşı taraf” dediği İstanbul’un seçilmiş belediyesi.
Bunların ne devlet geleneğinden ne işlerin devamlılığından haberleri bile yok.
Varsa yoksa bölücülük, varsa yoksa kendinden olmayan herkesi karalama, aşağılama.
Acaba bu bakan olan kişi acaba İBB’nin yönetimi AKP’de olsa bunu yapacak mıydı?
Devlet belediye ayırımı yapıp “Biz yapıyoruz, onlar üzerine oturuyor” der miydi, diyebilir miydi?
Ayrıca “Kimin yaptığı bilinsin” demek de nedir böyle?
100 yıldır bu ülkeye her gün bir çivi çakılıyor.
Böyle bir mantık olabilir mi?
Baş aşağı giden bir iktidarın saçmalamaları bunlar.
İyi de “saçmalıyorlar” deyip susacak mıyız hep?
KOMİK
Düşük hızda tampon teması olmuş
Aslında komik diyorum ama bakmayın siz, kimsenin burnu kanamadığı için öyle yazdım yoksa gerçek bir trajedi yaşanabilirdi.
Tuzla’da Yüksek Hızlı Tren’e istasyonda dururken aynı hatta karşı yönden gelen bir başka tren çarpmış.
Neyse ki can kaybı yok, trenlerde biraz hasar medyana gelmiş.
Ama daha sonra valiliğin yaptığı bir açıklama var evlere şenlik.
Şöyle diyor valilik açıklamasında; “Bugün saat 08.45’te Adapazarı-Pendik seferini yapan ADA treni, Tuzla Tersane İstasyonu’nda beklemekte olan Söğütlüçeşme-Konya seferini yapan YHT’ye duramayarak düşük hızda tampon temasında bulunmuştur. Olayda hafif şekilde etkilenen ve kontrol amacıyla 112 Acil Sağlık ekiplerince çevredeki hastanelere sevk edilen (7) yolcumuza şifalar diliyor, tüm yolcularımıza geçmiş olsun diyoruz. Olay yerinde gerekli güvenlik önlemleri alınmış olup, durdurulan seferlerin tekrar başlatılması için çalışmalar devam etmektedir.”
Komikliği görüyorsunuz değil mi?
ADA treni duramadığı için çarpmış.
Yahu o treninin Yüksek Hızlı Tren hattında ne işi var?
Ters hatta girmiş işte tren, neyi saklıyorlar acaba?
Sahi TCDD Genel Müdürlüğü’ne “Adnan Hocacı olduğu” ileri sürülen birini atadılar ya ayıp olmasın diye düşünmüş olabilirler.
https://twitter.com/can_atakli_