ANALİZ

CEMAATİN DEVLETE NASIL SIZDIĞI DAVALAR BAŞLAYINCA ORTAYA ÇIKACAK

Fethullah Gülen Cemaati'nin kalkıştığı dinci faşist darbe girişiminin bastırılmasından sonra bir cemaatçi avı başladı.
Başta ordu olmak üzere her kurumdan yüzlerce binlerce cemaatçi militan/terörist fışkırıyor.
Herkes cemaatin nasıl olup da bu kadar örgütlendiğine akıl erdiremediğini söylüyor.
Oysa akıl erdiremeyecek bir şey yok.
Cemaat AKP iktidarının akıl hocası yol göstericisiydi.
AKP iktidarının çekirdek kadrosu aslında imam hatip düzeyinde din bilgisine sahip, mütedeyyin olmayı siyasette alet olarak kullanmaya kalkan, bilgili, kültürlü, entelektüel birikimi olan kadrolara sahip olmayan bir ekipti.
Dini siyasete alet etmeyi biliyorlar ama dini bir siyasi ideoloji olarak kullanmayı beceremiyorlardı.
İslam dinini bir ideoloji olarak kullanan ve “siyasal İslam” kavramını ortaya atıp AKP'yi eğiten bu cemaatti.
Zaten bu yüzden AKP'nin yetersiz ve bilgisiz kadroları cemaate teslim olmuş ve kısa sürede devleti nasıl yöneteceklerini öğrenmişlerdi.
Bunun bedeli ise kendilerine siyasal İslam'ı öğreten cemaatin devletin her kademesinde örgütlenmesidir.
AKP ilk başlarda “laik kesimlerden bile” destek alan cemaatin “dindar” ama “modern” görünümünü kendi iktidarlarının sağlamlaşması için kullandı.
Aynı dönemde, ahmak dönek solcular, kendilerine liberal diyenler, güya demokrasiye sahip çıktıklarını söyleyerek Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk ve devrimleriyle hesaplaşmaya kalkan gafiller de AKP iktidarına olağanüstü destek verirken, ön plana cemaatçilerin çıkmasını perdelemiş oldular.
AKP iktidarının çekirdek kadrosu ve tabanı cemaatin partiyi sahiplenmesini, özellikle çok para kazandıran bütün işlerde öncülük etmesini, Türk Ordusu'na ve aydınlarına karşı acımasızca saldırmasını, bu uğurda her türlü ahlaksızlığı yapmasını, “Müslüman kardeşliği ve dayanışması” olarak gördüğü için bu örgütlenmenin tehlikeli olabileceğini kabullenmedi.
Bu yöndeki eleştiri ve uyarıları da “İslamın dirliğini bozmak” olarak niteledi.
İktidar kendilerindeydi nasıl olsa, cemaat ve başındaki Fethullah Hoca “din adına” gereken desteği veriyordu.
Kısaca yabancı dil bilmedikleri halde her şeyi İngilizce söylemeye meraklı AKP'lilerin gözünde olay bir “Win-win”di.
Nereye kadar?
Cemaatin “Her işi ben yapıyorum, parsayı sen topluyorsun, bu işten aldığım payı artır” demesine kadar.
İşte o an kafalarına dank etti AKP çekirdek kadrosunun. O kadar da değildi? Paranın aslan payını cemaate veremezlerdi.
Maraza bundan çıktı.
Şimdi sıra mahkemelere gelecek. Cemaatçiler kendilerini savunmaya başlayacak.
Doğal olarak hepsi AKP ile olan organik bağlarını, birlikte çevirdikleri pis işleri, bunları yaparken kimlerden ne destek aldıklarını, kimlere ne menfaatler sağladıklarını, kimlerin kendi destekleriyle yükseldiğini bir bir anlatacaklar.
Mahkeme aşaması çok heyecanlı olacak yani.

ŞAŞIRDIM

“İNLERİNE GİRECEĞİZ” DERKEN TESLİM OLUYORLARMIŞ MEĞER

Rakamlara bakınca insan gerçekten dehşet içinde kalıyor.
İktidarla cemaat 7 Şubat 2013'e kadar içli dışlıydı. Bu tarihte cemaatin MİT müsteşarına yönelik bir eylemi oldu ve Erdoğan ilk kez bu olayda “Bunları temizlemek gerek” kararına vardı.
Kamuoyunun büyük kavgayı öğrenmesi ise 17-25 Aralık 2013 yolsuzluk operasyonu ile oldu.
Erdoğan o günden sonra “inlerine gireceğiz” diyerek cemaate açıktan savaş açtı.
Geleyim, rakamların insanı dehşete düşürmesine.
15 Temmuz dinci faşist darbe girişimine katıldıkları için tutuklanan 21 general 2013 askeri şurasında albaylıktan generalliğe terfi etmiş.
2014'te general olup bugün tutuklananların sayısı 11.
2015'te general olanlardan da 22'si tutuklanmış.
Demek ki Erdoğan cemaatin “inine” gireceğini söylediği sırada aslında cemaatin askeri koluna teslim oluyormuş.
Genelkurmay personel istihbaratı ile ilgili en gelişmiş kurum. Böyle bir kuruma bir iki kişi her şeye rağmen girmişse buna “sızma” diyebilirsiniz.
Ancak 3 yılda 54 kişi cemaatçi kimliklerine rağmen ordunun en etkili ve yetkili makamlarına gelebiliyorsa buna artık “sızma” diyemezsiniz.
En azından 2013'ten bu yana hükümette olanlarla birlikte ordunun komuta konseyi bu işte sorumludur ve suçludur.
Kimse ”kandırıldık” veya “nasıl da görmemişiz” bahanesinin arkasına sığınamaz.
Cemaatçi darbeci hainlerle birlikte yargılanmalıdırlar.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER

BU ARAÇLAR ZATEN HİÇBİR İŞE YARAMIYOR MUYDU?

Başka illeri bilmiyorum ama İstanbul'daki askeri tesislerin hatta lojmanların önündeki “kamu araçları blokajı” halen sürüyor.
Yüzlerce kamyon, tanker, itfaiye aracı, çöp taşıyıcılar, iş makineleri binalara giriş çıkışı engelliyor.
Amaç asker yeni bir darbeye kalkışırsa bulunduğu yerden çıkamasın.
Böyle bir şey mümkün değil tabii. Eğer asker oralardan çıkacaksa bu araçların tankları engellemesi pek mümkün değil. Sadece bir iki dakika geciktirir o kadar.
Bunun belli ki “psikolojik etkisi” düşünülüyor.
Bu görüntülerle sanıyorum vatandaşa “Senin sayende demokrasiye sahip çıkabildik, direnişini sürdür” mesajı ile moral verilirken askere de “Bak halk ayakta ayağını denk al” deniyor.
Bunlara bir şey diyemem.
Ancak merakım 10 günü aşkın süredir yüzlerce araç hiç çalışmadan nasıl oluyor da duruyor?
Bir inşaat firması belediyenin emri ile 1500 aracını barikatlar oluşturmak üzere görevlendirdiğini açıkladı.
İyi de 10 günü aşkın süredir bu araçlar hiç çalışmadığına göre, işleri kim neyle yapıyor?
Bu araçlar zaten işe yaramadıkları için depolarda, parklarda mı bekletiliyordu bugüne kadar?
Eğer öyleyse bu kadar çok işe yaramaz araç milli servete zarar değil mi?

Bİ SORALIM BAKALIM

İKİ GAZETEYE VERİLEN İLANLARIN ÇETELESİNİ TUTAN BİRİ VARDIR HERHALDE

Fethullah Gülen Cemaati'nin kalkıştığı dinci faşist darbe girişiminden bu yana şirketler, kuruluşlar, vakıflar, dernekler ve hatta kişiler “darbeye karşı ilan verme yarışına” giriştiler.
Özellikle iki gazete bundan payını çok ciddi biçimde alıyor.
Hürriyet ve Sabah neredeyse yıllık toplam reklam gelirlerini darbe girişimden bu yana elde ettiler bile.
Peki, bunca kuruluş niye reklam veriyor?
Darbeye karşı olduğunu sayfası en az 120 bin lira olan reklamlarla duyurmanın kime ne faydası var?
Fayda “yalakalık” yapmak ve iktidarın “bu da Fethullahçı” hışmından kendini korumak herhalde.
Sanıyorum iktidar mensupları bu ilanların çetelesini de tutuyordur.
Ya da öyle zanneden pek çok kişi “Biz de ilan vermeliyiz ki kendimizi koruyalım” duygusu içindedirler.
Bu ilan olayı da darbenin yan etkisi..

BUNU YAZMAK GEREK

BIRAKIN ŞU “TÜKÜRDÜĞÜNÜ YALADI” EDEBİYATINI

Darbe krizinin atlatılması için “birlik ve beraberlik” çağrıları yapılırken en dikkat çekici girişimlerden biri saraydan geldi biliyorsunuz.
Erdoğan, CHP ve MHP Genel başkanlarını saraya davet etti. Onlarla “darbelere karşı demokrasi için” bir araya geldi. Sonuçta toplumu rahatlatacak bir görüntü verilmiş oldu.
Bu toplantıdan sonra kimi AKP'liler CHP genel Başkanı'na yönelik “Yine tükürdüğünü yaladı” türü eleştiriler yöneltiler.
Nedenmiş? Çünkü Kılıçdaroğlu “Saraya hiçbir şartta gitmeyeceğini” söylemiş, ama bakın şimdi bunu tutamamış, yine çark etmiş.
Böyle bir günde bir polemik yaratmak istemiyorum ama lütfen önce şu paragrafı bir okuyun;
“SSK'yı batıran bu adam değil mi? Bıraksanız memleketi batıracak, nereden baksanız bir zavallı. Bunun bir eseri olmadığı için akıl derecesini ölçemiyoruz, akıl sağlığını da bilemiyoruz. İnsan kendi sıkletinde birisini istiyor. Söylediğiniz her sözün israf, boş konuşmak dışında varlığı olmayan birisi. Bu zavallıyı ademe mahkum ediyorum. Terör örgütünü kınayamayan bu zavallıyı ben niye adam yerine koyayım?”
Sözlerin sahibi Erdoğan ve bu sözler birkaç ay önce Kılıçdaroğlu'na karşı sarf edildi.
Fazla uzatmayayım, “tükürdüğünü yaladı” edebiyatı yapmanın anlamsızlığını herhalde anlayan anlar


https://twitter.com/can_atakli_