SORDUM ÖĞRENDİM

CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ MİLLETVEKİLİ OLMANIN ÖNEMİNİ TAMAMEN SIFIRLIYOR


Bir anda “başkanlık” sisteminden “cumhurbaşkanlığı” sistemine geçtik.
“Nedir bu, niye kimse sorgulamadan kabullendi bir anda?” diye sorduğumuzda “canım arasında bir fark yok ki” diye cevap veriyorlar.
İyi de “madem bir fark yok bugüne kadar neden aklınıza hiç cumhurbaşkanlığı sistemi demek gelmiyordu?” diye sorduğunuzda ise “tıs” sesi geliyor.
Bugün yeni sisteme “milletvekilleri” açısından bakmak istiyorum.
Eski ve döneminde çok faal olan bir milletvekili ile konuştum.
“Ben anlamıyorum” diye söze başladı; “Bu milletvekilleri aklını mı yitirdi?”
Ben de merakla “Neden?” diye sordum tabii.
“Neden olacak” diye konuştu eski milletvekili “Eğer bu sistem gelirse milletvekili olmanın hiçbir önemi kalmayacak ki.”
Ardından sıralamaya başladı; “Bir kere milletvekillerinin en önemli işi seçildiği bölgeden gelen seçmenlerin sorunlarını çözmektir. Usulsüz olanları kastetmiyorum, her milletvekili seçmenlerinin sorunlarını dinler, devletle ilgili sorunlar varsa bunları ilgili bakanlıklardan çözmeye çalışır.”
Araya girip “İktidarda olanları kastediyorsun herhalde” dedim.
“Tabii” dedi, “ağırlıklı olarak iktidar milletvekilleri, ama bazı sıradan sorunlar için muhalefet milletvekilleri de bakanlıklarda sorun çözer, bu siyasetin doğasında var. Bakanlar ve devlet bürokrasisi de milletvekillerinden gelen bu talepleri daha sonraki seçimleri hesaplayarak çözerler, ama şimdi durum farklı hale gelecek” diye devam etti.
Farklı durumun ne olduğunu sordum.
Eski milletvekili devam etti; “Artık bakanlar Meclis dışından olacak. Seçilen bakan sadece cumhurbaşkanına karşı sorumlu olacak. Yani bir tek ondan gelen emirleri yerine getirecek, tek seçicisi cumhurbaşkanı olacağı için milletvekilleri umurunda bile olmayacak. Onlardan gelen talepleri bırakın yerine getirmeyi dinlemeye bile tenezzül etmeyecek.”
Biraz soluklandıktan sonra konuşmasını sürdürdü; “Kuvvetler ayrılığı olacak, denetim daha güçlü olacak diyorlar. Bu doğru değil. Çünkü yeni sistemde eskisi gibi gensoruydu, görevden düşürmeydi gibi şeyler olmayacak. Zaten cumhurbaşkanını da düşürmek neredeyse olanaksız. Bu durumda yürütme her şeyin üstünde çok güçlü ve sorumsuz bir hale gelecek. Bakanlar cumhurbaşkanına yarandıktan sonra hiçbir şeyi takmayacaklar. Milletvekilliği bütün önemini sıfırlamış olacak.”
Eski milletvekiline “Ama Amerika'da da durum böyle değil mi?” diye sordum.
“Hah işte, en yanlış anlatılan konu da bu” diye sözümü kesti eski milletvekili “Durum aynı değil” dedi.
Ardından anlattı; “Görünüşte Amerika'da bakanları da, bazı önemli savcı ve yargıçları da, devletin en önemli bürokratlarını da direkt başkan atar. Ama bu atamalardan önce Senato ve Kongre'den tek tek onay almak zorundadır. Parlamentonun onaylamadığı kimse ne bakan olabilir ne de önemli bir göreve getirilebilir. Bu nedenle seçilecek herkesin o Kongre üyelerine ve senatörlere ihtiyacı vardır.”
Bunun üzerine “Daha belli değil belki bakan ve bürokrat atamalarında parlamentonun onayını alırlar” diye araya girdim.
Eski milletvekili kahkaha atarak “Sen buna inanıyor musun, bırak onay istemeyi, Erdoğan eğilim araştırması bile yapar mı, işine bir başkasını karıştırır mı?” diye sordu.
“Bunları yazayım” dedim.
Eski milletvekili de “Bence yaz, hatta yazmanın ötesinde varsa tanıdığın milletvekillerini de ara ve bunları anlat. Sanıyorum bu kargaşa içinde milletvekilliklerinin artık hiçbir işe yaramayacağını görmüyorlardır. Oysa bütün gelecekleri bu. Şimdiden bilmeleri lazım. Hele MHP milletvekilleri iyi düşünmeliler. Zaten yeni sistemde muhtemelen parlamentoya çok az sayıda girebilecekler. İyi düşünsünler” karşılığını verdi.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

CUMHURBAŞKANLIĞI SİSTEMİ MONARŞİDEN FARKSIZDIR


Gürcan Dağdaş eski milletvekili ve bakanlarımızdan biri. Halen siyaset hayatına MHP'de devam ediyor.
Dağdaş zaman zaman, bana olduğu gibi başkalarıyla da paylaştığını düşündüğüm, mesajlar gönderir.
Son mesajında “Cumhurbaşkanlığı sistemini” ele alan Gürcan Dağdaş bu sistemi “monarşi kelepçesiyle tutsaklaştırılmış parlamenter sisteme” benzetmiş.
Dağdaş'tan gelen mesajı sizlerle de aynen paylaşmak istedim;
meşrutiyet, meşrutî monarşi veya parlamenter monarşi, hükümdarın yetkilerinin anayasa ve halk oyuyla seçilen meclis tarafından kısıtlandığı yönetim biçimidir…
Osmanlı Devleti mutlak monarşiden, 1876 sonrası meşruti monarşiye geçmiştir. Bu dönemde anayasa ve parlamento vardır, ancak mutlak güç ve yetki hala padişaha aittir. Padişahın mutlak veto yetkisi vardır.  Bürokrasiyi atamak görevden almak, cezalandırmak ve bağışlamak yetkileri sadece padişahtadır…
AKP'nin hazırladığı ve MHP ile müzakere ettiği yeni Anayasa teklifinde; söz mugalatasını (başkanlık yerine Cumhurbaşkanı) bir tarafa bırakırsak, 1876 öncesi mutlak monarşiyi hatırlatan düzenlemeler söz konusudur. Cumhurbaşkanı nerdeyse sınırsız kararname ve atama yetkisine sahiptir. Cumhurbaşkanı Meclis tarafından denetimini hemen hemen imkânsız kılan, 3/2 gibi sayısal bir zorunluluk getirilmektedir. Meclisi fesih yetkisi verilmektedir…
İçinde bulunduğumuz hali, Mutlak veya meşruti monarşiden ayıran tek bir fark söz konusudur. O da sultanın soy yoluyla değil, seçimle gelmesidir…
Bize dayatılmak istenilen sisteme bir ad verilmesi gerekirse; Monarşi kelepçesiyle tutsaklaştırılmış, parlamenter sistem diyebiliriz.
Gürcan Dağdaş haksız mı?

KAFAMI BOZAN ŞEYLER

SÜMEYYE HANIM KONUŞUNCA YANDAŞLAR PATLICAN MORU OLDU


İktidar hangi akla hizmetse küçük çocuklara tecavüz ve istismar gibi çok tartışılan bir konuda aykırı bir yasa geçirmeye çalışıyor.
Talep iktidardan gelince cümle yandaşlar da yoğun bir savunmaya geçtiler.
Neymiş, aslında bu nedenle mağdur olanlar korunuyormuş, boşu boşuna hapiste yatan 3 bin kişi varmış, bir kereliğine mahsus bunlar kurtarılacak ve sosyal bir yara kapanacakmış.
Şu “bir kereye mahsus” lafı bile ne kadar itici değil mi? Ensar Vakfı'nda çıkan rezaletten sonra Aile Bakanı olan kişinin “bir kereden bir şey olmaz” sözleri hala kulaklarımızda.
Tartışmayı bile kabul etmiyor yandaşlar. Üstelik bu konuda da CHP'yi cinsel tacizleri korumakla bile suçlayabiliyorlar. Tam zeytinyağı misali, anında suyun üstüne çıkmayı beceriyorlar.
Ancak tam bu sırada beklenmedik bir şey oldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın kızı Sümeyye Hanım bu vakıf aracılığı ile bir açıklama yaparak yeni yasa tasarısının sorunlarla dolu olduğunu ve bir daha düşünülmesi gerektiğini söyleyiverdi.
Yandaşlar bir anda “patlıcan moru” gibi oldu.
“Uyarı” Cumhurbaşkanının kızından geliyorsa demek ki en tepede de bu tasarıya karşı bir hoşnutsuzluk var demektir. Susuverdiler hemen.
Salı günü göreceğiz tam etkisini, bekleyelim biraz.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

EYYY CHP ŞU DOLARIN FİYATINI ARTIRMAYI KES ARTIK


Bu iktidara hiçbir şey yapışmıyor.
Ne olsa bir bahane bulup “suç bizde değil ki” diyorlar.
Geçenlerde Antalya'dan bir haber okudum. AKP'li üretici diyor ki “Allah bu yıl yağmur yağdırmadı, sebze ve meyve üretimi çok az oldu.”
Yani Allah'a bile suç buluyorlar ama iktidara asla toz kondurmuyorlar.
Şu sıralar dolar hemen her gün “tarihi rekor” kırıyor. Bu iktidar 1.65'ten aldığı doları önce 1.2'ye kadar düşürdükten sonra 3.4'e kadar yükseltmeyi başardı.
Ama tabii bunda da hiçbir suçları, kabahatleri yok. Çünkü doların çıkışı Amerikan seçim sonuçları nedeniyleymiş. Ayrıca doların yükselmesi çok sağlam olan Türk ekonomisine hiçbir etki yapmazmış.
Şöyle sokağa bir çıksınlar bakalım, millet de öyle düşünüyor mu?
Bunun dışında bir de iktidara laf söylemeye korkanlar ve okları hemen muhalefete özellikle CHP'ye yöneltmeye kalkanlar var.
Hürriyet Gazetesi'nin iri yazarlarından biri dün “ekonomik krize sevinenler” olduğunu ileri sürerek “Yapmayın etmeyin, hepimiz batarız” diye güya uyarı görevini yerine getiriyor.
Sinsi bir yalakalıktır bu, başka bir şey değil.
Kriz çıkmasını, böylelikle iktidarın zayıflayacağını hatta yıkılacağını düşünenler olabilir elbette.
Ama burada önemli olan “kriz çıkmasını bekleyenlerin” bu krizi tetiklemek için bir şey yapıp yapmadıklarıdır.
Ama bu iri yazar öyle yazmış ki yazısını sanki başta CHP'liler olmak üzere muhalefet kriz çıkması için operasyona kalkmış. “Aman” diyor “yapmayın etmeyin.”
Vallahi ayıptır günahtır.

ÇOK GÜLDÜM

YILDIRIM TUNA'DAN ÜÇ POLİTİK PAZAR FIKRASI


Bu Pazar size üç fıkra sunmak istiyorum. Tabii Yıldırım Tuna'dan;
Bizim partimize bekliyoruz
Başarılı muhalefet partisinin genç milletvekilini rakip parti başkanı kancayı takıp kenara çekmiş, “ Sizi ilgi ile izliyorum..” demiş, “ Partimize ciddi katkılarınız olabilir.. Bizim partimize geçmeniz için size ne vermeliyim?..”
“ Valla..” demiş genç milletvekili, “Kloroform olabilir..!”
Başa geçersem ne yapacaksınız?
Parti genel başkanına sormuşlar, “Yardımcı olacağınıza söz verdiğiniz yeni rejim köklü olarak yerleşince vatandaş olarak yapacağımız ilk iş ne olmalıdır?..” diye
“ Valla..” demiş Başkan, “ Başka bir ülkeye göç etmek..!”
Mobilya satıcısı
Başbakan asgari ücretin düşüklüğünden şikayet eden işçi temsilcileri ile söyleşirken yolda karşısına çıkan bir adamı kolundan yakalamış ve “ Ek iş yapıyor musun?..” diye sormuş,
“ Evet, ek iş olarak mobilya satıyorum” diye cevap vermiş adam,
“ Peki işler nasıl?..”
“ Valla iyi sayılır ama evdeki mobilyalar bitince ne yapacağımı bilmiyorum.”


https://twitter.com/can_atakli_