DEVLETİN BİTTİĞİ O AN

İşte tam o an...
Gencecik bedenlerin havaya savrulduğu, şarkıların, türkülerin, 18-20 yaşındaki gülüşlerin ağıta dönüştüğü o an..
-Aslında devletin bittiği andı...
Cumhurbaşkanı, başbakan, içişleri bakanı vb.. en büyük, en kocaman rolleri oynayan zevatın “failler yakalanacak” ,“kanları yerde kalmayacak”, “birlik, beraberlik”, türünden açıklamalarının da hiç bir anlamı, önemi, ağırlığı yoktu artık...
Yıllardır, bu ülkenin namuslu aydınlarının, yurtseverlerinin adeta hançerelerini yırtarak yaptıkları uyarıları, “Suriye aymazlığı ülkeyi bitirir” feryatlarını hiçe sayan, o kafanın kanlı iflas bayrağını kanlar içindeki Suruç Kültür Park’a diktiği andı...
- Suruç katliamı, koca Türkiye Cumhuriyeti’nin küçücük kafalar tarafından Ortadoğu bataklığına gömüldüğü an olarak yazıldı tarihe...

* * *

Aslında devlet yıllardır azar azar bitiriliyordu...
Başbakan sıfatlı muhterem, “15 güne kadar Emeviler Camisinde namaz kılacağız”dediğinde devletin 90 yıllık “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesiyle birlikte irice bir parçası bitmişti ama neredeyse kimse fark etmedi bile...
Sonra Cilvegözü’nde, sonra Reyhanlı’da patlayan bombalar, parçalanan insanlar, devletin en önemli parçalarından birini daha bitirdi, bir yetkili bile çıkıp “nereye gidiyoruz” diye sormadı, soramadı. Gün şakşakçıların, fetihçilerin günüydü çünkü...
Sonra, internete kim bilir hangi eller tarafından, kim bilir hangi hesaplarla sızdırılan zirve toplantısının kan donduran diyalogları düştü. Devletin Milli sıfatlı istihbarat örgütünün başının, “sallarız Suriye tarafından Türkiye’ye birkaç bomba..” diye başlayan sözleri aslında devletin kalan bölümünden en ağırlıklı parçayı koparıp atıyordu, yine üstü örtüldü, yine ortalıkta “hain” avına çıkıldı...
Ardından, devlete ait tırların, Suriye’deki “Özgürlük savaşçısı” sıfatlı çapulculara her türden silahı üstelik istihbarat elemanlarının gözetiminde yolladığı ortaya serildi. Ortaya çıkaranlar cezaevine yollandı, topluma duyurmaya çalışanlar en ağır yaptırımlarla tehdit edildi.. Bir devletin en önemli parçasını oluşturan vicdan, adalet, hukuk da böylelikle koptu gitti...
-Suruç’ta kaybedilen ise son kalan parçaydı!..

* * *

Şimdi yine bir yığın soru sorulacak, suçlamalar, yapılacak...
Aslına bakarsanız, “havanda su dövülecek!..” Ülkeyi bu hale getirenler, devleti bitirenler kabak gibi ortadayken, “hamamın namusunu kurtaracak” birileri aranacak.. Bulunacak mı bilemiyorum ama hiç önemli de değil. İstenen her zamanki gibi yine “biraz zaman” olacak!. Çünkü bu ülkeyi yönetenler, onları yönetenler biliyorlar ki, biraz zaman geçince her şey unutulacak, taa’ki bir başka faciaya kadar!..
Yine de sormuş olalım;

1-Bu ülkenin bir zamanlar bir Milli İstihbarat Teşkilatı vardı, nerede?.. Bir başkanı vardı, o nerede?.. Böylesine göstere göstere gelen bir eylemi dahi önlemekten aciz bir teşkilat yalnızca Tır kamyonlarına gözcülük etme işine mi yarar?.

2- Yeni Osmanlıcılık hayaliyle Türkiye’yi neredeyse bir kabile devleti konumuna düşüren, bizimle hiç ilgisi olmayan bir kanlı savaşın tarafı haline getiren, patlayan bombalardan, yapılan katliamlardan birinci derecede sorumlu olan muhterem zevat, yaptıklarının bedelini ödemeyecek mi?..

3- Türk ordusunu, Ortadoğu’yu yeniden “dizayn etme” politikalarına alet etmek için, hiç sıkılmadan “üst akıl” adını taktıkları emperyal efendinin talimatlarını yerine getirmeye çalışanlar, bunun bedelini ödemeyecek mi?.

Soru çok, soru binlerce... Ama asıl büyük soru ana muhalefete:

-Türkiye böylesine “iğne deliği” günlerden, “düşmüş bir hükümet” ile geçerken, yaşananlardan dibine kadar sorumlu olup, üstüne sırf Yüksek Askeri Şura’yı kendi başlarına düzenlemek için hükümet kurma çalışmalarını rölantiye alma cüretini dahi gösteren bir AKP ile koalisyon kurmak acaba nasıl bir duygu?..

-Hayırlı çalışmalar...


https://twitter.com/umit_zileli