ANALİZ

Diplomasi dehası işte şimdi gerekli

Libya’daki iç savaşa da tıpkı Suriye gibi balıklama dalan AKP iktidarı şimdi çok zorda.

Libya’da “Barış sağlandı” nutukları atılırken durum bir anda tersine döndü.

Şimdi bu açmazdan kurtulmak için çareler arıyor AKP ve en tepesindeki.

Bütün hesabını “algı oluşturmak ve kamuoyunu böyle etkilemek” üzerine kuran AKP iktidarı, Libya olayından çok fazla şey bekliyordu.

Erdoğan’ın, tıpkı Kaddafi’nin gözü dönmüş linççilerin önüne atıldığı dönemde söylediği “NATO’nun ne işi Libya’da yaa” sözlerinden sadece 48 saat içinde çark etmesi gibi, bu kez de “Ne ateşkesi ne arabuluculuğu, bir tarafta meşru hükümet, diğer tarafta darbeci var. Biz darbeci ile mi oturacağız?” dedikten yine 48 saat sonra U dönüşü yaptı.

Erdoğan, Putin’in bastırması sonucu “Libya’da ateşkes çağrısı” yaptı ve arabuluculuk görevi üstlenebileceğini açıkladı.

Kamuoyuna sunulan bilgiye göre Erdoğan, Kaddafi öldürüldükten sonra “meşru” kabul edilen İhvancı yönetimi ateşkese ikna edecekti.

Rusya ise Erdoğan’ın darbeci dediği Kaddafi’nin Genelkurmay Başkanı Hafter’i aynı konuda ikna edecekti.

Bu nedenle Moskova’da bir toplantı düzenlendi.

AKP yönetimi ve yandaş yalakaları çok acele ederek Libya’ya barışın geldiğini, bunu da Erdoğan’ın diplomatik dehasının sağladığı algısını yaymaya çalıştı.

Yandaş medya o kadar ileri gitti ki Erdoğan’ın, tüm dünyaya ders verdiğini, Libya ve hatta İdlib’deki barışın da mimarı olan Erdoğan’ın hayranlıkla izlendiğini ileri sürdü.

Ama bu “müthiş başarı hikayesi” General Hafter’in masadan kalkıp ülkesine dönmesi ve “Ateşkes yapmıyorum” demesi ile bir anda bitti.

Gerçi yandaş takım Hafter’e ağır hakaretler yağdırarak durumu kurtaracağını düşündü ama belli ki nafile.

İşin kötüsü şimdi durum bambaşka bir hal aldı.

Hafter’in ortaya koyduğu sert tavır sonucu “barışın mimarı” olarak sunulmaya çalışılan Erdoğan ve dolayısıyla Türkiye, bu kez Libya’da savaşın körükleyicisi durumuna düştü.

Çünkü Hafter, “Ateşkese tamamen karşı olduğunu” söylemiyor, şartlarını öne sürüyor.

Bu şartlar da Erdoğan’ı ilgilendiriyor.

Hafter, “Ateşkes’e varım ama bir; Türkiye denetleyici olmayacak, iki; Türkiye’den gelen askeri unsurlar ülkeyi derhal terk edecek, üç; Türkiye ile yapılan Akdeniz mutabakatı iptal edilecek” diyor.

Bu durumda eğer Erdoğan, Libya’dan elini çekerse bu ülkede ateşkes sağlanacağı gibi muhtemelen barış da gelebilecek.

Şimdi durum şu; Erdoğan asıl şimdi diplomasi dehasını göstermek zorunda.

Ya elini Libya’dan çekecek ya da varlığını daha fazla hissettirerek bu sorunu çözecek.

Elini Libya’dan çekmesi belki ülkeye barış getirecek ama Türkiye’nin zaten berbat olan imajı ve itibarı iyice yerle bir olacak.

Yok elini çekmez ve Hafter’e haddini bildirmek isterse, muhtemelen askeri olarak bunu kazanır ordumuz ama bu durumda ağır kayıpların da olacağını unutmamak gerek.

YENİ ÖĞRENDİM

63 “akil!” insandan ancak 14’ü Kadir İnanır’a destek bildirisine imza attı

İktidarın henüz cemaatle iç içe olduğu ve Kürt sorunu için açılımlar yaptığı dönemde “akil” olarak tanımlayarak ülkenin her tarafına gönderdiği kişiler vardı biliyorsunuz.

Hemen hepsi kamuoyu tarafından tanınan bu kişiler, bütün illeri gezerek “Kürt sorununu çözmek istiyoruz” demişlerdi.

Akil olarak tanımlanan kişilerin bütün masrafları devlet tarafından karşılandığı gibi, kendilerine bir maaş da bağlanmıştı.

Bu açılım! sırasında Erdoğan da orduya, polise ve jandarmaya talimat vererek, terör örgütüne karşı hiçbir operasyon yapılmayacağını bildirmişti.

Zaman geçti, açılımla oy alacağını sanan AKP, baktı durum ters gidiyor, tekrar sert milliyetçiliğe döndü, akil kabul edilen insanlar da bir kenarda unutuldu.

İşte bunlardan en ünlü olanı Kadir İnanır, geçen hafta HDP eski Başkanı tutuklu Selahattin Demirtaş’ın kitabından esinlenerek hazırlanan bir sahne oyununu izlemeye gidince bir anda lince tabi tutuldu.

Daha önce açılımı savunan AKP’liler ve yandaşları, aslında akil olduğu günlerdeki aynı yerde duran Kadir İnanır’a ateş püskürdü.

Akil denilen insanlardan bir grup da bunun üzerine ortak bir bildiri yayınlayarak Kadir İnanır’a destek çıkmak istedi.

Ancak ne gariptir ki 63 kişiden oluşan akillerden! sadece 14’ü bu bildiriye imza koydu.

Gerisi sanıyorum saraydan korktuğu için hiç oralı olmadı.

Sizlere 14 imzacının adını sunmak istiyorum;

– Ahmet Faruk Ünsal

– Ali Bayramoğlu

– Baskın Oran

– Celalettin Can

– Doğu Ergil

– Etyen Mahçupyan

– Fuat Keyman

– Levent Korkut

– Nihal Bengisu Karaca

– Oral Çalışlar

– Öztürk Türkdoğan

– Vahap Coşkun

– Yıldıray Oğur

– Yücel Sayman

Çoğumuz isimlerini bile unuttu belki ama bugün AKP tarafından lince uğrayan Kadir İnanır’a destek olmaya korkan diğer akilleri de hatırlayalım;

– Rifat Hisarcıklıoğlu

– Lale Mansur

– Tarık Çelenk

– Şükrü Karatepe

– Muhsin Kızılkaya

– Hüseyin Yayman

– Can Paker

– Sibel Eraslan

– Ayhan Ogan

– Mahmut Arslan

– Abdurrahman Dilipak

– İzzettin Doğan

– Abdurrahman Kurt

– Zübeyde Teker

– Mehmet Uçum

– Tarhan Erdem

– Avni Özgürel

– Arzuhan Doğan Yalçındağ

– Vedat Ahsen Coşar

– Hilal Kaplan

– Fehmi Koru

– Yılmaz Ensaroğlu

– Kezban Hatemi

– Mehmet Emin Ekmen

– Murat Belge

– Fazıl Hüsnü Erdem

– Yılmaz Erdoğan

– Lami Özgen

– Ahmet Taşgetiren

– Beril Dedeoğlu (Öldü)

– Cemal Uşşak (Öldü)

– Erol Göka

– Mustafa Kumlu

– Fadime Özkan

– Deniz Ülke Arıboğan

– Mithat Sancar

– Mustafa Armağan

– Ahmet Gündoğdu

– Hayrettin Karaman

– Hülya Koçyiğit

– Yusuf Şevki Hakyemez

– Vedat Bilgin

– Fatma Benli

– Şemsi Bayraktar

– Kürşat Bumin (Öldü)

– Orhan Gencebay

– Bendevi Palandöken

ÜZÜLDÜM

Ahmet Hakan Beyciğim, talebiniz üzerine bağlantı kuruyorum

Hürriyet’in taze Genel Yayın Yönetmeni, “tanrı yazarlardan” Ahmet Hakan dünkü köşesinde benden söz etmiş.

AKP’li trollerin başlattığı linç kampanyasına kendince katılarak belli ki saraya hoş görünmeye çalışmış.

Ama bu koskoca genel yayın müdürü de tıpkı çapsız troller gibi aynı tuzağa düşmüş.

Hem ne dediğime bakmamış bile hem de elma ile armutları toplamaya kalkmış.

Önce size Ahmet Hakan’ın yazısını sunayım;

BAŞÖRTÜLÜ, ŞORTLU FALAN

Her zaman olduğu gibi yine bağırarak şöyle demiş ekranda Can Ataklı:

“Gülsüm kızımız başörtülü olmasaydı Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisiyle telefonda görüşmezdi.”

Bu arada Emine Erdoğan da “Filenin Sultanları”yla ilgili yayınladığı mesajda şöyle demiş:

“Her daim umutsunuz.”

Bakalım Can Ataklı, Emine Hanım’ın voleybolcu kızlarımızın giydikleri şortla bu mesaj arasında nasıl bir bağlantı kuracak?

Şimdi ne diyeyim bu yazıya?

Birincisi “Her zamanki gibi bağırarak” diyor, ben bağırmam heyecanlı konuşurum, ama ne var ki o konuşmada bırakın bağırmayı sesim bile yükselmedi.

İkincisi; söylediğim cümle öyle değil. Ekranda defalarca tekrarladım ne dediğimi.

Üçüncüsü; Erdoğan’ın telefonu ile Emine Hanım’ın kutlama mesajı ne alaka?

Ben “Erdoğan sadece türbanlıları kutlar” demedim ki. Tam tersine o konuşmada Erdoğan’ın yaptığı başka kutlamaları da andım. Sadece “1 milyon lira kazananı kutlamamıştı ama” dedim.

Dördüncüsü; Emine Hanım’ın voleybolcuları kutlaması ile 125 bin lira kazanan kızın durumu aynı değil ki.

Voleybolcularımız uluslararası alanda bir zafer kazandı.

Ümmü Gülsüm kızımız ise bir kanalın eğlence amaçlı yarışmasında para ödülü kazandı.

Beşincisi; türbanın karşıtı şort değildir, hiçbir kıyafetin karşıtı olmaz zaten.

Ama ne yazık ki Ahmet Hakan ve gibiler, sürekli olarak gerginlik, kin, nefret ve düşmanlık hattını diri tutabilmek ve bu yolla saraya bağlılıklarını gösterebilmek için ellerinden geleni yapıyor.

Trollerin canı cehenneme ama son zamanlarda saraya yakınlaşması dışında Hürriyet gazetesini çok daha güzel hale getiren Ahmet Hakan için gerçekten çok üzülüyorum.

CANIMI SIKAN ŞEYLER

Ne o; Tamince’nin evine sabahın köründe gitmeye korktunuz mu?

Fettah Tamince, Erdoğan’a çok yakın bir iş insanı olarak biliniyor.

Tamince aynı zamanda cemaatle de çok sıkı fıkı ilişkiler içindeydi.

Ama iktidarla cemaat birbirine düşüp durum değişince, Tamince de sıkıntılı günler yaşamıştı.

Medyada önceki gün bir FETÖ soruşturması ile ilgili Fettah Tamince’nin arandığını okudum.

Mahkeme, Tamince’nin mevcutlu olarak getirilmesini istemiş ama polis “Bulamadık” demiş.

Fettah Tamince çok bilinen bir isim.

Evi belli, çalıştığı yerler, gittiği şehirler belli.

Polisin Tamince’yi bulamaması gibi bir şey olamaz aslında.

Ama eğer bulmak istemiyorsa o zaman başka.

Aslına bakarsanız polis tıpkı aydınlara, gazetecilere yaptığı gibi sabahın köründe Fettah Tamince’nin kapısına gitse kendisini yakalar ve mahkemeye getirir.

Ama galiba polisin ona gücü de yüreği de yetmiyor.

BAŞIMDAN GEÇENLER

GBT’ciler hüviyet sorunca bakın neler olmuş

Birkaç gün önce “Kişisel bilgilerimizi koruma hakkı ile ilgili kanundan” söz etmiştim YouTube videomdaki bir sohbetimde.

Kanunu ve haklarımızı bilmediğimiz için kişisel bilgilerimizi kendi kendimize afişe ettiğimizi anlatmıştım.

Örneğin bizden kimse hüviyetimizin fotokopisini isteyemez, oysa bir otele gidince ilk iş hüviyetin fotokopisini alıyorlar.

Ya da mağazada alışveriş yapıyoruz telefon numaramızı istiyorlar.

Eve gelen kargocu, paketi teslim ettikten sonra kimlik numaramızı da istiyor.

İşte bunlara kimsenin hakkı yok ama bilmediğimiz için bu tür talepleri kuzu kuzu yerine geçiriyoruz.

Bir-iki gün önce yolda bir vatandaş durdurdu ve “Can Bey, bu GBT rezaletini dile getirsenize” dedi.

GBT rezaleti dediği işte bu sokak ortasında insanların durdurulup hüviyetlerinin kontrol edilmesi olayı. Buna ben de şaşırıyorum. Polislerin elinde izin belgesi veya böyle bir yetkileri var mı, bilmiyorum açıkçası.

Üstelik polislerin kılıf kıyafeti de feci. Yeleklerinde ‘polis’ yazmasa polis olduklarına bin şahit gerek.

“Birkaç kere yazdım, televizyonda da söyledim, hatta bunu yapan polislerin kılık kıyafetinin bile olumsuz etki yarattığını belirttiğimi söyledim” dedim o vatandaşa.

“Dün yaşadığımı anlatayım size” dedi ve başladı konuşmaya.

“Metro girişinde polis durdurdu. Hüviyet istedi. Ben de bunu ne hakla istediğini, elinde bir izin belgesi olup olmadığını sordum. Bana kabaca ‘Belanı mı arıyorsun?’ dediler. Ben de eğer suçluysam alın karakola götürün ama böyle sokak ortasında beni durduramazsınız deyince, ‘Sen görevli memura mı direniyorsun?’ diye üzerime geldiler. Kollarımı uzattım ‘Takın kelepçeyi götürün o zaman’ dedim. Sonra karakola gittik.”

Heyecanla dinledim vatandaşı sonra sordum, “Eee, ne oldu karakolda?”

Vatandaş, “Ne olacak” dedi “Bir şey olmadı. Yapacak işlem bulamadılar çünkü ben haklıyım, ifade bile almadan saldılar.”

Ben de “Olan zamanına olmuş” dedim.

“Evet öyle ama onlar da yapılanın hukuksuz olduğunu böyle öğrenecekler. Aslında herkes benim gibi yapsa GBT denilen bu uygulamayı da doğru dürüst yapmaya başlarlar belki” dedi ve yürüyüp gitti.

https://twitter.com/can_atakli_