“DÜNYA BEŞTEN BÜYÜKTÜR” TEZİNE KATILAN TEK ÜLKE BİLE YOK
Cumhurbaşkanı Erdoğan son iki yıldır başta Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’ndaki konuşması olmak üzere pek çok ülkede Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin “veto hakkını” eleştirerek “Dünya beşten büyüktür” sloganını kullandı.
Saray bu açıklamayı yapar da yandaşlar durur mu, onlar da her fırsatta “dünyanın beşten büyük olduğunu” söylüyorlar. En son Başbakan Davutoğlu da sarayın dilini kullanmaya başladı.
Sarayın kastettiği şu; Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 15 üyeden oluşuyor. Ancak konseyin 5 daimi üyesi var. Sorun bu beş üyenin “veto” haklarının olması. Güvenlik Konseyi 14 üyenin onayı bir karar alsa ancak bu beş ülkeden biri “hayır” dese o karar kabul edilmemiş oluyor.
Sarayın karşı çıktığı ve bütün dünyaya iki yıldır söylediği bu durumun adaletsiz ve haksız olduğu.
Bu tez ilk anda kulağa hoş geliyor.
Öyle ya, bütün ülkeler bir konuda karar alacak ama o beş ülkeden biri karşı çıkınca o karar reddedilmiş olacak.
Demokrasiyi sadece “sayısal üstünlük olarak gören” zihniyet için gerçekten “haklı” gibi görünen bir savunma bu.
Oysa durum öyle değil.
BM Güvenlik Konseyi’nin bu şekilde kurulmasının temel bir mantığı var.
O da şu; Güçlü ülkeler diğer ülkeleri de çeşitli yollardan yanlarına alarak bir ülkenin sonunu getirebilecek kararlar alabilirler. Bunun için bir emniyet subabı olması gerek. Daimi üyelerin üçü Amerika, Rusya ve Çin’dir. Bu seçim zamanında boşuna yapılmamıştı. Dünyanın iki bloklu olduğu ve soğuk savaş yaşandığı dönemlerde dünya dengesi bu sayede sağlanabiliyordu. Gerçi bugün artık soğuk savaş dönemi bitti ama kurulan yeni dengeler nedeniyle bu filtrenin olması yine gerekiyor.
Şimdi gelelim işin en can alıcı noktasına.
Dünkü bir yazımda Türkiye’nin “onursuz yalnızlık” içinde kaldığını yazmıştım.
Birleşmiş Milletler konusundaki bu çıkışlarda da ne kadar yalnız kaldığımız ortada. Erdoğan sürekli olarak “Dünya beşten büyüktür” diyor ama dünyadaki 195 ülkeden biri bile bugüne kadar çıkıp “Türkiye Cumhurbaşkanı haklıdır” demedi.
Bırakın egemen batı ülkelerini tek Müslüman ülkeden bile böyle bir çıkış olmadı. “Soydaşlarımız” dediğimiz Türk Cumhuriyetlerinden de biri bile en azından “Erdoğan’ın söylediklerini tartışmalıyız” demedi.
Yani bizim dışımızdaki 194 ülkenin aklı yok mu, onlar bu haksızlığı görmüyorlar mı yani?
İşin özü şudur; Dünya artık Türkiye’yi ciddiye bile almıyor.
Bugün “Savaş ortamı var, sonuna kadar devletimizin (aslında hükümetimizin) arkasındayız” diyenlerin bu onursuz yalnızlığımızı görmeleri gerekir.
Bu iktidar ne yazık ki Türkiye’nin itibarını düşürdüğü gibi koca ülkenin onurunu dayaklar altına aldı. Karşı taraf da bomba atmaya başlarsa ne olacak?
İktidar “PYD’nin güney sınırımızda yayılmasını önlemek için” Silahlı Kuvvetlere “vur talimatı” verdi. Birkaç günden beri sınırımızdan 40 kilometre uzaktaki Azez’de konuşlanmaya çalışan PYD’yi bombalıyoruz.
Dün yandaş gazetelerden biri “Bir havan topuna karşılık 367 obüs” başlığını kullanmış. Başbakan “angajman kuralları gereği vuruyoruz” diyor ya, işte bu angajman kararına sınırın ötesinden atılan bir havan mermisi neden olmuş. Sonuçta henüz bir savaşın içinde değiliz. Bizim sınırdan karşıya geçmeden bomba atıyoruz.
Amerika, Almanya, Fransa “atışların durdurulmasını” istedi. Bununla da yetinmediler Birleşmiş Milletler’den karar da çıkardılar sonunda.
Türkiye kendi güvenliği için elbette elinden gelen her şeyi yapacaktır, buna kuşku yok. Ancak merak ettiğim şu; Biz sürekli bomba yağdırıyoruz. Peki, karşı tarafta artık kim varsa “biz de angajman kurallarını yerine getiriyoruz” der ve bizim atış yaptığımız noktalara karşı atış yaparsa ne olacak?
Bu durumda askerimiz Suriye topraklarına girerek bomba atılan noktaları fiilen temizleyecek mi yoksa herkes kendi ülkesinin sınırını geçmeden karşılıklı füzeler mi atılacak?
Medyamız ısrarla ve sürekli “bir kahramanlık destanı” yazılıyor gibi yayın yapıyor. Ama işin bu tarafını yazanı söyleyeni henüz görmedim.
Galiba en iyisi CHP’nin o masaya hiç oturmamasıydı
Yani bizim dışımızdaki 194 ülkenin aklı yok mu, onlar bu haksızlığı görmüyorlar mı yani?
İşin özü şudur; Dünya artık Türkiye’yi ciddiye bile almıyor.
Bugün “Savaş ortamı var, sonuna kadar devletimizin (aslında hükümetimizin) arkasındayız” diyenlerin bu onursuz yalnızlığımızı görmeleri gerekir.
Bu iktidar ne yazık ki Türkiye’nin itibarını düşürdüğü gibi koca ülkenin onurunu dayaklar altına aldı. Karşı taraf da bomba atmaya başlarsa ne olacak?
İktidar “PYD’nin güney sınırımızda yayılmasını önlemek için” Silahlı Kuvvetlere “vur talimatı” verdi. Birkaç günden beri sınırımızdan 40 kilometre uzaktaki Azez’de konuşlanmaya çalışan PYD’yi bombalıyoruz.
Dün yandaş gazetelerden biri “Bir havan topuna karşılık 367 obüs” başlığını kullanmış. Başbakan “angajman kuralları gereği vuruyoruz” diyor ya, işte bu angajman kararına sınırın ötesinden atılan bir havan mermisi neden olmuş. Sonuçta henüz bir savaşın içinde değiliz. Bizim sınırdan karşıya geçmeden bomba atıyoruz.
Amerika, Almanya, Fransa “atışların durdurulmasını” istedi. Bununla da yetinmediler Birleşmiş Milletler’den karar da çıkardılar sonunda.
Türkiye kendi güvenliği için elbette elinden gelen her şeyi yapacaktır, buna kuşku yok. Ancak merak ettiğim şu; Biz sürekli bomba yağdırıyoruz. Peki, karşı tarafta artık kim varsa “biz de angajman kurallarını yerine getiriyoruz” der ve bizim atış yaptığımız noktalara karşı atış yaparsa ne olacak?
Bu durumda askerimiz Suriye topraklarına girerek bomba atılan noktaları fiilen temizleyecek mi yoksa herkes kendi ülkesinin sınırını geçmeden karşılıklı füzeler mi atılacak?
Medyamız ısrarla ve sürekli “bir kahramanlık destanı” yazılıyor gibi yayın yapıyor. Ama işin bu tarafını yazanı söyleyeni henüz görmedim.
Galiba en iyisi CHP’nin o masaya hiç oturmamasıydı
Yeni anayasa yazma komisyonu CHP’nin “Başkanlık sisteminde ısrar edilmesi nedeniyle masadan kalkması” üzerine şimdilik fiilen dağıldı.
AKP’liler CHP’ye çok öfkeli. “Masayı devirdiler” diye kızgın açıklamalar yapıyorlar.
Bana göre o masadan kalkılması doğru karardır.
AKP’liler CHP’ye çok öfkeli. “Masayı devirdiler” diye kızgın açıklamalar yapıyorlar.
Bana göre o masadan kalkılması doğru karardır.
Hatta daha da doğrusu o masaya hiç oturmamaktı.
Çünkü AKP yeni anayasayı “ülkeyi daha demokratik hale getirmek” için istemiyor.
AKP’nin amacı yeni anayasa ile Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesini, devrimlerini tamamen ortadan kaldırmak, laikliğin olmadığı, dinin referans alındığı yeni bir yaşam biçimini oluşturmak.
CHP ise başından beri ilk üç maddenin aynen kalacağını, başkanlık sistemini ise istemediğini belirtiyor.
İşte kafamın takıldığı nokta buydu: CHP ilk üç maddeyi kırmızı çizgi olarak görüyorsa neden yeni anayasa fikrine sıcak bakıyor?
Türkiye’nin yeni anayasaya değil, anayasada kalan demokrasiye aykırı maddeleri temizlemeye ihtiyacı var.
Bunun için de yeni anayasa yazmaya gerek yok, istenmeyen maddeler hangileriyse onlar saptanır ve el birliği ile değiştirilir, olur biter.
Zaten bu anayasaya artık kimse 12 Eylül asker anayasası diyemez, neredeyse üçte ikisi değiştirildiği gibi en önemlisi içinde “kutsal devlet” ve “12 Eylül ruhu” kavramları geçen giriş bölümü 25 yıl önce ortadan kaldırılmıştı.
Bu nedenle CHP’nin yeni anayasa için masaya oturması bile AKP’nin “Türkiye’yi dönüştürme planına” meşruiyet sağlamaktır.
Masanın devrilmesi! İsabetli bir karardır.
“Başkanlık sistemini çıkarırsanız tekrar katılırız” demek ise çok büyük yanlıştır. Yapılması gereken “antidemokratik” olarak nitelenen maddelerin ortaya konması ve bunların hemen değiştirilmesidir.
Soru soran gazeteci çarmıha geriliyor
İktidar ve yanda medya Deniz Baykal’ın son televizyon konuşmasından çok mutlu oldu.
Baykal’ın konuşmasından “CHP içinde büyük kavga” mesajı çıkaran iktidar ve yandaşlar ellerini ovuşturarak CHP’nin artık hiç iflah olmayacağı beklentisi içine girdi.
Bu arada dikkatimi çeken bir şey de, CNN’de Baykal’a soru soran gazetecilerden Deniz Zeyrek’e karşı başlatılan linç ve hakaret kampanyası.
Programda Deniz Zeyrek Baykal’ın CHP’yi eleştiren sözlerine yönelik ısrarlı sorular sormasına öfkelenmiş yandaşlar.
Zeyrek, CHP’yi CHP’lilerden fazla savunmak için Baykal’ı zora sokacak sorular sormuş, muhtemelen bunu da cemaatin talimatı üzerine yapmış. Vallahi böyle yazdılar, bunlar akıllarını cemaatle yedi. Deniz Zeyrek’e tepkinin nedeni yandaş gazetecilerin “soru sormayı unutmaları” olmasın sakın.
Soru soran, konuyu açmak ve muhatabı aynı konuda daha çok konuşturmaya zorlamak için ısrarcı olan gazeteci tipini bunlar çoktan unuttu, şimdi soru sorulunca onlara tuhaf geliyor.
Tabii Deniz Zeyrek Cumhurbaşkanı’na ya da Başbakan’a korkmadan aynı üslupla zorlayıcı soru sorabilir mi onu bilemem.
Yandaşlardan “okkalı” Ahmet Kaya yazıları bekliyoruz
İktidarın terör örgütüyle sıkı fıkı ilişkiler içinde olduğu, “açılım” adı altında yürütülen “Doğu ve Güneydoğu’yu AKP’lileştirmek” operasyonuna destek veren yandaşların Kürt sorununa yaklaşımlarındaki en önemli koz Ahmet Kaya idi.
Kürt kökenli bir ses sanatçısı olan Ahmet Kaya yıllar önce Magazinciler Derneği ödül töreninde “Bir gün Kürtçe kaset de yapmak istiyorum” dediği için adeta linç edilmek istenmişti.
Yandaşlar açılım süreci boyunca Kürt sorununu anlatmak ve teröre dikkat çekenleri aşağılamak için Ahmet Kaya’yı kullandılar.
Sonra iktidar “Kürtlere o kadar destek verdik. Apo’yu bile bağrımıza bastık ama onlar nankör çıktı oylarını başka partiye verdiler, az daha iktidar saltanatımız bitiyordu” diyerek Kürt açılımını askıya alınca durum değişti.
Ahmet Kaya üzerinden “Kürtseverlik” yapanlar bir anda katı devletçi kesildi. “Devlete uzanan el kırılır, vurun hepsini öldürün, parayla mı verdiler bize” kıvamına gelen yandaşlar nedense Ahmet Kaya’yı da unutuverdi.
Sadece o mu, bunlar her fırsatta Kürtçe şarkı dinlemeye bayılır, Kürtçe duyduğu zaman saygıdan ayağa kalkardı.
Şimdi bunlar bitti.
Diyorum ki yıllarca Ahmet Kaya güzellemeleri yapan yandaşlardan yine “okkalı Ahmet Kaya yazıları” bekliyoruz.
https://twitter.com/can_atakli_
https://twitter.com/can_atakli_