BUNU YAZMAK GEREK
Erdoğan için çıkmayan döviz ve altınlar şimdi can korkusuyla ortaya çıkacak
Üzerinden iki yıl geçti değil mi?
Hani dolar ve Euro fiyatları çıldırmış gibi yükselişe geçmişti.
Üç, üç buçuk lira olan dolar bir anda 6 buçuk liranın üzerini hatta 7 lirayı görmüştü.
Kriz anlarında ülkeyi yönetemeyen iktidar o zaman da ne yapacağını şaşırmış, yangını söndürmek yerine “Dış güçleri ve onlarla güya işbirliği yapan muhalefeti suçlama” yolunu seçmişti.
Hainler ülkemizi hedef almıştı amaç Erdoğan’ı devirmekti falan filan.
Erdoğan o zaman da tıpkı şimdiki gibi gerçek anlamda önlem almak yerine millete çağrıda bulunmuş ve “Yastık altındaki dövizlerinizi bozdurun. Bu oyunu birlikte bozalım” demişti.
Yandaş yalaka medya asıl şimdi dahiyane buluş gibi sunulan “Biz bize yeteriz” bağış kampanyasında olduğu gibi o zaman da “Destan yazıyoruz” manşetleri atmıştı.
Destan dedikleri zavallı insanların çoğunun kefen parası olarak sakladığı 300-500 dolarını gidip bozdurmalarıydı.
Aynı sırada kimi ünlü AKP’liler de çantalar dolusu doları getirip döviz büfesine bozduruyor, bu kişiler millete örnek gösteriliyor ve “Haydi durmayın siz de bozdurun ekonomiyi kurtaralım” çığlıkları atılıyordu.
Sonuçta gösteri için dolar bozduranlar bir süre sonra fiyatı düşen doları alıp hem bozdurdukları parayı yerine koymuş hem de çok ciddi para kazanmışlardı.
İyi niyetli zavallı insanlar da paralarını kaybettikleriyle kalmışlardı.
Tabii o zaman da zaten söylendi. AKP’liler dahi bu kampanyaya çok fazla ilgi göstermemişti.
Partiye ve lidere bağımlılık, paraya bağımlılıktan daha üstün çıkmamıştı.
Şimdi durum çok farklı.
Öyle ya da böyle o dövizler ortaya çıkacak.
Çünkü öyle bir kriz yaşıyoruz ki bundan zarar görmeyen kimse yok.
“Her krizin kaybedeni varsa kazananı da vardır” tezi burada işlemiyor çünkü herkes kaybediyor.
Milyonlarca insan martı kurtardı ama nisanda hele mayısta ne yapacağını bilmiyor.
İşte yastık altındaki altınlar ve dövizler şimdi gerekli.
Kötü niyetli olarak görmeyin ama sanıyorum AKP iktidarı biraz buna güveniyor.
Şimdi rakamları yazınca şaşıracaksınız ama şu anda yastık altındaki altın miktarı 3 ile 5 bin ton arasında.
İstanbul Altın Rafinerisi Genel Müdürü ve Üst Yöneticisi Ayşen Esen, bu ayın başında Anadolu Ajansı’na yaptığı “Türkiye’de yastık altı 3 bin ile 5 bin ton arasında altın olduğu hesap ediliyor. Bu da yaklaşık 200 milyar dolar ediyor. Türkiye’de bu para var ama ekonominin içerisinde değil” demişti.
Altının yanı sıra bankalarda 224 milyar dolarlık bir mevduat var.
Çevirin bunu TL’ye… Çıkan rakam dudak uçuklatıyor değil mi?
Kısacası önümüzdeki günlerde pek çok kişi, yastık altındaki ve bankalardaki döviz ve altınlarını bozdurmak zorunda kalabilir.
Yastık altı parası olanlara ne mutlu!
CANIMI SIKAN ŞEYLER
Bu koca hastane iki yıl önce bittiği halde neden bomboş duruyor
Türkiye’nin en eski ve köklü hastanelerinden biri İstanbul Şişli Etfal Hastanesi’dir.
Kuruluşu Abdülhamit döneminde olan Etfal (Çocuk) Hastanesi çok daha modern bir binaya taşınacak.
Seyrantepe’de Galatasaray Stadı’nın hemen üzerindeki tepeye inşa edilen hastane aslında 2 yıl önce bitti.
Hastane ile bilgi almak için Google’a girdiğinizde konuyla ilgili son haberin 2018 yılında olduğunu görüyorsunuz.
2018 yılının temmuz ve ağustos aylarında bir kaç televizyon kanalı “Şişli Etfal yeni binasına taşınmaya hazır” haberleri yapmışlar.
Bu haberlerde tepeden tırnağa en modern tıbbı araçlarla donatıldığı belirtilen yeni Etfal Hastanesi’nin İstanbul’un çok önemli bir sağlık merkezi olacağı vurgulanıyor.
2018 temmuz ayından bu yana iki yıl geçti.
Şişli Etfal bu binaya taşınamadı. Bina bütün görkemiyle orada duruyor.
Ama hiç bir faaliyet yok. Neden?
Dedikodusu çok.
Zaten bir sorun olduğu çok belli yoksa ondan sonra başlanan hastaneler bitti hizmete bile girdi.
Şimdiden spekülasyon yapmayayım, belki bu yazı üzerine hastanenin neden bir türlü açılamadığı hakkında gerçek bilgiyi verirler.Vermezlerse haftaya kendi duyumlarımı yazarım.
Bİ SORALIM BAKALIM
Madem 32 ülkeye yardım yapabiliyoruz bizdeki bağış kampanyası neden açıldı?
Yandaş medya iyice coştu.
Türkiye’de iktidarın açtığı yardım kampanyasını görmezden gelip “dünyanın yardımına nasıl koştuğumuzu” anlatıyorlar manşetlerinde.
Biz İtalya ve İspanya’ya yardım gitti sanıyorduk sadece, meğer toplam 32 ülkeye çeşitli tıbbi yardımlar göndermişiz.
Kendi yardıma muhtaç durumda olan, başkasına yardım edemez.
Biz 32 ülkeye yardım gönderdiysek demek ki yardıma hiç mi hiç ihtiyacımız yok.
O halde “destan yazıyoruz yine” denilen yardım kampanyası niye açıldı ki?
Tabii bazen ölçü iyice kaçıyor.
Örneğin Amerika acil tıbbı ihtiyaçlarının listesini çeşitli ülkelere göndermiş ve bunları parasıyla ya da takas yoluyla almak istediğini söylemiş.
Neler var bu ihtiyaçlar içinde size de sayayım: “Yatak, N95 maske, eldiven, gözlük, ventilatör, mobil röntgen sistemi, antibiyotik, morfin, antiviral aşılar, alkol bazlı el ovma dezenfektanı, cerrahi sabun, klorid, ceset torbası, dezenfektan, ev izolasyonu için kitler, medikal tüpler, ölçülü solunum cihazı, oksijen yüz maskesi, tıbbi gaz, burun kanülü, laringoskop seti, galoş, tıbbi önlük ve örtü, cerrahi maske, anestezi makinesi, numune taşıma çantaları ve taşınabilir nabız ölçme makinesi.”
Bizim yandaş takım bu haberi bile “Amerika da bizden yardım istedi” diye veriyor.
Acaba AKP’ye oy veren yurttaşlar bu haberleri nasıl değerlendiriyor? “Gerçekten ‘Korona ile en iyi mücadeleyi biz veriyoruz. Kısa sürede bu iş bitecek mi’ diyor yoksa ‘Atma Recep, din kardeşiyiz’ diye mi geçiriyor içinden?”
NOT: Bu arada dün gazetelerde vardı, hükümetin yardım kampanyasında şu ana kadar toplanan para 1 milyarı biraz geçmiş. Oysa aynı sırada paralı köprüleri yapan müteahhitlere, şu sıralar çok az araç geçmesine rağmen 2 milyarlık ödeme yapılmış.
ŞAŞIRDIM
Sürekli “ayırımcılık yapanlardan” yakınan İçişleri Bakanı “yamyam” dedi. Bakalım ne olacak?
Devletin verdiği gücü kendi kişisel gücü gibi kullanmaktan pek çekinmeyen Süleyman Soylu’nun ölüm orucunda can veren Grup Yorum üyesi Helin Bölek’in cenazesine katılanlar için “Yamyam gibiler” demesini şaşkınlık içinde izledim.
Soylu aynen şunları söyledi; “Helin Bölek’i ölüme yatırdılar, öldürdüler, gittiler ziyaret ettiler. Onun ölüm orucunun kutsal bir şey olduğunu söylediler. Ondan sonra da döndüler etrafında dans ettiler. Yamyamlarda var bu yöntem, başka kimsede yok. Bu bizim kültürümüzde, anlayışımızda var mı? Bu bir terör örgütü. Helin Bölek ve İbrahim Gökçek’i aldık hastaneye götürdük, doktorları tehdit ettiler. Hadi bize yaptıkları tehditlerin bir anlamı yok ama bir taraftan hakimleri ve savcılar tehdit ettiler. Bunlara siyasi mekanizma ve Türk Tabipleri Birliği destek oldu.”
Birine “yamyam” demek yasalarımıza göre “ırkçılık” suçu olarak tanımlanıyor.
AKP iktidarını korumak ve kollamak ve özellikle din istismarı eleştirilerine karşı “Ayırımcılık yapılmasın” demeyi pek seven Süleyman Soylu aynı suçu işlediğinin farkında mı acaba?
Niye böyle yazıyorum?
2011 yılında Fenerbahçe ile Trabzon arasında oynanan Süper Kupa finalinde Emre Belezoğlu, Zokora için “yamyam” benzetmesi yapmıştı.
Bunun üzerine ceza kuruluna sevk edilen Fenerbahçeli futbolcuya 3 maç ceza verilmişti. Emre için Disiplin Talimatı’nın 44’üncü maddesi uygulanmıştı.
Bu maddenin girişi şöyle:
Süper Final’de oynanan Fenerbahçe-Trabzonspor maçında Zokora ve Emre arasında yaşananlar
Irk, dil, din, etnik köken ayrımcılığı yaparak insanlık onurunu herhangi bir şekilde zedeleyen
(a) Futbolculara dört ile sekiz müsabakadan men cezası…
Benzer biçimde Zonguldaklı Gazeteci Cengiz Çağlayan, sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda Suriyeli mülteciler için “yamyam” ifadesini kullanmıştı geçen yıl.
Cengiz Çağlayan hakkında, Zonguldak 2. Adliye Ceza Mahkemesi 5 ay hapis cezası verdi. Bakalım savcılar, Soylu’ya da dava açacak mı?
NOT: İçişleri Bakanı istediği kişiye terörist damgası vurabiliyor. Öyle olduğuna inansa bile bulunduğu makam gereği bir T.C. vatandaşına hakaret etme hakkı yoktur.
DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
İktidarı övelim derken bu saçmalıkları yapmamak gerek
Hepimiz korona musibeti ile boğuşuyoruz.
Bu belayı savuşturmak için de elimizden geleni yapıyoruz medya mensubu olarak.
Buna karşı iktidara bağımlı yandaş tetikçi medya ise korona ile uğraşmak yerine sarayı parlatmayı görev edinmiş durumda.
Yandaş tetikçi medyaya baktığımız zaman korona haberlerinin büyük çoğunluğunun “Çok başarılıyız, hükümetimiz her şeye hakim, dünya bize hayran” gibi olduğunu görüyoruz.
Dün bunların irilerinden Sabah’ta şöyle bir haber vardı: “Koronavirüse hazırlıksız yakalanan Almanya, yaşlı hastalarını gözden çıkardı. Türkiye tek bir ferdini kaybetmemek için seferber olurken sağlık sistemiyle övünen Almanya’da ağır hastalar için ‘huzurlu ölüm’ protokolü hazırlandı. Alman doktorlar artık, ağır durumdaki hastalarına, huzurlu şekilde ölmeleri için yoğun sakinleştirici ilaç verebilecekler.”
Haberin özü şu: Almanya, korona vakalarındaki aşırı yoğunluk nedeniyle “hasta seçmek” durumunda kalıyor. Genç hastaları kurtarmaya öncelik veriliyor.
Bizim yandaşlar bu haberi Türkiye’nin üstünlüğü gibi sunmaya çalışıyor. Oysa bu tamamen olanaklarla ilgili bir durum. Bir süre sonra bu Türkiye’nin de başına gelebilir.
Aynı anda çok sayıda yaşlı ve genç hasta yoğun bakım kapısına gelir ve solunum cihazı yetmezse, benzer bir seçimi bizim hekimlerimiz de yapmak zorunda kalabilir.
Bu tür konularda biraz daha sorumlu davranmak gerekir.
Yandaşlık burada da öne çıkmamalı.
https://twitter.com/can_atakli_